Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

168 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 saatte okudu
1647 yılı tuhaf bir yıldı. Yerde ve gökte çeşitli işaretler, muazzam büyüklükte olayların ve felaketlerin habercisiydi. Taras Bulba; Polonya-Litvanya'nın yanlış politikalarının yol açtığı savaşları, isyanları ve huzursuzluğu kurgusal bir karakter olan Taras Bulba aracılığıyla anlatan bir roman. Aslen "Mirgorod Öyküleri" kategorisinde bir hikaye olsa da sonrasında romanlaştırılmış, şahsen bu durumdan hoşnut oldum, zira karmaşık bir olayı hikaye olarak görmek kimseyi tatmin etmeyecekti diye düşünüyorum.  Kitap her ne kadar basit bir dille yazılmış olsa da okumadan önce "Ogniem i Mieczem" (Ateş ve Kılıçla) filmini izlemenizi tavsiye ederim. Kazak milletinin yaşantısını, giyim kuşamını, savaş stratejilerini detaylıca görebilir, hayal gücünüzü geliştirebilirsiniz. Ayrıca bu romanda da bahsedilen "Hmelnitski Ayaklanması" hakkında da bilgi sahibi olabilirsiniz. Gogol'ün roman olarak bu temayı kullanmasını hem Rusya'nın baskıcı ortamından kaçmak için geçmişin fikrine sığınmak, hem de alttan alttan Rus soylularını, bürokratlarını eleştirmek olarak buluyorum. Zira Hmelnitski Ayaklanması'nın lideri Bogdan Hmelnitski, bu olayı bir ülkeye değil, soylulara haddini bildirmek olarak nitelemiştir. Yani tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca kendisinin Kazak bir aileden geldiği tahmin edilmektedir. -- İncelemeye başlamadan önce iki şeyi belirtmek isterim: • Seç olarak adlandırılan şey Zaporojya Siçi'dir. Seç (aslında Siç) kitapta belirtildiği üzere Kazakların bağımsız bir ülkesi olması için çabalayan, askeri faaliyetleri bulunan bir örgüttür. Polonya'ya sadık bir örgüt olarak başlasalar da daha sonrasında Polonyalılar akdine sadık kalmayarak Ortodoksları aşağılamaya başlayınca faaliyetleri isyana dönmüştür. • Taras Bulba gerçek bir figür değil, Dubno şehri de kuşatılan bir şehir değil. Yine de kurgu iyi yapılmış. -- Kazak yaşam tarzının betimlenişiyle başlıyoruz kitaba. Ataerkil bir baba, yufka yürekli bir anne, içinde bir kahraman yatan şefkatli oğullar. Her tarafta görebileceğiniz türden insanlar, zira Ortaçağda fiziksel kuvvet hüküm sürdüğü için insaniyet aramaya ne hacet. Göçebe ve yarı göçebe hayatı süren milletlerde bilgi seviyesi düşük, savaş ve gaddarlık yüksektir, zekâ arttıkça da temkinlilik ve tedirginlik artar, bundan dolayı da Taras'ın ne kadar cengaver ve gaddar, oğullarınınsa vicdanlı olması şaşırtmamalı. Gökkuşağı gibi çocuklar, Zaporojya gibi Leh, Türk, Tatar, Kazak ordularının birbirine girdiği bir bölgede yetişmiş, renk körü bir babanın gözüne girmeye çalışıyor, orası ayrı. Ostap ve Andriy'in eve gelişinin ve aileyi tanıyışımızın ardından iki komutan daha gelir, erkekler ziyafet çekerken sarhoşluğun da etkisiyle gaza gelirler, savaş aşkıyla tutuşurlar. Tabii bu gaza gelme anları Puşkinvari bir şekilde anlatılır. Hatırlarsınız ki "Ruslan ve Lyudmila" eserinde "Rus ruhu" kavramı geçiyordu, ayrıca düzyazılarında gelenekçi karakterler mevcuttu. Gogol'ün de Puşkin etkisinde yazmış olduğuna inancım arttı. Gaza gelme fıs değildir, sahiden de savaşa gitmeyi kafaya koyarlar (gerçi ortada savaş yoktur). Ertesi günü erkenden vedalaşılır ve yola çıkılır. Annenin bu kadar duygusal, babanınsa bu kadar gaddar oluşunu şuna bağlarım: Kadın can verendir, kendinden olanı canı gibi sayar; erkek ise o canı kollayandır. Kendisinden olmadığı için şefkat göstermekte zorlanır. Yolculuk arasında Ostap ve Andriy'in okul hayatından bahsedilir, Ostap tam bir Kazaktır ve sonucunu düşünmeden olayların ortasına atlayıverir, cezasını da peyderpey çeker. Andriy ise planları kuran, ama temkinli yaklaşıp içeriye dalmayan çocuktur. Bundan ötürü de tehlikeye pek alışkın bir insan değildir. Zamanında bir voyvoda kızının evine girme planı yapmış, bunu başarmış, ancak devamını düşünmediği için ne yapacağını bilemeden uslu uslu oturur. Kızımız ise Andriy'e tatlı tatlı tacını, küpelerini, kıyafetlerini giydirir ve onunla şakalaşır. Ancak Andriy'in planları bittiğinden evden çıkması da meşakkatli olur. Andriy'in ürkekliği, planlarla hareket etmesi ancak işler değişince eli ayağına dolaşması, başkasına verilen cezadan etkilenmesi bana Raskolnikov'u hatırlattı. Eski anılardan kurtulunur ve Siç'in olduğu yere gelirler. Kazakların yaşam tarzını bir kez daha anlarız, tasvirler ve aşılanan fikirler çok güzel. Gogol'ün Rusların yaptığı ayrıştırıcılıktan ziyade Kazak birleştiriciliğini tercih ettiğini görüyoruz. Rusya'da yalnız soylular ve üst kademedekiler değer görürken burada zengini fakiri soylusu alimi cahili alimi hepsi aynı kefeye konuyor. Gogol de böylece resmen toplumcu olduğunu duyurmuş oluyor. Taras'ın yabancı olmadığı ortama oğlanlar da yavaş yavaş alışır, Siç'teki içkili danslı hayata, yüzme yarışlarına katılarak yerlerini meşrulaştırırlar. Ancak Taras bundan memnun değildir, onun için gerçekten erkek adam işi lazımdır, zaten Siç'e yan gelip yatmaya değil savaşmaya gelmişlerdi. Bu bana "Yüzbaşının Kızı"nda babanın oğlunun kaderini tayin etme çabasına benzer geldi. Neyse, Kırım'a yağma fikri ortaya atılır ama Barış Antlaşması yüzünden saldıramazlar. Bu tabii Taras'ı sinirlendirir, yöneticiyi istifaya zorlar ve yakın arkadaşının yöneticiliğe gelmesini sağlar. Daha ılıman bu adam bir şeyler planlarken tüm romanı fitilleyen haber gelir: Katolik Polonyalılar ve Yahudiler, Ortodoks oldukları gerekçesiyle Ukraynalıları at arabalarında at gibi koştururlar, kiliseye parayla sokarlar, dini ayinlere karışırlar ve daha nicesi. O dönemlerde vatandaşlık kavramı daha gelişmediği için bu mevcuttu. Günümüzde de hala ırkçılık ve din ayrımcılığı var, üzücü. Böylece halk da yeni koşevoy* Kirdyaga'ya ihtiyaç duymadan kafayı yer, direkt Polonya'ya isyan etmeye karar verirler. Artık Zaporojyalıların tekneye değil arabaya ihtiyacı vardır. Kazaklar tüm hiddetiyle dinsiz Polonyalılara çullanacaktır. Zaporojyalılar, Siç'i terk edip Leh topraklarına girmeye başlarlar, Güney Ukrayna'da birçok toprak kazanımı gerçekleşir. (Buraya küçük bir tarih arası. Zaporojya Siçi aslında askeri bir örgüt olsa da küçük denecek toprakları olan bir ülkedir de. Kazak Hetmanlığının atasıdır). Ancak Kazaklarda gram merhamet yoktur, kadınlara ve çocuklara varıncaya kadar katliam ve yağma yaparlar. Okurken içiniz rahat olmayabilir. Aslında bu faaliyetle dinlerine hakaret etmiş oluyorlar, İsa'nın yolunu çiğneyip geçiyorlar. Zaporojyalılar kaynak sıkıntısından dolayı Dubno şehrine kadar varırlar, şehir müstahkem olduğundan kuşatma planlanır, ancak Kazakların düzensiz birer sürü olduğunu göz önünde bulundurursak öyle kuşatma aracıydı, topçusuydu hiç mevcut değil, adamlar bodoslama taarruz edip katledilmeye yatkın. Geceleri kuşatmayı bırakıp yan gel yat Osman misali yatıyorlar, "Bu ne rehavet ya!" diyeceğiniz bir an olacak.   Kuşatma gereğinden fazla uzadığı için Kazak gücü yavaş yavaş azalmaya başlar, buna rağmen sinirden civar köyleri yaktıkları için Lehlerin kaynak tedariği batar, şehirde açlık baş gösterir, içler acısı bir hal olur. Andriy'i kız gibi süsleyip püsleyen kızımız da babasının görevi gereği Dubno'dadır ve o da açlıktan nasibini alır. Kızın Tatar hizmetçisi Andriy'i bulur ve onlara yardım etmesi için yalvarır. Andriy insafa gelir ve gizlice Dubno'ya gider. Şehir tıpkı "Holodomor" katliamı gibidir, insanın bir başkasına olan acımasızlığının haddi hesabı yoktur. İnsanlar toprak yemeye başlamış, ekmeği hızlıca yiyen insanların sırf önceden yemek yemedikleri için ölmesi ve daha birçok kan donduran imaj. Andriy'in gaddar olmayan bir insan olması, onun ağzından "İyi olmuş Lehlere" çıkarmaz, Lehlerin yaşadıklarına üzülür ve şahsımca yapılanın yanlış olduğunu anlar, ancak başlanmış işin sonu getirilmeli. Sonunda Voyvoda'nın evine gelirler, ancak açlıktan ne bekçiler mukavemet gösterebilir, ne de ev ahalisi. Düşünün evinize düşman milletten insan giriyor ve hiçbir şey yapamıyorsunuz, niyetini bile bilmeden, ne üzücü ama, masum insanların politikacıların sorumsuzluğunun bedelini ödemesi. Yönetici bile olsanız üstünüzdekiler yüzünden ne göreviniz ne hayatınız kalıyor, üstelik yafta yiyorsunuz. Neyse, Andriy kızımızın odasını bulur, küçük hanım ölgün vaziyettedir, tabii Andriy'e göre bu güzelliğe güzellik katmıştır. Kız Andriy'in gelmesine çok çok sevinir, ona aşık olmuştur zira, Andriy'in getirdiği ekmekleri yavaşça yer, hayata geri döner. Bu sahne benim için çok etkileyiciydi, kendimi bir Lermontov eserinde buldum sanki, o tatlı betimlemelerden tutun da söylenen cümlelere dek! Lermontov'un "Bence vatan sevdiğin ve sevildiğin yerdir senin!" cümlesi burada tam anlamıyla vücut buluyor. Andriy bir kız için varını yoğunu arkada bırakıyor. Çok alçakça ve haince bir hamle olarak değerlendirilebilir, aşkın temize çıkaramayacağı bir şeref yoksunluğu çünkü. Aileni bir kenara fırlatıp onları öldürmeyi bile göze almak. Ancak Andriy'i de anlamak lazım, anne şefkatiyle büyüyen bir çocuğun savaşa gitmek isteyip istemediğini kimse sormadı, ama kıza aşık olmayı kendisi seçti. İnsan kendinden olanı sahiplenmeye daha yatkındır, Andriy de vicdanıyla hareket ediyor haliyle. Kuşatma yeniden başlar, Kazaklar Lehleri kaleden çıkarmak için kışkırtmalara ve tacizlere başvurur, saldırmaya giden Leh kuvvetlerini pusuya düşürüp mahvederler. Savaş sahnelerini okurken çok zevk aldım, izlediğim belgeseller sayesinde kafamda canlandırdığımda mutlu oldum. Ancak savaş anında Kazak moralini yerle bir eden bir haber gelir, sırf barış  var diye yağmalamadıkları Tatarlar şimdi onları yağmalamıştır, Siç'te ne var ne yok gitmiştir. Ordunun yarısını Tatarlara, yarısını Polonyalılara sevk etme kararı alırlar, Taras da moral yükseltmek için konuşmalar yapmaya başlar. "Anne baba çocuğunu sever, hayvan yavrusunu sever" gibi olan konuşmasında ırkçı olmayan bir milliyetçilik yapılır, sanayileşmiş, voyvoda ve kodamanların egemen olduğu ve sevgiden uzak bir dünyaya sitem edilir, ne olursa olsun insanın içinde aydınlık olduğunu belirtilir. Siç ve Hristiyanlık için şaraplar içilir ve savaşın rövanşı başlar. Lehler, Kazakların yarıya indiğini daha yeni fark ederler ve fırsatı değerlendirmeye çalışırlar ancak Lehler de tükenmekte olduğundan taarruz neticelenmez. Kazaklar değerli atamanlarını ve iyi askerlerini yitirseler de Lehlere büyük bir darbe indirirler. Andriy yeni taarruzda Kazakları doğraya doğraya ilerler, ancak pusuya düşürülür ve Taras'ın önüne düşer. Taras oğluna bir Kazak değil Leh muamelesi yapar ve göğsünden vurarak onu öldürür. Gerçi sonrasında "Nesi Kazak değildi ki, neden ihanet etti?" diye kendini paralar. Kazakların aldıkları zafer uzun ömürlü olmayacaktır, Leh takviyeleri Taras ve ekibini esir almıştır, ancak yesaul Toskaç, Taras'ı kurtarıp kaçırmayı başarmıştır. Diğerleri hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Aslında destansı metinleri okuyunca "Vay anasını, savaş ne güzel, aksiyon dolu!" diye geçiriyoruz içimizden ancak hiçbir güzel yanı yok. Her yan açlık, işkence, silah sesleri ve ölüm dolu. Taras da bir oğlunun katili ve diğer oğlunu bulamayan bir adam olarak ortada kalakalıyor. Gerçi Andriy'i öldürdüğü için gram pişman değil, ancak Ostap için çok üzülüyor. Eski masumiyet artık kimsede yok. Ne Siç, eski Siç, ne Taras eski Taras. Gogol'ün "Dünyanın kötülüğü ve yaşam karşısında karamsarlık" fikrini tam olarak bu ortam yansıtıyor diyebiliriz bu roman için. Yahudilerin her türlü entrikayı becerdiğini bilen Taras, daha önce canını kurtardığı Yankel'den onu Varşova'ya, Ostap'a götürmesini rica eder, bir babanın bağrından kopan bir istekle. Yankel başına zor bir iş aldığını fark eder ancak emir emirdir, işin içine para şıkırtısı girdiğinde bir insanın yapamayacağı yoktur. Aslında yine bir bürokrasi göndermesi, o dönemde rüşvetçilik gerçekten bir geçim kapısı gibi bir şeydi. Varşova'da Leh görevlilere de para sıkıştırma olayı vardı çünkü. Taras'ın öfkesi onun oğlunu görmeye mani olur, ancak idam alanında görebilir, ilk idam edilen kişi oğlu olur. Kitapta en çok hüzünlendiğim an oldu, idamı hukuki ve etik olarak da inceleyen Gogol, bana bir iç çektirdi. Evet, gerçekten de umutsuzca insan haklarını, yaşama hakkını savunuyoruz, umutsuzca savaş karşıtlığı yapıyoruz, ama bir avuç insanın isteği için sözlerimizin anlamları bir anda silinip gidiyor. Ama Kazak şanı öyle mi? Kazak şanı yok olup gitmez! Artık bir avuç yağmacı yerine bütün bir ulus vardır, 120.000 Kazak'tan müteşekkil bir ordu, hem de en seçkin askerlerin komutanı vahşi Taras Bulba, Leh topraklarına yeniden yürüdü. Artık kana susamışlığın meali olan katliamlar, yağmalar, kundaklamalar, her türlü savaş suçu işlendi. Geri çekilmek zorunda kalan Kazak birlikleri nehir kıyısındaki bir uçuruma doğru gitmek durumunda kalır. Çarpışmalar devam ederken Taras Bulba yakalanır, canlı canlı yakılarak öldürülür. Kazaklarsa Atamanlarını dillerine pelesenk etmiş, geri çekilmeye devam ediyorlardı...
La Perduta Gente
La Perduta Gente
ceren güneş
ceren güneş
Taras Bulba
Taras BulbaNikolay Gogol · Can Yayınları · 20201,851 okunma
··
1.078 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.