Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

479 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Hayat kimine göre şakaya gelmez,kimi de bir oyun olarak görür hayatı.İsmet Özel der ki;benim elbet bir bildiğim var;”Hayat saçma sapandır” Oscar Wilde ise “hayat bir sahnedir,roller kötü dağıtılmış” diyerek özetler.Profesör john Nash ise barda bir kadını tavlamaya çalışırken mevcut durumu bir oyun olarak görür ve herkesin güzel kadına yöneldiğini görüp diğer kadınların sobelenmeye daha yatkın olduğunu keşfederek ,bu durumdan ilham alarak “Oyun Teorimi”ni icat eder ve ilerde bu sayede Nobel alır.Bir şair,bir yazar,bir matematik profesörünü tek bir çatı altında birleştirip inceleme adlı bir oyun oynayalım ve adı da “Tehlikeli Oyunlar” olsun.Diğer oyunlarda birileri piyon birileri vezir birileri şah olsun.Biz de tahta olalım oyunlar bizim üzerimizde oynansın.En tehlikeli oyun da oynamadığımız oyundur zaten. Delililk nedir? Elbette dililik kültürel bir kavramdır psikiyatri buna çeşitli isimler koymuştur kendi literatürüne uygun bir biçimde.Şizofreni,katatoni,borderline,dissosiyatif,bipolar,ikipolar üçpolar vs..diye gider.Şimdi bu sınırları kim belirliyor.Kimin deli kimin akıllı olduğuna kim karar veriyor.Akıl ne demek,çoğunlukla aynı şekilde davranan,benzer davranışları sergileyen,tek kişiliği olan,kurallara uyan vb. mi? Buna elbet psikiyatri ve toplumun ortak değerleri karar verecek.Ama ya psikiyatrinin kendisi deliyse.Ya deli dediğimiz insanlar aslında bu oyunu sıkıcı bulduklarından başka oyunlar üretiyorsalar? Ya birinci kişilik onlara yetersiz gelince ikinci üçüncü,dördüncü bir kişilik üretiyorsalar.Ama onlar azınlık oldukları için ve başkalarının yani çoğunluğun oyunlarını oynamadıkları için deli,şizofren,dissosiyatif,falanfilantif sayılıyorsalar? Neyse çok da uzatmayalım,sonuçta bu yazdıklarım da Oğuz Atay’ın deyimiyle hakkımda delil olarak gösterilebilir ve ben de Bakırköy’de bir oyun yüzünden elektroşok’a maruz kalmak istemem. Oğuz Atay yaşamında anlaşılamamışgillerdendir.Tutunamayanlar’ı zar zor bastırmıştır.En verimli olacak çağında genç sayılacak bir yaşta 40’lı yaşlarda yaşamını yitirmiştir.Tutunamamıştır,Tutunamayanlar’ı yazmıştır,aklı ona “Tehlikeli Oyunlar” oynarken o da yazıp bizim çağımıza yollamıştır.Koca Türk Edebiyatı batının gerisindeyken o bunu siyasi sebeplerden çok kültürel,dilbilimsel,sosyolojik ve psikolojik unsurlara bağlamıştır ve oyununu bunların üzerine kurarak bir çocuksu bilinçaltıyla bilimsel saptamaları gün yüzüne çıkarmıştır.Evet değeri anlaşılamamıştır belki batıda olsa bir “Joyce” nazariyesine bürüyebilirdiler.Daha biz kendi ülkemizde anlayamadık hala anlayamıyoruz. Oğuz Atay oyunlar oynar.Bunlar tehlikelidir ve genelde Tutunamayanları anlatır romanlarında.İsimlerle oynamayı sever.Tutunamayanlarda Selim Işık,Selim bir kişiliktir,Turgut Özben’in karanlık kişiliğine ışık tutar.Turgut Özben ise hep Öz’benliğini bulma çabası içindedir.Tehlikeli oyunlarda ise Hikmet Benol hep Ben’olma daha doğrusu toplumun belirlediği bir “ben” olma çabasına girmiş ama bir türlü olamamış yeni bir ben ve yeni bir dünya inşa etmiştir.Hikmet kelimesi (tam anlamıyla olmasa da)Felsefe kelimesinin karşılığıdır dilimizde.Felsefe ise “Bilge’lik Sevgi’si demektir.Bilge ile Sevgi karakterleri ise Hikmet Benol’un aşk yaşadığı kadınlardır.İsimlerde dahi böyle oyunlar gizlidir Atay’ın romanlarında.Sonra Selim ve Turgut karakterleri değişmiş bir biçimde bu romanda da kendilerine yer bulur..Ve tüm roman boyunca yüzlerce oyun oynanır hem kendi içinde hem okuyucuyla..Bu oyunlarla kültüre,deyimlere,atasözlerine,yargılara,alaylara,şakalara,küçümsemelere kısacası her şeye mizahi bir yaklaşım vardır.Roman bir metafor yağmuruna dönüşür bir zaman sonra.Anlayabilen için sosyolojik ve psikolojik bir ülke seçeresidir.Gündelik yaşamın aksayan yanlarını,insanların varlıktan hiçliğe doğru gidişini,toplumun insanlara zehrini yavaş yavaş nasıl akıttığını,öldürdüğünü kah güldürüp kah ağlatarak oyunlar içinde anlatır.Aklıma sürekli Jean Paul Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır” sözü geldi sürekli ve psikiyatriye olan düşmanlığım. Lafı çok uzatmak istemiyorum.Kitabın bitmesine de 125 sayfa var.Benim oyunum burda biter roman bitmeden incelemeyi neden yaptın derseniz ben de şöyle diyorum;bu benim oyunum ve burada benim kurallarım geçer.Çok da sıkışırsam Rahmi Vidinlioğlu’nun “Aşk ve Acı” romanındaki yakarmayla cevap veririm;”Size kalsın sahip olduğunuz kocaman dünya,ben oynamıyorum,ben oynamıyorum,ben oynamıyorum….” Hepinize güzel oyunlar.Ben de kitaba döneyim 
Tehlikeli Oyunlar
Tehlikeli OyunlarOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202231bin okunma
··
125 görüntüleme
Pierre Rivière okurunun profil resmi
Kitabı okumadım bu nedenle kitap kısmına pek girmeyeceğim lâkin delilikle ilgili güzel bir yere girişmişsin…Bu meseleye dâhil olmazsam içim rahat etmez. Charles Bronson’ un başrolünde oynadığı Öğleden Üçe Kadar isimli harika bir western filmi var, bilindik hikâyelerin epey dışında. Bir çete, kasabanın birinde banka soymak için yola çıkar. Charles Bronson abimiz gece kötü bir rüya görür ve soygunun kötü sonucundan dolayı şüphelenir biraz. Çete bir çiftlik evinde atlarını değiştirmek için duraklar, Bronson abimizin atının bacağı kırılmıştır. Çiftlikte yalnız bir kadın yaşamaktadır (Jill Ireland). Bronson kadından da etkilendiği için işi bir punduna getirerek çeteden ayrılır yeni at olmadığı bahanesiyle, hâlbuki ahırda at vardır. Neyse bu kısmı geçelim. Onlar soygunu yapıp dönene kadar çiftlikte bekleyecektir. Kadınla masalsı bir aşk yaşar. Kadının da dürüstlük vaazıyla kasabaya arkadaşlarına yardım etmek amacıyla gider. Ancak işler rast gitmez vs. vs. Bir ölü olarak bilinir lâkin hapse düşmüştür… Bundan sonra bu hikâye bir kitap olur öyle meşhur olur ki kadın artık. Aşk ve soygun hikâyesi… Kahramanımız kendisini tanıtmakta zorlanır, inanmazlar kendisine bir türlü, inanmazlar çünkü o adamı tanıyanlar (?) vardır falan filan. Yazarın evine ve kendi mezarına, kasabaya turlar düzenlenir. O da bunlardan birine katılarak, kadının evine girerek onunla karşılaşır ancak kadını dahi inandırmaz, kadın o olmadığını söyler ısrarla. Belki böyle tanırsın diyerek cinsel oranını gösterir ve kadın olamaz diyerek tanır ancak, kadın için gerçek olan artık gerçek Graham Dorsey (Bronson) değildir. Kadın şöyle bir laf eder orada, inanmayış sebebi de anlaşılır (inanmayıştan ziyade, farkında olarak inkâr ediştir bu) : “…Şimdi diğerlerini de düşünmeliyiz. Hikâyemizden derin bir şekilde etkilenen dünyadaki bütün insanları…” Kadının umurunda olan başka bir dünyadır artık, yaratmış olduğu imajın dünyası… Geçmişte adamla kurduğu hayallerin de ötesine geçmiştir bu dünya… Kadın imajın ya da hikâyenin yaşaması uğruna intihar eder. Aşk hikâyesi sahnelere taşınır artık... Kahramanımız itiraz eder böyle yaşanmadı, bu adam benim diye ancak yine kimse inanmaz, Graham Dorsey o değildir. İşin en güzel tarafı şu, filmin finalinde, bir akıl hastanesi görürüz. Kahramanımız içeri girer/tıkılır… Hastalardan biri ona adıyla seslenir… ”Graham Dorsey, seni bekliyorduk… Hoş geldin…” İnanılmaz bir bitiş biçimiydi bu yanıyla… Senin delilik meselene gelirsek şimdi buradan, pek bir bağı yok belki lâkin kim diyebilir yaşattığımız kişiliğin kurgunun değil de gerçeğin kendisi olduğunu? Kurgulanan imaj adına vazgeçtiklerimiz yahut örtük biçimde taşıdıklarımız gerçekliğimizin dışında mı? Ya da gerçeklik görünenlerin(imaj dolayısıyla) toplamından mı ibaret? Ya da delilik sadece farklı bir düzlemde oynanan oyun gibi mi, kişilikler karmaşasından da oluşabilen? Ya da her insanda olan birincil, ikincil, üçüncül kişiliklerin biçimler dediğimiz tekillikler biçiminde tezahür ederek yüzeye çıkması ve bizim bu tekilliğin kavranamayışı karşısındaki şaşkınlığımız mı? Ne olduğunu bilmiyorum ama güzel mesele. Bildiğim tek şey kendini yaşamayanın biz olduğumuz gerçeği, onlarınkini tam olarak bildiğimi söyleyemem… Bakırköy’ e gittiğinde hoş geldin diyebilirler sana aldırma :)
Ahmet Y okurunun profil resmi
Bu bağlantıyı paylaştığınız için çok teşekkür ederim,film kültürüm pek yoktur ama bu türden filmlere hastayımdır.Benzer biçimde "Fight Club"ı izlemiştim.Orda da temel konu dissosiyatif(çoklu) kişilik bozukluğuydu.Yıllardır psikiyatrinin işlevi daha doğrusu işlevsizliği gün yüzüne çıkıyor.Doğduğumuz andan itibaren akıllılığın sınırı çiziliyor ve onlarla aynı şeyleri görmemiz isteniyor ve düzenin normal bulduğu şeylere adapte olmamız isteniyor.Yani yine çoğunluğun görüşü kazanıyor.Kişilik gelişimi diyorlar mesela.Kişilik nasıl gelişir? Ya da kişilik mümkün müdür? Hepimiz kişiliğimizle mi davranışlarımızı dışa vuruyoruz yoksa birilerinin istediği şekilde mi? Ya da neden 2. kişiliği olanlara deli yaftası yapıştırılıyor.Hayatın kötü olduğunu düşünüp kendisini eve kapatan ve insanların onları zehirleyeceğini düşünenlere kötü dünya sendromu geçiriyor deniliyor ya da şizofren...Peki kötü dünya sendrom mu yoksa gerçeğin ta kendisi mi? Psikoloğa gittiğimizde dinlermiş gibi yaparlar ve sadece bir ilaç yazıp gönderirler.İnsan canını hayvandan ayırt etmezler.Onlar için yaşanılan acı klasik bir seretonin geri alım inhibitöründen ibarettir ve o ilaç sizi aptallaştırır,cinsel duygularınızı azaltır ve aptalca gülmenize ve düşünmemenize yol açar.Demek ki akıllanmanın yolu buymuş? Kitaptan da anlaşılacağı üzere çok büyük bir oyunun içindeyiz.Akıllılık sadece toplumun daha kolay elde edilmesi,yönlendirilmesi için kurulmuş bir ideoloji..Başımızı sokacak ev,güzel bir kadın,para,çıkar...bunları istemeyen ya da tatmin olmayan herkes delidir.Sürekli gülmek zorundasındır gülmüyorsan muhakkak problem vardır.Sürekli gülüyorsan da problem vardır çünkü delimisin durduk yere gülüyorsun derler.Bunu bizi düşündükleri için değil sistemden ayrıldığımızı yadırgadıkları için söylerler.Yani delilik ve akıllık,sağ ve sol gibi siyasi ve iktisadi iki mefhum haline gelmiştir.Akıl iktidarın elindedir yani düzenin yani sistemin.Ya da sistem aklın emrindedir..Her neyse ne mutlu bu düzende deli olabilene...Ayrıca size şiddetle bu kitabı tavsiye ederim.Hatta "Tutunamayanlar"ı da..Eminim hayatınızın kitabı olacaktır.İkisi de dünya edebiyatıyla yarışacak düzeyde eserler..Tekrar teşekkür ederim yorumunuz için..Sağlıcakla,Bakırköye gidersem eminim normal dünyadan daha normal davranacaklardır.Tabi normal neyse :)
Ferman Mamedov okurunun profil resmi
Başımı kaşıyorum —düşünüyorum... Duruma bak ya!..
Ahmet Y okurunun profil resmi
İnsan düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyor.Ve işin garibi zaten sadece kafayı yiyenler düşünüyor :)
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.