Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

268 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
AYLAKLAR (M. C. ANDAY)
(Anday, Melih Cevdet, Aylaklar, Everest Yayınları, 1. Basım Temmuz 2011, s. 251.) Anday (1915-2002) şairliğiyle öne çıksa da epey roman yazmış bir sanatçımız. Çok sayıda tiyatro oyunu ve denemesi de var. Aylaklar onun en yetkin romanı. İlk olarak 2014’ün sonlarında okumuştum, yaklaşık altı yıl sonra bir kez daha okudum. Neden? Biraz neşeleneyim, güleyim istedim; çok gülmüştüm bu romanı okurken. İlginçtir bu kez o kadar güldürmedi beni. Doğrusu şaşırdım bu duruma, yaşlanıyor muyum, yaşama sevincim enikonu azalmış da haberim mi yok diye kaygılanmadım değil. Görüyorsunuz ya bir eseri ikinci kez okumanın hayat yolundaki seyrimizi gözden geçirten yanları oluyor. Okur, ilk okuyuşunda başka sonrakinde başka biri olduğu için eser de aynı eser olmaktan çıkıyor. 1k’de en çok alıntı paylaştığım kitaplardan biri oldu Aylaklar. Yine severek, bazen gülümseyerek, bazen içim burkularak okudum. En sevdiğim romanlar arasındaki yerini yine korudu. Neden seviyorum Aylaklar’ı, ne var bu romanda? Aylaklar bir konağın hikâyesi (de) olduğu için isterseniz size önce o konağı tanıtmaya çalışayım: 3. Kat: * Muammer (Torun. Galip ve Pakize’nin oğlu.) * Ayla (Muammer’in eşi.) 2. Kat: * Galip (Damat. Kızları Pakize’nin kocası.) * Pakize (Küçük kız. Muammer’in doğumunda ölmüştür.) * Mürşide (Ruh sağlığı bozuk, büyük kız.) * Nesime (Galip’in kuzeni.) 1. Kat: * Leman Hanım [Şükrü Paşa’nın üçüncü ve son eşinden olan kızı. Konağı çekip çeviren baskın anne(anne).] * Davut Bey (Leman Hanım’ın kocası. Uçuk hayaller peşinde koşan, yaşlandıkça bunayan başka bir mirasyedi paşazade.) * Dündar Bey (Davut Bey’in arkadaşı. Gençliğinde ihtilalci fikirler peşinde koşmuş bir idealistken yaşlandıkça Meşrutiyet anılarında yaşayan pasif birine dönüşmüştür.) * Şükrü (Muammer’in arkadaşı. Konağın ukala ve arsız asalağı.) Zemin: Hizmetçi Melahat. Eklentide de aşçı oturuyor. *** Roman iki bölümden oluşuyor. Birinci Bölüm (s. 1-150), Abdülhamit’in eczacıbaşısı Şükrü Paşa’dan kalma bir konağı, konağın her biri diğerinden tuhaf ahalisini konu edinir. Konağın borçlar sebebiyle elden çıkışı ve yıkılışıyla sona erer. Leman Hanım üzüntüsünden felç geçirir. Ahali, Galip’in Muammer’e bıraktığı yeni apartmana taşınırlar. İkinci Bölüm Muammer’in Günlüğü’dür (s. 151-251). Muammer’in varoluş sancılarını, beraber yaşadığı insanlar hakkındaki yorumlarını ve baştaki “kadrodan” geriye kalanların da birer ikişer ortadan kayboluşunu içerir. Konak yıkılmış, apartman dağılmıştır. Muammer cebindeki bir lirasıyla bir otel odasında kalakalmıştır. *** Roman kişileri, konuşma sahneleri öyle teatral bir nitelik taşır ki kahramanları sanki karşımızda capcanlı görürüz. Bence romanın başta gelen başarılı yanlarından biri bu. Bir diğeri ironik dili. Anday’ın ironisi özellikle Leman Hanım’ın cümlelerinde daha belirgin ve kaliteli, fakat neredeyse bütün kahramanlarda benzer bir üslup var. Anday kendini tutamamış ve hepsinin ağzından bol bol espriler patlatmış. Bu durum romanın gerçekliğine zarar veriyor bence. Aynı şekilde Hizmetçi Melahat veya Muammer’in basit bir kadın olarak gördüğü Nesime de dâhil yine bütün kahramanlar zaman zaman birer filozof oluveriyorlar. Belki sıradan insanlar da kimileyin filozofça sözler ederler, ne var bunda, diye bir itiraz dile getirilebilir. Fakat Aylaklar’ın kahramanlarındaki durum pek böyle değil, çünkü bu iş doğallıkla kotarılamamış, laflar kahramanların ağzından çıkmış gösterilseler de biz asıl konuşanın yine kendisini tutamayan bilgiç yazar olduğunu fark ediveriyoruz. Söz gelimi şu cümleler: “Nesime, ‘Seni sevdim Muammer,’ diye devam etti. ‘Ama benim sevgim büyük bir sevgi değildir. Yaşamaya yetecek kadar severim ben. Daha çoğuna kabiliyetim yoktur. Seni sürüklerdim, götürürdüm belki, ama sonra başa çıkamazdım seninle. İnsanüstü dertlerin, kaygıların var senin. Basit değilsin benim gibi.’ [s. 245]” Başka örnekler de bulunabilir. *** Romanda “konak”ın Osmanlı İmparatorluğu’nu, “apartman”ın da Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ettiği söylenebilir. İlginçtir ki kahramanlar bu iki dönem için net bir görüşe sahip değiller, ne eskiyi yüceltirler ne de yeni karşısında coşku duyarlar. (Leman Hanım’ın eskiye duyduğu özlemin siyasi bir yanı yoktur.) Ayrıca, kahramanların hiçbiri konağın nasıl “döndüğünü” bilmez. Anday, bir laytmotif olarak konağın idaresini -bir bakıma Osmanlı Devleti’nin idaresini- dikkatimize sunar: “Batıyormuşuz da birimizin haberi olmamış. [...] Ekmeğin nerden geldiğini birimiz bile düşünmemişiz. Dün gece sofrada bunu söyleyecek oldum, Dündar Bey 'Osmanlı İmparatorluğu da böyle battı,' dedi. 'Biz aylıklarımızın köylüden alman vergi ile ödendiğini bilmezdik, devletin bir köşede bir parası var, ondan veriyor sanırdık. Birinci Dünya Savaşı'na neden girdiğimizi Talat Paşa bilmiyor, Cemal Paşa bilmiyor, Enver Paşa bilmiyor. Peki kim biliyor? Bilen yok.' Doğrusu, Dündar Bey'in Meşrutiyet anılarından bıkkınlık geldi, hangi konuyu açsanız lâfı oraya getirir. Ama dün geceki sözleri çok yerindeydi. Elden giden köşkün ne ile döndüğünü hiçbirimiz düşünmüyorduk, anneanneme güvenmişiz, o bilir, deyip keyfimize bakmışız... Oysa o da bilmiyormuş! Bir gün hepimizi kapı dışarı ediverdiler. Buna en çok üzülen anneannem oldu... Bir de Ayla. Anneanneme üzüntüden inme indi. Demek sonumuzun böyle olacağını aklından bile geçirmiyormuş, Şükrü Paşa Konağı'nı kimse elimden alamaz diye düşünüyormuş. [s. 154]” Burada ilginç olan “cin gibi” Leman Hanım’ın da gidişattan habersiz olmasıdır. O ki konağın sakinlerini şu satırların da göstereceği üzere gayet iyi tanımaktadır: “Leman Hanım, "Gençleşmeli konak," diye onların sözünü kesti. "Gelinler, damatlar gelmeli, çocuklar doğmalı, Şükrü Paşa'nın soyu yürümeli. Eski günleri, tatlı günleri, neşeli günleri ihya etmeli efendim. Yeni zamanlar eski insanlarla gitmez." Muammer, "İstek başka, karar vermek başkadır," dedi. "Beni ilgilendiren işlerde..." [s. 90] Fakat yaşlı kadın susturdu onu: "Sen kim oluyorsun?" dedi ona. "Sen kim, karar vermek kim? Bu işi üzerime almasam, sen de teyzen gibi evde kalırsın, anladın mı? Biz öyle değildik, bizim kuşak atılgandı, cesurdu, yaşamayı severdi. Bak bana bir defa da ibret al! Bu yaşımda senden canlıyım. Davut Bey'e bak, yüz bulsa benden, dünyaya delik açmaya kalkar. Dündar Bey'i görmüyor musunuz? Eski tabancasını bulsa, ihtilal çıkaracak. Bir de bizden sonrakilere bakın canım! Şu Galip'in mıymıntılığına bakın! Şu Mürşide'nin sersemliğine bakın! Biri para biriktirmeyi düşünür, öteki rakı içip kapı dinlemeyi... Sizin kuşağa gelince, siz şimdi kuşak diyorsunuz ya, bir filozofluktur gidiyor sizde, hindi gibi düşünüp duruyorsunuz. Sen Muammer, yılgınlığı yakıştırmışsın kendine... Şükrü'yü severim, ama doğrusu o da çokça kurnazdır ha... Çıkarını çok iyi bilir, ona göre kullanır herkesi... Elinizi bir işe sürmeden dünyaya fetva vermek istiyorsunuz siz." [s. 91]” Buna rağmen o da bir önlem alamamış, konağın elden çıkıp yıkılışına seyirci kalmıştır. Dündar Bey’in şu cümleleri ise konunun farklı bir yönüne değinmesi açısından önemli: “Dündar Bey güldü: 'Benim de evim oldu oğlum,' dedi. 'Evim değil, evlerim oldu. Ama hiçbirinin nasıl döndüğünü bilememişimdir. Bu yüzden nasıl battığını da anlayamadım tabii. Geçen gün ne dedim sana? Koskoca devletin nasıl battığını anlayamadık be! Balık baştan kokar derler. Bizim millet, kokmakta olan başın kokusu bur- [s. 172] nuna geldikçe, kendini kurtarmaya bakar. En kötüsü de budur işte. Batan gemi ile birlikte batacağını hiç aklına getirmez. Mal toplamaya başlar, çalar, çırpar, yığar bir yana... Sonunda bakar ki, hiçbiri kalmamış elinde. Onun için ne zaman mal hırsının [ortalığı] sardığını görsem bir korkudur alır içimi.' [s. 173]” Konağın nasıl döndüğü veya çekip çevrildiği ile ilgili bu satırlar Muammer’in Günlüğü’nde karşımıza çıkar. Bu doğaldır, çünkü Muammer günlüklerini öylesine değil bir amaç doğrultusunda tuttuğunu söyler: “Şimdiye kadar farkında olmadan yaşamışım, bundan sonra farkında olarak yaşamanın kendimce en inandırıcı kanıtı ise yeni tutmaya başladığım bu günlük olacak. Sık sık bu defterin üzerine eğileceğim ve kendimi sıygaya çekeceğim. Daha doğrusu, kendime sorular soracağım ve sorulara karşılıklar bulmaya çalışacağım. [s. 153]” Bu arada, Muammer’in bu satırlarının bana Bulantı’nın başkahramanı Antoine Roquentin’in şu sözlerini hatırlattığını da ekleyeyim: “Olayları günü gününe yazmak daha iyi olacak. Açıkça kavramak için bir günce tutmalı. Önemsiz gibi görünseler de, küçük ayrıntıları, olayları kaçırmamalı, özellikle hepsini sınıflamalı. Şu masayı, sokağı, insanları, tütün paketimi nasıl gördüğümü anlatmalıyım, çünkü değişen bu. Bu değişimin alanını ve özünü iyice belirlemeliyim. [s. 13]”* *** Aylaklar, araştırmacılar tarafından farklı biçimlerde okunup değerlendirilmiş, çok yönlü okumalara imkân veren, ironik dili, teatral kahramanları ve diyaloglarıyla da ön plana çıkan sıkı bir roman. Bu ikinci okumamdan sonra eser hakkında birkaç kelam da ben ettim, umarım iyi etmişimdir :). Herkese keyifli okumalar dilerim. * Sartre, Jean-Paul, Bulantı, Çeviri: Selâhattin Hilâv, Can Yayınları, 48. Baskı, Temmuz 2021, İstanbul, s. 256.
Aylaklar
AylaklarMelih Cevdet Anday · Everest Yayınları · 2018375 okunma
··
1.047 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.