Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

208 syf.
10/10 puan verdi
Nurettin Topçu, Türkiye’nin önemli yazarlarından, hocalarından birisidir. Önceleri Türkiye’de eğitim görmekteyken sonraları Avrupa’ya gitmiştir. Bundan kaynaklı batıda gördüğü eğitim anlayışıyla, Türkiye’nin eğitim anlayışı üzerinde eleştirilerde bulunabilmektedir. Kendisiyle daha önce okuduğum “Var olmak” kitabı sayesinde tanışmıştım. Hocamız, “Türkiye’nin maarif davası” kitabını tavsiye edince vakit kaybetmeden okumaya başladım. Okurken fark ettim ki, Nurettin Topçu’nun 1970’lerde eleştirdiği eğitim anlayışını arar duruma gelmişiz. Yani bugünün problemleri yıllar öncede vardı; şimdi daha da artarak karşımıza çıkmakta, muhtemelen yıllar sonra daha da artacaktır. Velhasıl kitapta eleştirdiğim noktalar hariç gerçek bir ders niteliğindedir, öğretmenlerin, öğretmen adaylarının ve öğrencilerin mutlaka okuması gereken bir kitaptır. Kitabın içeriğine gelecek olursak; Kitap 3 kısma ayrılmaktadır. Birinci kısımda, her milletin her dönemin gençlerinin farklılığından, özlenen gençlikten ve olması gereken eğitim sisteminden ve uygulanan eğitim sisteminin eksikliklerinden bahsedilmiş. İkinci bölümde ise; okullardan, öğretmenlerden ve öğretmenlik mesleğinin sorumluluklarından bahsedilmektedir. Üçüncü bölüm, bir ve ikiye göre daha geniş kapsamlı ele alınmış, ilkokuldan üniversiteye kadar olması gereken eğitim sistemi hakkında bilgi verilmiş. Bunların yanı sıra yazar, okullarda olması gereken din ve ahlak bilgisi konusundaki görüşlerini dile getirmiştir. Yazar, son yıllarda ortaya çıkan ve millet olarak karşı karşıya kaldığımız özümüzden uzaklaşma, batıya özenme üzerinde detaylıca durmuştur. Yazar, Fransa’da eğitim görüp daha sonra ona iş teklifi yapıldığı halde o milletine duyduğu sadakatten ve milletinin gençlerine faydalı olma amacıyla geri dönmüştür. Bu süreçte her türlü cezaya maruz kalmış, lakin yine de inandığı yoldan asla geri dönmemiş. Bunca yapılanlar yazarı üzmemiş tek üzüldüğü nokta, milli bilinç ve kimliğin yok olmaya başlaması olmuş. Bu tehlikenin bertaraf edilmesinin tek bir yolu vardır, o da eğitimdir. Eğitiminde eski işlevini kaybettiğini, olması gereken değerin verilmediğini fark eden yazar, işte bu kitabı yazmaya başlamıştır. Bu durumda en büyük sorumluluğu öğretmenlere yükleyen yazar, öğretmenlerin bu istikamette ellerinden geleni yapmaları gerektiği hakkında teferruatlı bir bilgi vermiş. Bir toplumun geleceğinin aydınlık mı, karanlık mı olacağı yalnızca öğretmenin elindedir. Kitapta karşılaştığım şu soru üzerinde yeterince düşünme şansım oldu; neden yabancı okullar, Türk çocukları için ideal mektep konumundadır? Yazarın, bu kitabı 50 sene önce yazdığını düşünerek çok üzülüyorum, maalesef eğitimde değişen bir şey yok çünkü yabancı okullar halen ideal mektep olma özelliğini, üzerine katarak koruyor. Peki bizim burada üzerimize düşen ne? Yazara göre, gerileyen eğitim anlayışımızın sebebi felsefenin, pozitif bilimlerin medreselerde okutulmaması, Ku’ran’ın ve İslam’ın felsefesinin yapılmamasından kaynaklıdır. Ayrıca İslam dünyasını uyutan din adamları yerine hakikat ihtirasına sahip insan gelmedikçe bu bilinci tekrar diriltecek ruhu bulamayacağız. Öncelikle gençleri anlamaya çalışmalıyız, onların yeniden doğuşunun üzerinde durmalıyız. Bu yeniden doğuşun şimdilerde imanla değil, kaba kuvvetle olduğunu, imanın hurafelerle dolu bir iskelete mahkum edildiğini görmekteyiz. Bu doğunun batıya özenti olarak gerçekleştiğini ruhun doğuşunun çöpe atıldığı, bedenin arzularına tapıldığı şeklinde olmakta. Burada tekrar eğitimin önemi karşımıza çıkmakta, eğitimin büyük bir tehlikeyle baş başa olduğu, hocaların yetersiz olduğu, okulların gereken ciddiyette olmadığı, öğrencilerin gayretsiz olduğunu görmekteyiz. Okul, öğretmen ve öğrenci birbirlerine bağlıdırlar birinde bir problem olursa geneli kapsayacak sorunlar ortaya çıkmakta. Okullar dini ve ahlâki eğitime öncelik vermelidir ki, orada eğitim gören geleceğin doktorları, öğretmenleri, avukatları, imamları, esnafları da vicdan ehli olsun. İşinin hakkını vermeli. Ancak bugün görüyoruz ki çok az istisna var. Hocalar “maaş” kaygısı içinde, öğrenciler umutsuz ve hayalsiz, okullar ise ezbere dayalı bir kuşak yetiştirmekte. Öğrenciye notla ceza veren bir eğitim modeli, öğretmene gerekli itibarı vermeyen bir toplum ve almış olduğu sorumluluğun hakkını veremeyen hocalar. Durum böyle olunca eğitimde de istenilen başarı elde edilemiyor. Toplumda ahlaktan, vicdandan, imandan uzak nice insan hâsıl oluyor ve bu da toplumun ruhunu zedeliyor, yaralıyor. Aslında bakılırsa hepimizin çok fazla sorumluluğu var bunun farkında olmalıyız, olmak zorundayız. Yazarın, muzdarip olduğu bir diğer konu ise geçmişle tamamen bağları kopartmamızdır. Şimdilerin gençleri Nedim’i, Fuzuli’yi, Şeyh Galip’i, Yunus’u, Akif’i okumuyor ve anlamıyor. Aynı şekilde Mimar Sinan’ın eserlerine bakarken hiçbir hayret duygusu içine girmiyor. Süleymaniye Camisi çoğu ihtiyarın namaz kıldığı bir yer, gençler için de buluşmak veya vakit öldürmek için bir adres adeta. Şimdiki gençlerin bir robottan farkı yok, hayret etme duyguları yok olmuş durumda. Kimse okumuyor, sormuyor ama herkes her şey hakkında fikir sahibi. Dıştan gelişmiş gözüken ama yerinde sayan, hatta daha da kötüsü günden güne gerileyen bir millet olmuş durumdayız. Yazarın bahsettiği dönem neredeyse elli yıl öncesi, bugünleri görmüş olsaydı herhalde daha çok canı sıkılır ve çok daha fazla konferans verirdi, hocalara ve öğrencilere hitaben. Günümüzde toplumsal ve eğitim anlamında büyük bir erozyon söz konusu. Okullar gerekli ciddiyete sahip değil, hocalar yeterince vicdanlı ve birikimli değil, öğrenciler de gayretli değil. Bu üçlü sistem birbirinden beslenir. Okul, öğretmen ve öğrenci üçgeni bir uyum içinde olmayınca toplumda da bir ahenk ve düzen söz konusu olamaz. Okullar dini ve ahlâki eğitime öncelik vermelidir ki orada eğitim gören geleceğin doktorları, öğretmenleri, avukatları, hâkimleri, imamları, esnafları da vicdan ehli olmalı. İşinin hakkını vermeli. Ancak bugün görüyoruz ki çok az istisna var. Hocalar “maaş” kaygısı içinde, öğrenciler umutsuz ve hayalsiz, okullar ise ezbere dayalı bir kuşak yetiştirmekte. Öğrenciye notla ceza veren bir eğitim modeli, öğretmene gerekli itibarı vermeyen bir toplum ve almış olduğu sorumluluğun hakkını veremeyen hocalar. Durum böyle olunca eğitimde de istenilen başarı elde edilemiyor. Toplumda ahlaktan, vicdandan, imandan uzak nice insan hâsıl oluyor ve bu da toplumun ruhunu zedeliyor, yaralıyor. Aslında hepimizin çok fazla sorumluluğu var ve bunun idrakinde olmalıyız, olmak zorundayız zira biz bir bedenin uzuvları gibiyiz. Gençlerin geçmişi doğru anlayıp, gelecekleri için savaş vermeye çalışıp, yola koyulması gerekiyor. Anca bu şekilde toplumu millet ruhuna geri döndürebiliriz. Toplumu gerileten diğer unsurlar ise, siyaset ve son yıllarda özellikle medya. Bu iki unsur insanlarımızı tembelliğe, öfkeye, kutuplaşmaya, hazırcılığa, kaygısızlığa sevk etmekte. Ne yazık ki siyaset artık çoğu insanın hayatında merkezi konumda yer almaktadır. Böyle olunca da toplumda tahammül, hoşgörü, anlayış, sevgi, saygı gibi kavramlar yok olmakta. Kimse kimseyi dinlemediği gibi, sevmemektedir de. Aşırı bir fanatizm yüzünden toplumda ayrıksı düşünceler hüküm sürmekte. Bunun dışında kalan insanlar bu sefer medya ile zamanı hibe etmektedir. Sosyal medyada sabahtan akşama kadar hiçbir faydası olmayan, hiçbir katkı sağlamayan uygulamaları kullanan insanlar mutsuz ve amaçsız. Bu zamanın heba edilmesinin yaş aralığı da gittikçe düşmekte, bu çok üzücü bir durum, ne yazık ki geçen zamanın telafisi ve tedavisi yok. Herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Eğitim modelinin değişmesi, öğretmenlerin de bu yönde bir yol izlemesi lazım. Öğretmen öğrenciye rehber olmalı, öğrenci için umut var etmeli. Bir öğrenci öğretmeninin telkiniyle geleceğe güzellikle bakabilmeli, hayaller kurabilmeli. Şayet öğretmen bunları başaramıyorsa köyde koyunları güden bir çobandan farkı yoktur. Öğrencileri dört duvar arasında kırk dakika tutmak herhangi bir insanın yapabileceği bir şey oysa öğretmenler bundan daha fazlasını yapabilmeli, yapmalı. Dilerim daha güzel, verimli ve başarıyı var edecek eğitmenler sahaya iner ve çocuklar da gençler de daha azimli, inançlı olur. “Kızlarını okutmayan millet oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum etmiş demektir; hüsranına ağlasınlar!” Bu söz çok doğru gelmekle birlikte ilerleyen sayfalarda kadınları okutmakla bir yerde yanlış yapıldığından bahsetmişti. Bu durumda yazarımız kendiyle çelişmekte midir? Yazarımız burada kadınların ev işiyle erkeklerin dış dünyayla ilgilenmesi gerektiğini kadınların okumakla düzenin bozulduğuna değinmiş. Ben buna kesinlikle katılmıyorum, maalesef çağın getirdiklerinden birisi de kadınların okuyup, ayakları üzerinde durup para kazanmasıdır. Çünkü kadının dayanamayacağı yerde ona ekonomik özgürlüğü yetişecek. Eskiden kadının ev işinden başka sorumluluğu yoktu evet ama huzurda vardı. Dünyaya iyilik, yardımseverlik, huzur hakimdi ama şu an yaşadığımız çağda insanın başına her şey gelmekte bu durumda bir bireyin( kadın-erkek) kendisini koruması için kendine yetip, her konuda kendini geliştirerek ve ekonomik bağımsızlığını elde etmesiyle mümkündür.
Türkiye'nin Maarif Davası
Türkiye'nin Maarif DavasıNurettin Topçu · Dergah Yayınları · 20164,641 okunma
·
362 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.