Duygularımız Kararlarımızda Ne Ölçüde Belirleyicidir?Kurgusu ya da üslubu tatmin etmese de bir eser dikkat çekici bir soru sorduruyorsa ya da bir konu hakkında dikkat kesilmemi sağlıyorsa benim için hakkında bir şey yazmaya değer kitaplar arasına giriyor. Okuyucu da benim için böyle bir kitap.
15 yaşında sara hastası olduğu için okuldan ve akranlarından uzak kalıp kendini kitaplara vermiş Micheal'ı kahraman olarak buluyoruz. Bir gün sokakta hafif derecede fenalaşıp bir kadının yardımıyla evine gelir. Anne babasının teşvikiyle teşekkür için kadının evine gitmesinin ardından gelişen süreç içinde de kendisinden 21 yaş büyük bu kadınla bir ilişki yaşamaya başlar. Yazar gelebilecek tepkileri de göze alarak bu ilişkiyi erotik sahneler de ekleyerek detaylandırmış. Kitaplarda her türlü ilişki, ruh hali, durum veya olayı görmeyi normal karşılayan bir okur olarak bu ilişkiyi de garipsemedim. Buna karşın insanların bu tarz ilişkileri kitaplarda görünce genellikle verdikleri tepkiyi bu esere vermediklerini fark edip bunun üzerine biraz düşündüm. Eğer 36 yaşındaki bir erkek ile 15 yaşında bir kızın ilişkisi söz konusu olsa aynı tepkisizlik oluşur muydu diye kendi kendime sordum, buna cevabım ise "oluşmazdı, yani mutlaka tepki meydana gelirdi", şeklinde oldu. O halde, bu durumda da cinsiyetlere yüklediğimiz değerlerin, anlamların algımıza etki ettiği sonucuna vardım.
Hanna adındaki bu kadın bir gün hiçbir not bırakmadan ortadan kaybolur, Micheal hayatına devam edip hukuk okumaya başlar. Nazi davalarından birinde izleyici olarak bulunurken Hanna ile karşılaşır, Hanna sanık sandalyesindedir, daha önemlisi iyi bir avukat tutmamış ve dava dosyasını da yeterince incelemeden ciddi düzeyde hüküm giymesine sebebiyet verecek şekilde ifadelerde bulunmaktadır. Buradan hareketle sorgulama yapan Michael, onunla anılarını didik didik edip nihayetinde Hanna'nın okuma yazma bilmediğini fark eder. Karşımıza absürd bir manzara çıkar bu noktada: Hanna, mesleki yaşamında alacağı terfilerden vazgeçerken, kendisini Nazi toplama kampında çalışan bir görevli olarak bulurken ve de sanık sandalyesinde otururken hep bu okuma yazma bilmemesinden duyduğu utancin merkezi bir rol oynadığına şahit oluruz. Peki, utanç duygusu bir insan için onun hayatını bu derecede mahvedecek düzeyde kuvvetli midir? Şu an Hanna'nın durumuna tüm olaylar yaşandıktan sonra geniş açıdan baktığımızda, onun ne kadar büyük bir saçmalığa imza attığını düşünebiliriz. Ancak Hanna, bu her bir olayda tercihlerde bulunurken bizim gibi sonuca bakarak hareket edememektedir. Anlık olaylar esnasında karar mekanizmamızı çoğu kez mantığın yerine anlık duygularımız etkiler ve neticede kendimizi 'saçma' ve vahim bir halin içinde bulabiliriz. Hanna'nın durumunu ben bu şekilde yorumluyorum.
Kitabın bana sordurduğu bu sorudan hareketle, hareketlerimizi hep akıl ve mantıkla temellendirme gayretinde olsak da sonuçta duygularımızın ve iç güdülerimizin ne kadar da belirleyici olduğunu görüyorum. Kendisinde düzen gördüğümüz yaşamın da aslında bir kaos ve bir saçma olduğunu da göz önünde alınca bu bana garip gelmiyor baştaki kadar. Sonuç olarak biz insanlar da bu saçma kaosun birer üyesinden başka bir şey değiliz.
Keyifli okumalar..