Hafif Batı Müziği’nin Türkiye’nin Batıya açık yanının ifadesi olarak henüz kendi ritmini aradığı ilk dönemden beri Barış Manço’nun farklı bir yeri oldu. 70’li yılların başında, yaptığı müzik kadar kıyafet tarzıyla da Batıya öykünmeciliği çağrıştıran o zamanki Hafif Batı Müziği sanatçılarının içinde özgün tavrıyla kendini hemen belli etti. “Dağlar dağlar...” sedasının yankılandığı yıllarda radyoda yapılan bir röportaj da şu ifadeleri ondan duyduğumda şaşırmıştım: “Keşke im kanım olsaydı da Batı Müziği yerine Türk Müziği ile uğraş- saydım. Gitar yerine bir ud, tanbur çalabilmeyi daha çok is terdim.”
Barış Manço’nun modern anlayışlarına karşın yerli bir duruşu oldu hep. Daha doğrusu modern arayışı sırasında yerli bir damardan beslenmesini bildi. Barış Manço’nun ge liştirdiği tarz Türk modernleşmesi ile geleneği, yerliliği kar şıtlık ilişkisi içinde ele almaya yatkın tavırlara karşı, zaten bir şekilde dönüşmekte olan, dönüşürken bir başkasını da dönüştüren çift yönlü bir dönüşümün en iyi ifadesi oldu. Bu bakımdan onun sosyo-kültürel olarak yeri, hiçbir kesime ait olmadığı gibi kimsenin de dışlayamayacağı bir sentez nokta sı sayılabilir.
Ölümünden iki gün önce bir davette, Osmanlı’mn 700. yılı için bestelediği parçayı piyanoda icra etmesi onun sanat hayatının bir özetini veriyor aslında. Pek çok kesimin çatış ma alanı olarak algıladığı noktada durarak özgün bir sentez gerçekleştirebilmiş çok az değerden biriydi.