Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

680 syf.
·
Puan vermedi
·
31 günde okudu
PESSOA VE HUZURSUZUĞUN KİTABI ÜZERİNE
Peki, kim kurtaracak beni var olmaktan? Ne ölümdür istediğim ne de hayat.* 13 Haziran 1888 saat 15.20'de, Largo de S. Carlos'ta, 4 numaralı evin soldan dördüncü katında, aynı zamanda müzik eleştirmenliği de yapan adalet bakanlığı görevlisi Joaquim de Seabra Pessoa ile Maria Madalena Xavier Pinheiro Nogueria'nın ilk çocuğu Fernando Antonio Nogueira Pessoa dünyaya gelir. 1893 yılının Ocak ayında da kardeşi doğar, 13 Temmuz'da da veremli babası kırk üç yaşında ölür. 2 Ocak 1894'te kardeşi Jorge, daha bir yaşını dolduramadan, ölür. Annesi komutan Joao Miguel Rosa ile tanışır ve bir yıl sonra evlenirler (Pessoa da Huzursuzluğun Kitabı'nda buna hafifçe değinir). 26 Temmuz 1895'te Pessoa, çocuksu bir dörtlük olan ilk şiirini yazar: A minha querida mama (Canım annem). 6 Ocak 1896'da Fernando ve annesi Durban'a giderler ve Fernando, İrlandalı rahibelere bağlı Kutsal Aile manastır okuluna gider. İlköğrenimini burada tamamlar ve ilk komünyonu da burada yapılır. 1899 yılının Nisan ayında Durban Lisesi'ne girer. Fernando'nun edebiyatla tanışmasında, özellikle Latin klasiklerini ve İngiliz edebiyatını tanımasında lise müdürü önemli bir rol oynar. 1902 Mayıs'ında Portekizce ilk gençlik şiirini yazar: Quando ela passa (O geçtiğinde). Fernando Güney Afrika'ya tek başına, Alman ''Herzog'' gemisiyle döner. Durban Ticaret Lisesi'ne kaydolur. Geceleri buradaki derslerini izlerken, gündüzleri de Cape of Good Hope Üniversitesi'nin giriş sınavına hazırlanır, İngilizce romanlar yazmayı dener. Günlüğü okuduğu yazarlar hakkında fikir verir: Shakespeare, Shelley, Keats, Byron, Espronceda, Voltaire, Moliére, Tolstoy, Aristoteles, Lombrosso. ''O Palrador'' adlı bir dergi kaleme almayı tasarlar ve başlar. Dergiye Fernando'nun yarattığı on beş Portekizli ve İngiliz ''yazar'' katılır. Cape of Good Hope Üniversitesi'nin sınavında en iyi İngilizce kompozisyon yazana verilen Queen Victoria Memorial Prize'ı kazanır. Ödül kitaptır ve Fernando da Keats, Tennyson ve Ben Jonson'ın şiirlerini, Poe'nun ''Olağanüstü Öyküler''ini seçer. 1904'ün Şubat ayında Durban Lisesi'ne geri döner ve üniversitenin birinci yılının dengini orada okur. İngilizce şiir ve düzyazılar yazar, heteronimi Charles Robert Anon'ı yaratır. Aralık ayında, lise dergisinde Macaulay üzerine bir eleştirel denemesi yayımlanır. Cape of Good Hope Üniversitesi'nin ''Intermediate Examination in Arts'' sınavından başarıyla geçer fakat Britanya uyruklu olmadığından burs alamaz ve Güney Afrika'daki eğitim hayatı sona erer. Lizbon'a tek başına döner. On yedi yaşındadır. Böylece, ömrü boyunca Lizbon'da on altı farklı evde sürecek gezginlik hayatı başlamış olur. Lizbon'da Edebiyat Yüksekokulu'na kaydolur. Günlüklerinden anlaşıldığı kadarıyla dersleri heyecan duymadan takip etmektedir fakat filozofları, şairleri ve bazı yazarları okur. The Door adı İngilizce fantastik masalı yazmaya başlar (Ekim 1907'de tamamlayacaktır). Eylül'de Edebiyat Yüksekokulu'na yeniden başvurur fakat bu kez diplomasi ve felsefede serbest öğrenci olmak istemektedir. 1907 Mayıs'ında ailesi Durban'a geri döner. Fernando'nun büyükannesinin akıl sağlığı giderek bozulmaktadır. Fernando derin bir ruhsal kriz geçirir. ''Fernando Pessoa''nın akıl sağlığı üzerine bilgi toplayan psikiyatr taklidi yaparak Durban'daki arkadaş ve öğretmenlere Fransızca mektuplar yazar. Edebiyat Yüksekokulu'ndan ayrılır ve Diktatör Joao Franco'nun iktidarıyla birlikte edebi vatanseverlik hissi başgösterir, Portekizce şiirler yazma arzusu başlar. Büyükannesi ölür ve ondan kalan mirasla yayınevi kurmaya karar verir, ancak proje hızla yenilgiyle sonuçlanır. İlginç bir şekilde düzenli çalışmasını gerektirecek iş tekliflerini reddeder. 1908 yılında, yirmi yaşına girdiği yıl, tek başına yaşamaya başlar. Lizbon'daki ticarethanelerde, sabit çalışma saatlerine mecbur kalmadan, yabancı dil yazışmaları yürüterek hayatını kazanır (ömrünün sonuna kadar bu mesleği icra edecektir). 1912'de yeni arkadaşlar edinir ve Pagan bir şair yaratma fikri kafansında oluşur (daha ileride doğacak olan Ricardo Reis). Nisan ayında A Aguia dergisinde ilk edebi eleştirisi yayımlanır: Sosyolojik Açıdan Ele Alınan Yeni Portekiz Şiiri. 1903 yılının Mart ayında Teatro adlı dergiye edebiyat eleştirmeni olarak yazmaya başlar. Aynı ay içinde yazıları çıkmaya devam eder. 29 Ocak 1914'te, Pessoa'nın kendi ifadesine göre, akşam saat on birde heteronim Ricardo Reis ruhunda doğar. Ancak şiirsel özerkliğine haziran ayında kavuşacaktır. 8 Mart'ta heteronim Alberto Caeiro ortaya çıkar. 1914'ün Eylül'ünde Huzursuzluğun Kitabı'ndan parçalar yazar. Lizbon'da Jansen Lokantası'nda Orpheu dergisini oluşturacak grup toplanır. Kasım ayında Pessoa eşyalı bir odaya geçer, ciddi bir depresyon geçirir ve Huzursuzuğun Kitabı'nın yeni bölümlerini yazar. 26 Mart 1915'te Orpheu'nun ilk sayısının yayımlanması büyük yankılar uyandırır. Devam eden aylarda yazılar yayımlar. 6 Aralık'ta Sa-Carneiro'ya (çok değerli bir arkadaşı) gönderdiği mektupta, ruhsal bakımdan güç durumda olduğunu ve metafizik bir korkuya kapıldığını yazar. Annesinin sağlık durumunun da giderek bozulması, Fernando'nun kaygısını giderek şiddetlendirmektedir. 31 Mart 1916'da Paris'te buunan ve psikolojik krizi önemli bir ölçüde şiddetlenen Sa-Carneiro intihar edeceğini bildirir. 26 Nisan'da Sa-Carneiro'nun Paris'te (yirmi altı yaşında) intihar ettiği gün, Pessoa da arkadaşına tamamlanmamış son bir mektup yazar. Ölümü Pessoa'yı derinden etkiler. Devam eden yıllarda birçok şiiri yayımlanır. 5 Ekim 1919'da üvey babası ölür. 1919 sonu ya da 1920 başında Ophelia Queiroz'la tanışır. O dönemde Ophelia on dokuz, Fernando otuz bir yaşındadır. Birbirlerine âşık olurlar. Annesi (yanında da bir hastabakıcı), erkek ve kız kardeşleriyle birlikte Portekiz'e dönmek üzere yola çıkar. 1 Mart'ta Ophelia'ya ilk aşk mektubunu yazar ve ailesinin gelmesini beklerken tuttuğu evde ölümüne dek yaşayacaktır. Ophelia'yla aşkının ilk evresinin sonu gelir. Yazgısının başka bir Yasa'ya tabi olduğunu yazar. 1922 yılının Mayıs ayında Anarşist Banker yayımlanır. 1924'te Pessoa'nın ressam Rui Vaz ile birlikte yönettiği Athena dergisinin birinci sayısı çıkar. 17 Mart 1925'te annesi ölür ve en büyük üzüntülerinden birini yaşar. Kız kardeşi Henriqueta Madalena'ya göre Fernando bir daha kendini toparlayamamıştır. 1929'da Ophelia'ya olan aşkı yeniden alevlenir. 1930'da, Coimbra Üniversitesi'nde Fransızca okutmanı olan Fransız Pierre Hourcade'ın Paris'te çıkan Contacts dergisinde yayımladığı Pessoa üzerine deneme, yabancı bir dilde Pessoa hakkında yazılmış ilk yazı olur. 1931'de, yılın ilk üç ayında, Ophelia'ya yazdığı ve hepsi cevapsız kalmış on iki mektubun sonuncusu gönderilir. Duygusal ilişkilerinin kesin sonu bu olur. Yazıları ve şiirleri ödüller alır. 1935'te, yine birçok şiir yazarak, 30 Kasım saat 20.30'da ölür. Son sözleri ''I know not what tomorrow will bring''¹ olur.² Huzursuzluğun Kitabı'nda Pessoa, acılarını, sevinçlerini, umutlarını, kırgınlıklarını, ikilemlerini, gitgellerini aktarmış, hayatın yoruculuğunu, sıkıcılığını ve monotonluğunu da kendine has üslubuyla yansıtmıştır. Pessoa, Alberto Caeiro, Ricardo Reis, Alvaro de Campos ve daha birçok ''heteronim''³ yaratmıştır. Bu kitaptaki heteronimi ise Bernardo Soares'dir. Pessoa, hayatını özetlerken gördüğünüz üzere, sadece edebi alanda heteronimler yaratmaya meyilli değildir, aynı zamanda kendi yaşamında da yaratır, ''Fernando Pessoa''nın akıl sağlığı üzerine bilgi toplayan psikiyatr taklidi yaparak Durban'daki arkadaş ve öğretmenlere Fransızca mektuplar yazar. Yani Pessoa'nın bu ''insan oluşturma'' çabası sadece kendi ruhuna işlemekle kalmamış, aynı zamanda onu dışa vurabilmiştir de. ''Devletin ya da toplumun dayattığı zorunluluklarla uğraşmak zorunda kalmamıştı hiç. İçgüdüsel ihtiyaçlarını bile görmezden gelmişti. Sevgili ya da dost olabileceği insanlara hiçbir nedenle yakınlık duymamıştı,'' diye giriş yapar Pessoa, Bernardo'nun kişiliği hakkında. Bernardo bu yönüyle tıpkı Anarşist Banker'e benzer; çünkü ikisi de devletin baskılarından arınmıştır ve ''ben'' olmak için uğraşıyorlardır. Anarşist Banker'e benzeyen bir diğer yanı, onun da devrimleri yermesidir. ''Ne türden olursa olsun şiddeti daima, insanoğlunun özündeki aptallığın hoyrat bir yansıması görmüşümdür. Hem zaten bütün devrimciler aptaldır, daha az rahatsızlık verdikleri için onlar kadar olmasa da, bütün reformcular da öyle,''⁴ der Bernardo, yine Banker'e benzer şekilde. O, eylemsizliği arzular ve hiçbir zaman ''şiddetin ve eylemin'' bir çözüm olabileceğini savunmaz. Bernardo sık sık sokaktaki insanları, mutluluğu uzaktan izler ve ''bakar.'' Mutlu kızların bilinçsizliğine ağladığını söyler fakat yine de onun acıdığı kendisi, kendi bilinçliliğidir. ''Belki de yalnız kendimdir acıdığım,'' der ve gerçekten de düşünen, sorgulayan insan, bu sorgulamanın sonucu olarak acı çektiği ve bu acının eşi olmadığı için, çoğu zaman sorgulamayı, düşünmeyi istemez. Yine de ''sorgulayan insan'' sorgulamaktan, gerçeğin peşine düşmekten, acının yanında, manevi bir haz da aldığı için, serüvenine devam eder. Bernardo'nun da devam etmeme gibi bir lüksü yoktur; devam eden bir ''seyirci''dir o. Kızlara bakar, onlara da, kendine de acır ve sorar: ''Kendim miydi acıdığım?'' Belki de bu sorusunun, içindeki fırtınanın dışa vurumu olan bu sorusunun, cevabını kendisi çok güzel bir şekilde verir: ''Her şeyden bıkarız, demişti şârih, anlamak hariç; öyleyse anlayalım, hiç durmadan anlayalım, bir taraftan da er ya da geç solup gidecek kolyeler, çelenkler yapmaya uğraşalım kurnazca, anlama yetimizin hayalet çiçekleriyle.''⁵ Bernardo'nun hayatında neredeyse hiç kimse olmadığı için o, hayatındaki insanlara karşı çok korumacıdır. Kendisi bir yaşındayken ölen annesine bile düşkündür, ''öpücüklerini ve hatırlayamadığı sıcaklığını''⁶ özler onun. Pessoa da böyle biridir; onun hayatında da çok fazla insan yoktur ve korumacıdır. Arkadaşının intiharı bile onu annesinin ölümü kadar etkilemez ve bir daha ''eski Pessoa'' olmaz. Aslında, etrafımıza bakarsak, sadece Bernardo ve Pessoa değil, bu tür insanlardan çokça olduğunu fark ederiz. Bernardo'nun patronu Vasques, gayet sıradan, ''insancıl, zor zamanlarında dert dinlemesini bilen, art niyetli düşünmeyen, sağlıklı, hoş, dürüst''⁷ bir insandır. Dolayısıyla Bernardo'nun gözünde bu ''sıradanlık'' onu hayatın kendisiyle özdeşleştirmesine sebep olur. ''Hepimizin bir Patron Vasquez'i vardır,'' der Bernardo. Hepimizin vardır ve herkes o Vasquez'in anlamlı mı yoksa anlamsız mı olmasına karar vermesi gerekir. Bernardo da kendine ''Vasquez'den sömürülmem iyi,'' der ve Vasquez'i (hayatı) sahiplenmeye devam eder. Hayat (Vasquez) sıradandır fakat kendi evi, kendi içi ve kendi duyguları ''sanat''tır; çünkü onlar özeldir. Vasquezler ne kadar sıradan olursa olsun, mutlaka yaratıcı bir ''oda'', sanat dolu bir ''Rou Dos Douradores'' olacaktır. Evet, olacaktır çünkü onun için ''var olan her şeyin anlamı, bütün muammaların çözümü Rua Dos Douradores'tedir.''⁸ ''Dünya avucumda olsaydı, gözümü kırpmadan bir Rua Dos Dourdores biletine değiştirirdim onu,''⁹ der Bernardo. Kendi odasını, ''sanat''ını ve hayata anlam yüklediği yeri o kadar içselleştirmiştir ki, dünya bile o küçücük odanın yanında hiç kalır; çünkü onun için ''her şey'', tam olarak her şey, bu odadadır. Bu odada düşlerini kurar, bu odada yazar, bu odada düşünür ve bu odada dinlenir; dünya onun için bu küçük odadır. Pessoa'nın kendi yaşamında ailesini beklemek için tuttuğu ev ve onun bir odası belki de Bernardo'nun bu odasına eş değerdir. ''Gündüz bir hiçim, gece ise kendim olurum.'' Bernardo böyle bir insandır. Toplumdan öyle kopmuştur ki, gündüzleri hiçbir şey hissedemez, sadece hayatın akışına bırakır kendini. Akşam olunca ise, kendiyle baş başa oluğu, kendini tanımaya çalıştığı (?) için, bu buluşma ''donuk'' bir buluşma olmaz. Kendiyle olunca Peçorin gibi hissiz olmaz. Evet, o hâlâ hayattan keyif almayan, azılı bir ''huzursuz''dur fakat kendiyle olmak, içinde bir şeyleri harekete geçirir, ''kendi'' olmak için çabalar. ''Kendi olma'' konusu Bernardo için çok önemlidir; çünkü o bireyci olarak nitelendirilebilir. Bu açıdan Coriolanus'a benzemesi ve Kral Lear'ı çok sevmesi tek değildir onu Shakespeare hayranı yapan. Aynı zamanda kişiliği de Hamlet'inkine çok benzer. ''Uyusam, uyuyakalsam, sakinleşsem! Huzur içinde soluk alıp vermenin, evrensiz, yıldızsız ve ruhsuz soyut bilincinden ibaret kalsam -sadece yıldızların yokluğunu yansıtan, ölü heyecan denizi olsam,'' der Bernardo ve belki de Hamlet'in ruh haline en çok atıf yaptığı andır bu; çünkü Hamlet de sık sık uyumak, sonsuz uykunun içinde kaybolmak ve çürüyüp gitmek ister. Ayrıca Hamlet'in ikiliği de sık sık Bernardo'nun kişiliğinde de yer bulur, ikisi de ''var olmak ile yok olmak'' arasında kalmıştır. Belki de bu ölümsüz tirat her ikisinin ruh halini en iyi açıklayan alıntılardan biridir: ''Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! / Düşüncemizin katlanması mı güzel, / Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, / Yoksa diretip bela denizlerine karşı / Dur, yeter demesi mi? / Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız / Bitebilir bütün acıları yüreğin, / Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.''¹⁰ Bireyciliğe geçmeden önce, Bernardo'nun ikiliğinden, Hamlet ve Yakov Petroviç Golyadkin'inkine benzer arada kalmalarından bahsedelim. Bernardo kitapta o kadar çok zıt kutuplara yaklaşıyor ki, bunu fark etmemek elde değil. Bir sayfada hayatı överken, diğerinde yeriyor. Bir sayfada umutluyken, diğerinde karamsarlığa kapılıyor. Bir sayfada edebiyatı överken, diğerinde anlamsızlığına vurgu yapıyor. Bir sayfada bilinçliliği överken, diğerinde yeriyor... Birçok örnek verilebilir buna.¹¹ Aslında insan, kendi içinde de bu ikilemlere düşüyor, yani bu özellik sadece Bay Golyadkin, Hamlet ve Bernardo'ya özgü değil. Basit bir örnek verecek olursam: Bir an kendimize ''Su içmeliyim'' diyoruz ve aradan birkaç saniye geçmeden üşenip ''Neyse, boş ver'' diyoruz. Bunun gibi günde yüzlerce, gerek önemli gerekse nispeten önemsiz, ''ikilem''ler olduğunu düşünürsek içimizde ve bunları fark edersek, aslında nasıl ''çelişki yumağı'' olduğumuzu daha iyi kavrarız. ''Gölgelerin içindeyken, bireyciliğin yaşamdan hiç ama hiçbir şey beklememek anlamına gelen soyluluğuna erişsem,''¹² der Bernardo ve bu alıntısıyla hem kendisinin hem de Banker'in bireyciliğini oldukça güzel özetler. ''Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir,''¹³ der ve bu alıntı yine Banker'i işaret eder. Var olabilecek tek ''anarşist'', hem teoride hem de pratikte, Banker'dir ve bunu kendisi de bilir. Kendi için çalışır ve sadece kendini toplumsal baskılardan ve para ''illetinden'' uzak tutar. Başkaları uğruna, salakça fedakarlıklar için ölümü göze almaz, kendine bakar. Fedakarlık diye bir şeyin olmadığını, sadece kişisel çıkarların var olduğunu iyi bilir ve kendini ''toplum kahramanı'' ilan etmek için uğraşıp kendini kandırmaktansa, düşünüp kendini var eder. Bu yüzden Bernardo da Huzursuzluğun Kitabı'nda der ki: ''İnsan olmak, kendini var etmesini bilmektir.''¹⁴ Aslında tam olarak Bernardo'nun dediği gibi insan yalnız olunca özgür kalır çoğu zaman; çünkü başkasına bağlı kalarak düşünmez ya da iradesi dışında bir şey yapmak zorunda kalmaz. Aynı zamanda, başkasına bağlı kalmak, sevgisine, parasına, gücüne ya da herhangi bir sahipliğine muhtaç olmak insanı kısıtlar. Sadece kısıtlamakla kalmaz, çoğu zaman yorar da. Sevgi ihtiyacı olan biri için sevgisizlik, başkasına muhtaçlık, insanı yorar. Paraya ihtiyacı olan biri için işsizlik, başkasına muhtaçlık, insanı yorar. Tabii bunun dışında insan başkalarının yanında mutlu da olabilir fakat çoğu zaman insan kendiyle yetinmeyi bilmelidir; çünkü yanımızda her kim olursa olsun, zihnimizde yapayalnızız. Aynı şekilde daha birçok alıntıda bu ''bireycilik''ini vurgular Bernardo.¹⁵ Nefretini kustuğu alıntılardan biri de budur: ''(Başkasına?), içimi döktüğümde sanki büyümüşüm gibi gelir, oysa aslında küçülmüşümdür. Başkalarıyla yaşamak ölmektir. Benim için sadece özbilincim gerçektir: Ötekiler bu bilincin içinde hayal meyal seçilen olgulardır, onları olduğundan daha gerçek görmek, marazi bir davranış olur. Ne pahasına olursa olsun kendi bildiğini okumakta inat eden çocuk, Tanrıya yakındır, çünkü var olmayı istemektedir.''¹⁶ Hatta Bernardo'nun bireyciliği öyle bir safhaya varmıştır ki, kendisi bile kendine ait değildir, ''hiçbir şeye ait değilim, hiçbir arzum yok, hiçbir şey değilim,'' der. Burada kendimize şu soruyu sorabiliriz: Neden Bernardo kendi olmayı, hatta kendisi bile olmamayı, bu kadar umursuyor ve bu kadar vurguluyordu? Kendisinin başkalarını izlemek için yaratıldığını, ''bulanık bir manzara'' olduğunu söyleyen Bernardo, ''Bu sayfalarda mevcut olan bir başkası. Ben daha şimdiden, hiçbir şey anlayamaz haldeyim,''¹⁷ der; çünkü her ne kadar pasif olursa olsun, eylemsizliği savunursa savunsun, kendini ''hiç'' diye nitelendirirse nitelendirsin, değiştiğini, dönüştüğünü hissediyordur. Herakleitos'un nehir metaforundaki gibi, o da değişiyordur; çünkü zamanın akmasıyla birlikte o da ''akıyordur.'' Ayrıca Bernardo, ''Bendeki duygular ne kadar samimi olursa olsun, hep yüzeyde yaşar. Aktörlükle geçti ömrüm, üstelik birinci sınıf bir oyun çıkardım. Ne zaman sevdiysem başka türlü göründüm, kendime bile,''¹⁸ der ve bu konudaki ikiliğini de gözler önüne serer. Bu kadar çok bireycilik vurgusu yapan Bernardo bile ''maske''lerle çok fazla dolaşıp kendine yabancılaşıyorsa, bizim de kendimize ''Ne kadar kendim olmaya çalışıyorum?'' diye sormamız gerekir; çünkü özellikle şu zamanlarda insanlar, dolaylı ya da dolaysız yoldan, başka insanların boyunduruğu altına girip kendi iradesini yok etmeyi bir lütuf olarak görüyorlar. Aynı şekilde insanlar, katıldığı ortama özel olarak kendine bir ''maske'' takmayı önemli görüyorlar ve bu yüzden her şeyden çok kendimizi ihmal ediyoruz. Fotoğrafını, kendi somutluğunu ilk kez gören Bernardo, durgunluğundan ve ''cansızlığından'' dolayı üzülür. Aslında kendisinin ''cansız'' olduğunu, hiç olduğunu defalarca tekrar etmiştir fakat bu somutluk onu rahatsız eder. Hem bu gerçeklik hem de Moreira'nın ona ''Kendi gibi çıkmış, değil mi?'' demesi onu somut bir ''hiç'' olmanın karanlığına sürükler. Aynı şekilde, ilerleyen sayfalarda da ''Kendi yüzünü görememeli insan, çünkü bundan daha korkunç bir şey yok. Doğa insana hem kendine hem de kendi gözlerinin içine bakamama yeteneğini bahşetmiş. (...) Aynayı her kim icat ettiyse, insan ruhunu zehirlemiştir,''¹⁹ der. ''Kendimle ilgili net bir fikrim yok; hatta, fikir sahibi olmama fikrinden bile yoksunum. Kendime dair bilincimin bir göçebesiyim. Uykudan ilk uyandığım gün, içimdeki servetin bir parçası olan sürüler dağılıp gitti,''²⁰ der ayrıca Bernardo, ki bu ilginç bir alıntıdır; çünkü tartışmaya oldukça açıktır. Düşünebilen ve düş dünyasında gezip, bilinçliliği karşısında ezilen bir insan için kendini tanımamak ve ''Ne yapıyorum?'' diye sormamak imkânsız gibidir (fakat işin içinde Bernardo varsa hiçbir şey imkânsız değildir). Bernardo da bazen kendi kişiliğine uzaktan bakıyormuş gibi yorum yapar ve sık sık bıkkınlığını dile getirir. Öte yandan Bernardo, fotoğrafını görünce başka birini görmüş gibi şaşırır, üzülür. Yabancı, hiç tanışmadığı başka biriyle görüşmüş gibi hisseder. Bu, Bernardo'nun kendi dış görünüşüne kayıtsız olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca, Bernardo'nun gerçekten de hem dış görünüşüne hem de kendi manevi yönüne de kayıtsız olduğu şeklinde de yorumlanabilir. ''Hayat tahayyül edebildiğimiz kadardır. Bütün dünyası tarlasından ibaret olan köylünün gözünde, o tarla bir imparatorluktur. Caesar'ın gözünde ise azımsadığı imparatorluğu topu topu bir tarla kadardır. Fakir insanın bir imparatorluğu var, güçlü olanın ise altı üstü bir tarlası. Aslına bakılacak olursa, sahip olduğumuz tek şey izlenimlerdir; dolayısıyla, hayatımızın gerçekliğini izlenimlerin üzerine oturtmalıyız, algıladıkları şeylerin değil,''²¹ der Bernardo. Burada insanın algıladıkları düzeyde mutlu olabileceğini belirtmiştir. Eğer bir var olanla mutlu olup, geçinmeyi ve idare etme iyi biliyorsak, ''algıladığımızla'' rahatlarız ve bu mutlulukla hareket edip daha mutlu olmak için çabalarız. ''Daha iyi''ye ulaşınca ekstra mutlu oluruz fakat doyumsuz biri için küçük bir mutluluk bile hem imkânsız hem de zaman kaybıdır. Bu alıntı bana, Pessoa'nın da çok sevdiği Shakespeare'in bir alıntısını hatırlattı: ''Gönül rızasıyla fakirlik, kararsız zenginlikten / Hem daha uzun ömürlüdür, / Hem daha tez varır mutluluğa. / Birinde isteklerin sonu gelmez; / Ötekinde istek kaşıntısı kalmaz. / Gözü doymadıkça insanın, en büyük nimet / Başını derde sokar, rahatını kaçırır; / Tokgözlü, en kötü durumda, daha rahattır ondan.''²¹ ''Bilince işaret eden bütün tavırları sergiliyorlar, ama hiçbir şeyin bilincinde değiller, çünkü bir bilince sahip olduklarının farkında değiller. Kimileri akıllı, kimileri aptal -aslında hepsinde aynı aptallık. Kimileri daha yaşlı, kimileri daha genç -aslında hepsi aynı yaşta. Kimileri erkek, kimileri kadın -aslında hepsinin cinsiyeti aynı; var olmayan bir cinsiyet bu.''²² Tolstoy'un İtiraflarım'da söylediği gibi, birçok insan düşünmeden gelip geçiyor bu dünyadan. Pessoa'nın da bu alıntıda ve daha birçok yerde vurguladığı,²³ ''Yaşamak, düşünmemektir,'' dediği ve Dostoyevski'nin de ''Aptal adam, mutlu adamdır,'' dediği konu bu. Aslında, gerçekten de ''bütün dünya bir sahnedir'', tıpkı Shakespeare'in dediği gibi. Birey olmayan, topluma fazlasıyla bağlı olan ve düşünmeyen bu insanlar, kukladan, bir oyun yazarının karakterleri yönlendirdiği bir ''oyuncu''dan farksızdırlar. Onlar sahnenin içindedirler ve ölene kadar çıkamazlar, hep başkalarının yazdığı oyunu oynarlar. ''Birey'' olduğunu (tıpkı Bernardo gibi), kendi düşüncelerinin var olduğunu ve ''gerçek''liği fark eden insanlarsa yapay değil doğal, sağlam bir bilince sahiptirler. İşte onlar oyunu seyreden izleyicilerdir; kötü bir oyunu seyreden gibi bakarlar sahneye. Aynı zamanda, bu konuya yapılacak en güzel alegorilerden biri de Tolstoy'un alegorisidir. Bir insan düşünün, ormanda geziyordur, aniden bir kuyuya düşer ve kuyunun hemen dibinde, kendisini yemek üzere bekliyor olan bir ejderhanın varlığını görür. Bir dala tutunur ve dalın hemen yanında, tadı harika olan bal vardır, o insan da ejderhanın kendisini yiyeceği ana kadar kendini balın tadıyla oyalar. İşte insanlar da aynen böyledir, gerçeği görmemek için, gerçek rahatsız edici olduğu için, kendilerini balla oyalarlar. ''Yazmak, unutmaktır.''²⁴ Sadece iki kelimelik bu harika alıntı, yazan ve yazma tutkusu olan herkesi özetler nitelikte; çünkü yazmak, unutmaktır. İnsan kendi içindekileri dışa vurmak için, biraz olsun rahatlamak ve belki de o düşüncelerin birine ulaşmasını sağlamak için yazar. Roman, öykü, deneme ya da herhangi bir türde yazanlar, bu acıları sadece kendileri yaşadıkları için, başkalarına anlatamadıkları için, ya kurgu oluşturup karakterlerine bu acıları çektirtirler ya da direkt aktarırlar, belki insanlar çektiği acıları anlar diye. Pessoa'nın da yazma eylemine uyuşturucu demesinin sebebi de bu; çünkü yazmak insanı bir nebze olsun rahatlatır, içimizdeki kirleri hem alır hem de artırır. ''Yazarken rahatlıyorum, hastalığı geçmediği halde nefesi birdenbire düzeliveren bir hasta gibi,''²⁵ demesinin sebebi de aynen budur. ''Sanat: Bütün değerini, bizi buradan uzaklaştırmakla kazanır,''²⁶ der Bernardo. Gerçekten de sanat, her ne kadar bütün değerini buradan almasa da, bizi var olduğumuz dünyanın sıkıcılığından, yoruculuğundan ve monotonluğundan alıp bazen düşünmeye, bazen gülmeye ve bazen de sıkılmaya iter. Fantastik şeylerin çekici gelmesi de ''alışılmadık'' olmasındandır, sanat da çoğu zaman hem alışıldık hem de alışılmadık olmasından dolayı çekici olur.²⁷ ''Hiçbir insan ötekileri anlayamaz. Şairin dediği gibi, hayat okyanusunda birer adayız; aramızda bizi tanımlayan, birbirimizden ayıran deniz vardır. Bir ruh istediği kadar bir başka ruhun ne olduğunu anlamaya çalışsın, olsa olsa kiminle iki çift laf edebileceğini öğrenmiş olur -zihninin zeminine fırlamış şekilsiz gölgenin kim olduğunu.''²⁸ ''Ruhu anlatmak olanaklı mı?'' konusu benim için de, görünen o ki Pessoa için de çok önemli; çünkü psikolojik ve fizyolojik olduğumuz kadar sosyolojik varlıklarız ve insanlarla iletişim kurmaya ''çabalıyoruz.'' Dil sınırlı bir araç olduğu için ve duyguları, düşünceleri çok az yansıtabildiği için, iyi bir gözlemle bunu, ruhu anlatmanın olanaklı mı yoksa olanaksız mı olduğu konusunu, fark edebiliyoruz. Hepimizin belirli sosyolojik, psikolojik, teolojik, fizyolojik vs. süzgeçleri var ve biz iletişim kurarken düşüncelerimizi saf halinden, bu süzgeçlerden geçirerek sunuyoruz. Karşımızdaki de bizim süzgecimizden geçen düşünceleri kendi süzgecinden geçirerek algılıyor ve geriye saf olan çok az şey kalıyor. Hem biz söylerken süzgeçten geçiyor hem de karşımızdaki algılarken. Pessoa'nın ''Bir şeyi dile getirmek hep yanılmak demektir,''²⁹ demesinin sebebi de bu. Yani insanlar her zaman George Dandin olmak zorundadır. George Dandin, şu muhteşem tiradıyla, insanın anlaşılmama durumunu açıklar: "Ağzımı bile açmayacağım, çünkü ne desem boş.”³⁰ Bernardo'nun metafizik görüşlerinde panenteizm, varoluşçuluk, deizm ve nihilizm vardır. İkiliğin vücut bulmuş hali olan Bernardo bu konuda da aynen öyledir. ''Ah, işte budur sıkıntı, sadece bu. Var olan her şeyde -gök, yer, evren-, hepsinde sadece benim olmam!''³¹ der ve ayrıca Tanrı'nın da her şeyle bir, hatta her şey olduğunu belirtir, bu, apaçık bir panenteizm vurgusudur. ''Çevremizi saran ortam, eşyanın ruhudur. Her şeyin kendine özgü bir dışavurumu vardır ve bu dışavurum ona kendi dışından gelir. Her şey, üç eksenin kesişmesinin bir sonucudur, o şeyi o kesişme yaratır: kararınca madde, bizim onu yorumlama biçimimiz ve içinde bulunduğu ortam. Üzerinde yazı yazdığım bu masa bir tahta parçasıdır, ama aynı zamanda masadır, bu odadaki mobilyalardan biri.''³² Bu pasaj varoluşçuluğun ''varlık özden önce gelir'' düşüncesinin bir yansımasını (''bu dışavurum ona dışarıdan gelir''), nesnelerin anlamının bizimle var olduğunu aktarmak istermişçesine yazılmış gibi. ''Tanrı'nın varlığını inkar etmek, insan zekasına musallat olan aptallıklardan biri gibi geliyor bana,''³³ der Bernardo ve deist Voltaire örneğini de verir. O, Tanrı'ya hem inanan hem de inanmayan, hem seven hem de sevmeyen, bu konuda da ikiliğe düşen biridir. Aynı zamanda Bernardo çok sık bir şekilde kendi ''hiç''liğini vurgular fakat en etkin alıntılardan biri budur: ''Benim gibi yaşayan bir insan ölmez: Biter, solar, bitkisel hayata girer. Bulunduğunuz yer varlığını sizsiz sürdürür, geçtiğiniz sokak görülmez olduğunuz halde yaşar, içinde yaşadığınız ev, siz olmayan sizi barındırır. Hepsi budur ve biz buna hiçlik deriz, ama bu hiçlik tragedyasını bile oynayamaz, alkışlayamayız çünkü gerçekten hiç olduğuna bile emin olamayız.''³⁴ Huzursuzluğun Kitabı'nda Bernardo'nun en çok bahsettiği şeyler düş, eylemsizlik ve bıkkınlıktır. Bu üç şey onun ''Teslis inancı''dır ve kendisi de bunlardan çok muzdarip olduğunu için, sık sık dile getirir. Düşleri bu kadar ön plana çıkarması normaldir; çünkü onun ''hayatının tinsel tarafı büyük oranda bu amaçsız ve değersiz düşlerden oluşur''³⁵ ve ''düş evreni baştan beri onun biricik gerçek dünyasıdır.''³⁶ ''Neden Bernardo bu kadar çok över düşleri?'' diye sorabiliriz kendimize. Hayat, önceden de vurguladığımız gibi, gayet sıkıcı, monoton geçtiği ve öngörülebilir olduğu için Bernardo bundan sıkılır. Sanatı sevmesinin nedeni de budur; çünkü o monoton değildir. Ayrıca Bernardo, düşlerinde ''anlaşılmama sorunu'' yaşamadığı için düşlerinde kalmayı tercih eder, bir şeyi dile getirmek hep yanılmak demektir, demesinin sebeplerinden biri de budur. Düşler, hayal kırıklığına ve ruhu anlamama sorununa imkân tanımaz. Bernardo da ütopyasında rahattır. ''Eylemsizlik bütün dertlerin tesellisidir. Hareket etmemek bize her şeyi verir. Hayal etmek her şeydir, sonunun eyleme varmaması koşuluyla,''³⁷ der Bernardo ve eylemsizlik tesellisini direkt belirtir. O, hem eylemsiz bir tutunamayan hem de eylemsiz bir tutunandır (ikiliği burada da vardır); çünkü o böyle mutludur ve yaşamak için maddi değil, manevi bir çaba gösterir. Belki de ''İntiharı hiçbir zaman bir çare olarak düşünmedim, çünkü hayata olan nefretim aslında ona olan sevgimden kaynaklanıyor''³⁸ demesinin sebebi de bundandır. ''Her şeyi ertele''³⁹ diyen bir Bernardo vardır karşımızda ve bu tutumu Dostoyesvki'nin ''Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur insan''⁴⁰ sözüyle bağdaşır. Bu söz, insanın yaşamda bir beklentisi, umudu kalmayınca ve ''yaşamakla yaşamamak arasında bir fark kalmayınca'' bireyin özgürlüğüne kavuştuğundan bahseder. Bernardo da hayattan bıkkınlığını sıkça dile getirir, düş ve eylemsizliğe övgülerinden bahseder, dolayısıyla o ''özgür'' bir insandır; her şeyi dilediğince erteler ve kimseye bağlı kalmaz, sadece kendisi vardır. Huzursuzluğun Kitabı düşünen, sorgulayan, bilinmeyen ve yolun sonu olmayan bir yolculuğa çıkan insanlar için kılavuz niteliğinde. Diyalektiğin, umudun, sevincin, bıkkınlığın, düşün, eylemsizliğin, sevginin, metafiziğin, sanatın, değişimin, bilinçliliğin ve daha birçok şeyin huzursuzluğu içinde huzuru arama yolculuğu bu. Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar. KAYNAKÇA: *(Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Can Yayınları, s. 291) ¹(hizliresim.com/98p29zp) ²(Fernando Pessoa, der. Işık Ergüden, Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor, Sel Yayınları, s. 273-80) ³(Heteronim, bir yazar tarafından farklı tarzlarda yazmak için yaratılan bir veya daha fazla hayali karakteri ifade eder.) ⁴(Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Can Yayınları, s. 215) ⁵(a. g. e, s. 304) ⁶(a. g. e, 55-56) ⁷(a. g. e, s. 36) ⁸(a. g. e, s. 38) ⁹(a. g. e, s. 46) ¹⁰(Shakespeare, Hamlet, İş Kültür, s. 71-72) ¹¹(En belirgini için bakınız: Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Can Yayınları, s. 494-495) ¹²(a. g. e, s. 76) ¹³(a. g. e, s. 355) ¹⁴(a. g. e, s. 129) ¹⁵(Daha fazlası için bakınız: s. 129, 383, 274) ¹⁶(a. g. e, s. 275) ¹⁷(a. g. e, s. 103) ¹⁸(a. g. e, s. 334) ¹⁹(a. g.e, s. 547) ²⁰(a. g. e, s. 156) ²¹(Shakespeare, Atinalı Timon, İş Kültür, s. 86) ²²(Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Can Yayınları, s. 111) ²³(Ayrıca bakınız: s. 248) ²⁴(a. g. e, s. 165) ²⁵(a. g. e, s. 413) ²⁶(a. g. e, s. 432) ²⁷(Sanat ve edebiyat için ayrıca bakınız: s. 331, 165, 166-167, 331) ²⁸(a. g. e, s. 430) ²⁹(a. g. e, s. 421) ³⁰(Moliére, George Dandin, İş Kültür, s. 42. Daha fazlası için bakınız: Huzursuzluğun kitabı, s. 41, 104, 402, 528. Ayrıca benim yazımı da okuyabilirsiniz: feanorunyazilari.wordpress.com/2021/06/03/ruhu...) ³¹(Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Can Yayınları, s. 455) ³²(a. g. e, s. 94, ayrıca bakabilirsiniz: s. 204) ³³(a. g. e, s. 322, ayrıca bakınız: s. 321-324) ³⁴(a. g. e, 73) ³⁵(a. g. e, s. 35) ³⁶(a. g. e, s. 492, ayrıca bakınız: s. 31) ³⁷(a. g. e, s. 220) ³⁸(a. g. e, s. 544) ³⁹(a. g. e, s. 612, Eylemsizlik için ayrıca bakınız: s. 171, 312, 462, 490, 505) ⁴⁰(Dostoyesvki, Ecinniler, İş Kültür, s. 143)
Huzursuzluğun Kitabı
Huzursuzluğun KitabıFernando Pessoa · Can Yayınları · 202110,4bin okunma
··
6,7bin görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.