Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

416 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
HEGEL
"Minerva'nın baykuşu, alacakaranlıkta uçmaya başlar." Hegel'in bu büyüleyici deyişine sadık kalarak, bir alacakaranlık vaktinde yazmaya koyuluyorum bu satırları. Kitap bitmiş ve alacakaranlığında, Minerva'nın baykuşu uçmaya, ben eser üzerinde düşünmeye hazır bir haldeyim… Hegel... Felsefe camiasının çalkantılı ismi. Benim için Hegel okumak, diğer felsefecilerin okumalarını daha verimli hale getirmek için zaruri bir hale gelmişti. Diğer bir okuma sebebim, onun felsefesi bir şekilde beni büyüler. Okudukça daha fazla okuma istenci oluşturan, karşı konulamaz bir cazibesi vardır. Özellikle meselelere bütüncül yaklaşması sebebiyle. Mutlağa giden yolda tüm düşünceleri nasıl ele almamız gerektiği hususunda bir kavram çıkar karşımıza: Aufheben, yani kapsayarak aşmak. Tarihin içinde olup bitmiş her düşüncenin bütünün bir parçası oluşu ve bu düşünceleri -yanlış veya doğru- dışlayarak değil, kapsayarak aşmak gerektiğine olan vurgusu beni büyüler. Buradan onun diğer bir kavramına, Diyalektiğine geçeriz. Diyalektiğini okumak ise ayrıca muazzamdır. Birlik, fark ve farktaki birlik. Yani herkesin bildiği şekliyle: tez, antitez ve sentez. Onun felsefesinde hatalar yok mudur? Fazlasıyla vardır elbette. Fakat kurmuş olduğu felsefe sisteminde onun hatalı düşünceleri de, kapsanarak aşılmak üzere beklemektedir. Yani tezleri, antitezlerinin oluşumuna vesile olmak üzere beklemektedir. Böylelikle tarih içinde akıl, mutlak tin, ilerleme kaydedecektir. Onun metafiziği, mutlak idealizmi, teolojisi, estetiği, devleti, diyalektiği, organik dünya görüşü vb. çok aydınlatıcı bir şekilde, bağlamına uygun olarak açıklanır. Kitap boyunca Hegel'in felsefesine etki eden birçok filozof da işin içine dahil olur. Buraya kadar biraz öznel ifadelerde bulundum ama eminim Hegel bunu sorun etmezdi. Onun özne-nesne özdeşliğini, naturalizmini ele alırsak, benim şahsi düşüncelerim de bütüne dahildir ve o yüzden mazur görülebilir... Benim için son derece çetin ve zorlu ama bir o kadar da aydınlatıcı ve geliştirici bir okuma oldu. Devam eden kısımlarda, kitabın her bölümüne dair minik bakışlarda bulunacağım. 1.Giriş Beiser, giriş bölümünde neden Hegel okumamız gerektiğini, Hegel okuması yaparken nasıl bir yol izleyeceğimizi anlatır ve Hegel'in kısa bir biyografisini verir. Bu bölüm Hegel'in iyi bir okuması için son derece zaruridir. "Neden Hegel okumalıyız?" sorusunun cevabını verirken, eserin önemi hakkında tatmin edici bir fikrimiz oluyor. Günümüz kavram ve hareketlerinin bir çoğunun temelinde Hegelcilik veya Hegel karşıtlığı yattığı için, en azından çağımızı anlayabilmek için bile Hegel okumamız gerektiğini söyler. Sonrasında "Yönteme İlişkin Bir Soru" bölümünde, sadece bu kitabı değil, tüm okumaları ilgilendiren muhteşem bir bilgilendirme yapar. Analitik veya Hermeneutik çalışma yöntemlerini artılarıyla eksileriyle açıkladıktan sonra, anakronizm'den kaçınmak ve bağlamına uygun bir okuma yapmak için Hermeneutik bir yöntem izleyeceğini söyler. Sonrasında Hegel'in kısa bir biyografisini verir. Çünkü "Bir filozofun tarihi, onun düşünüşünün, sisteminin oluşumunun tarihidir." Bu bölümlerin ardından Hegel ve kitap hakkında olabildiğince sağlam bir temel atılmış olur. 2.Erken Dönem İdealleri ve Bağlam (Kültürel Bağlam, Erken Dönem İdealleri) Hegel nasıl bir ortamda, ne tür sorunların arasına düşmüştü? "Kültürel Bağlam" bölümünde, Aydınlanmanın şafağında bir Hegel'i bağlamın içinde değerlendirilebilmemiz için, iyice o bağlama aşina oluyoruz. Çağın tartışmalarını ve sorunlarını iyice anlıyoruz: Temelcilik, Panteizm, Nihilizm, Tarihselcilik ve Teorik-Pratik tartışmaları. Peki Hegel kimlerle birlikteydi ve idealleri, erekleri nelerdi? Hemen ardından diğer bölüm "Erken Dönem İdealleri" ile Hegel'in ilk dönem fikirlerinin neler olduğunu ve bağlamın içinde oluşumunu irdeliyoruz. Böylelikle Hegel'in felsefesini incelemek üzere hazır hale geliyoruz. 3.Mutlak İdealizm "Kuşkusuz her şey pek çok anlama sahip olan 'metafiziğin' tam olarak ne anlama geldiğine bağlıdır. Burada söz konusu olan Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'nde tarif ettiği anlamdır: Metafizik, saf akıl aracılığıyla koşulsuzun bilgisini elde etme girişimidir." Mutlak İdealizm, Hegel'in felsefesini oluşturan ana kavramdır. Her bir parçada karşımıza çıkacak olan da mutlak olandır. Bu sebepledir ki, Beiser onu ilk olarak ele almıştır. Hegel'in felsefesine öncelikle, onun felsefesinin temeli olması sebebiyle, metafiziğini anlamaya koyuluyoruz. İlk olarak Metafizik'ten ne anlamamız gerektiği irdelenir. Sonrasında ise metafizik kapsamında mutlağın ne olduğundan, Mutlak İdealizm'in neye işaret ettiğinden, Özne-Nesne Özdeşliği'nde Kantçı-Fitcheci yaklaşımın Solipsizmle sonuçlanışı ve ona karşıt görüş olan Spinozacı Monizm anlayışından, Hegel'in İdealizminin teleolojik monizminden, Öznel/Nesnel İdealizm tartışmasında Hegel'in nesnel tutumundan, Spinoza'nın aksine öznelliğe hakkını veren bir monizmden, Özgürlük/Zorunluluk ve Olumsallık tartışmalarından bahsedilir. Belirtmeliyim ki, buradan sadece soyut başlıklar bırakmak durumundayım. Her bir tartışma ve kavram oturaklı bir şekilde incelenip ele alınıyor. 4.Organik Dünya Görüşü "Hegel'in tüm düşüncesi, özü itibariyle dünyaya ilişkin organik bir görüşten, evrenin canlı, tekil ve muazzam bir organizma olarak düşünülmesinden ileri gelmektedir...Hegel'in sisteminde organik kavrayışın baskın olması özellikle naturalizminden kaynaklanmaktadır. Mademki her şey doğanın bir parçası ve doğa da bir organizmadır, o halde her şey doğa organizmasının bir parçası olmalıdır." Diyalektik, farktaki özdeşlik ve karşıtların birliği gibi Hegel'ci ifadelerin kaynağı olması sebebiyle bu bölüm çok önemlidir. Onun organik dünya görüşünde, Kant'ın ve Spinoza'nın mirası çok büyük önem arzettiği için ikisi de iyice incelenir. Bunun yanında Hristiyan geleneği ve Klasik dönem etkileri de ayrıca incelenir. Hegel, mekanikçikliğin reddi ve teleolojik görüşün kabulü, sonlu ve sonsuz kavramlarının birleştirilmesi, deneyimin mümkünatı gibi elzem konuları, organik bakış açısıyla çözmeye çalışır. 5.Tinin Dünyası "Hegel'in felsefesini bütünüyle organik terimlerle açıklarsak, onun ayırt edici niteliğini, Schelling'in felsefesiyle arasındaki temel farkı göz ardı ederiz...Hegel'e göre tin sadece yaşam değildir, yaşamdan da fazlasıdır: Yaşamın öz-bilincidir. Yaşam kavramı doğanın bütün farklı düzeyleri veya güçlerinde ortaya çıkarken, tin idesi kendini toplumda, tarih ve devlette dışavurur." Burada organik kavrayışını -onu Schelling'den ayıran bir şekilde- toplumsal alana, tarihe ve devlete uygulamıştır: Tin. Tin hiçbir zaman doğanın dışında değildir, içine örtüktür ve doğanın güçlerinin en yüksek örgütlenişidir. Burada Hegel, Sevginin Tini'ni ele alırken, bu kavrayışının ileride onun diyalektiğine şekil veren bir itici güç olduğunu görüyor ve hayretler içerisinde kalıyoruz. Sevgi, farktaki birliktir, kendinden vazgeçmenin ve ayrıca kendini keşfetmenin momentlerini içerir. Sevgi, ben'in hem kendini yitirdiği ve hem de kendini bulduğu ya da kazandığı paradoksal bir süreçtir. Böylesine romantik bir itici güçün, onun felsefesinde kritik bir rol oynamasını görmek, sevginin belki de sandığımızdan daha önemli olduğunu bize gösterir. 6.Dini Boyut Bu bölümde Beiser, Hegel'in ölümünden sonra başlayan ve bitmek bilmeyen, Hegel'in felsefesine yapılan bir tartışmayı irdeler: Felsefesinin dini boyutu ile ilgili olan tartışma. Sağ-Hegelciler onun felsefesini Katolikliği aklıleştiren Aquinas'a benzetirken, Sol-Hegel'cilere göre o tam aksine, Hristiyanlığı yabancılaşma olarak gören ve onu alaşağı eden kişiydi. Uç yorumlardan bağımsız olarak Beiser, Hegel'in din konusunda ne düşündüğünü, neleri reddettiğini, hangi misyonları benimsediğini enine boyuna inceler. O sırasıyla, din'in yerine aklı savunmuş, sonra "yüzseksen derece bir dönüş" geçirmiş ve dini savunmuş, en son olarak da daha oturaklı bir konumu tercih etmiştir. Adeta kendi tarihinin diyalektiğini oluşturmuştur. Kantçı rasyonalist, dini bir mistiğe dönüşmüş ve sonrasında dengeyi bulmuştur. İki tarafın da argümanlarını etraflıca irdeliyor ve bölümün sonuna doğru bu konu hakkında sağlıklı bir düşünceye sahip oluyoruz. O, bir yolu buyuran ve kısıtlayan İsa yerine, bireyin özgürlüğünü ve hakikat arayışına olan çağrısından ötürü Sokrates'i önder olarak almak isteyeceğini söyler. Dinin aşırılıklarından uzaktır ama din ile felsefenin nesnesini bir görür: Tanrı. Din tanrıyı sezgisel biçimde ele alırken, felsefe en yüksek bir biçimle, kavramsal olarak ele alır. 7.Diyalektik "Diyalektik, anlama yetisinin işleyişindeki kaçınılmaz çelişkiden ortaya çıkar. Anlama yetisi kendisiyle çelişir, çünkü o hem şeyleri, sanki onlar bütünüyle bağımsızmış gibi ayırır, hem de hiçbiri ötekinden ayrı varolmuyormuş gibi birleştirir…Bunun sonucu olarak anlama yetisi şeylere hem bağımlılık hem de bağımsızlık yükler. Çelişkiyi çözmenin tek yolu, bağımsız veya kendine-yeten terimini, birbiriyle bağlı tüm ve bağımlı terimlerin sadece kendisinin parçası olduğu bütün olarak yeniden-yorumlamaktır. Anlama yetisinin yanılgısı, bütünün parçasına kendine-yeter bir konum vermekten kaynaklanmıştır; o, bütünün bakış açısına yükseldiğinde hatasını düzeltir ve çelişkisini bir çözüme kavuşturur." Hegel, Kant'ın metafizik eleştirisini kabul ederken, metafiziğin farklı bir şeklini desteklemeye devam eder. Kant'ın reddettiği şeyi, koşulsuzun bilgisine ulaşabilmeyi olanaklı görür. Bunun için gerekli olan şey Diyalektik'tir. Bu bölüm'de Hegel'in diyalektiği incelenir ve felsefesindeki konumu, kullanım biçimi açıklanır. Bunu yapmak üzere Kant'ın Anlama Yetisi'nden, Hegel'in antitezine geçilir. Diyalektiğin 3 aşaması bulunur: Anlama Yetisi Momenti, Diyalektik ya da Olumsuz Haliyle Anlama Momenti, Spekülatif ya da Olumlu Haliyle Akli Moment. 8.Solipsizm ve Öznelerarasılık Hume, Kant ve Fitche'nin felsefesinde bir Nihilizm Hayaleti geziniyordu. Özellikle Fitche'nin radikal ben felsefesi, "ben doğayı ele geçirdiğim sürece onu bilir" noktasına giden, ötekini yani başka özneyi yok sayan solipsizmi. Ahlaki açıdan bunu bir problem olarak gören Hegel, bu problemi çözüme kavuşturmak için özne-nesne özdeşliğini sağlamak üzere diyalektik uygular. "Ben bilgisi özne-nesne özdeşliğidir, çünkü bilginin öznesi ve nesnesi aynıdır; ne var ki sıradan deneyim özne-nesne özdeşsizliğini içermektedir, çünkü nesne özne için verilidir, öznenin irade ve hayal gücünden bağımsız ortaya çıkar. İdealistin karşılaştığı ikilem böyle bir özdeşliğin ve özdeş-olmayışın özdeşliğinin olması gerektiği ve olamayacağıydı." Kendini bilmede bir diyalektik unsuru gereklidir: Başka ben, bir öz-bilinçli fail. Ben, kendini ancak ve ancak başka bir özne ile bilebilendir. "O bu sonuca, başkalıkta kendiyle birliğin koşulu üzerine düşünerek ulaşır. Özne nesnenin başkalığını olumsuzlayamadığından, nesne ancak öznenin başkalığını olumsuzlarsa, başkalıktaki birlik mevcut olabilir. Nesnenin özneyle olan başkalığını olumsuzlayabilen şey, başka bir özne, başka bir öz-bilinçli varlık olmalıdır. Bu nedenle Hegel 'Öz-bilincin, tatmine ancak başka bir öz-bilinçte ulaşabileceği'ni söyler." Bu diyalektik sonucunda ben, solipsist kabuğunu kıracak ve Kant'ın "ben düşünüyorum"daki konumundan "biz düşünüyoruz"un bir parçası haline dönüşecektir. 9.Özgürlük ve Hukukun Temeli Beiser bu bölüme, Hegel'in toplum ve siyaset felsefesinin metafizik ilişkisi sebebiyle miadı dolmuş olarak düşünülmesine rağmen pek çok araştırmacının, onun siyaset felsefesini, metafizik olmayan bir yaklaşımla ele aldığını söyleyerek başlar. Bu bölümde Kant'ın ahlak felsefesini de inceleyerek, Özgürlük meselesine eğiliyoruz. Bu zor bir meseledir çünkü özgürlük iki anlama gelir: Negatif özgürlük yani sınırsız özgürlük ve pozitif özgürlük yani sınırlandırılmış özgürlük. Hegel işte tam burada, meseleyi yine felsefesinin ana eğilimi olan birleştirici bakış ile ele alır. Bir çok ben'in birlikteliği için pozitif, ben'in özgürlüğü için ise negatif manada Özgürlük sentezi yapılmalıdır. Bu da zorlukları beraberinde getirir. Sonrasında yasaların temeli incelenir ve Hegel üç yaklaşımın bir sentezini kurmaya çalışır: Akılsalcılık, Tarihselcilik ve Volüntarizm. Bu sebeple, yine zor ve anlaşılması güç bir işe kalkışır. Bu üç kavramı Hegel muhteşem bir şekilde açıklar ve aşırılıklarını, eksikliklerini gidermeye ve birleştirmeye çalışır. Bu kısımlar yine kavramsal şölene şahit olacağımız kısımlardır. 10.Hegel'in Devlet Teorisi Yine Hegel ve yine bir birleştirme çabası. Bu sefer siyaset felsefesinde iki geleneği birleştirmek ister: Liberal Gelenek ve Komüniteryan Gelenek. Bu açıdan, bu iki geleneğin birleştirilmesindeki sıkıntılar incelenir. Burada en kritik kavramlarımızdan biri de yine 'Özgürlük'tür. Toplum yaşamına öncelik veren Komünizm'de başka, birey yaşamına öncelik veren Liberalizm'de başka bir özgürlük anlayışı vardır. Onun 'Hukuk Felsefesi'nde, 'Törel Yaşam' somut tümel görülmesi itibariyle bir yer edinecektir. Sonrasında Beiser, Hegel'in felsefesinde bulunan Organik Devlet anlayışını, Sivil Toplum'u, Devletin Yapısı ve Güçleri'ni çözümleyecektir. 11.Tarih Felsefesi "Dünya tarihi felsefesi üzerine derslerinin girişinde Hegel, felsefenin tarihe getirdiği temel fikrin, akıl idesi, daha açık ifade etmek gerekirse, "akıl dünyayı yönetir ve dünya tarihi bu nedenle akli bir süreçtir" şeklindeki ide olduğunu ileri sürer." Tarih onun felsefesinde kritik bir rol oynamaktadır. Onun felsefesinin karakteristik teması, ana alanı tarih olan tindir: "Tin'in yaşam üzerindeki ayırt edici niteliği, Hegel'e göre, özgürlüğe dayanır; ancak özgürlük kendini sadece tarihte geçekleştirir." Önce Tarihte Akıl'ın ne olduğunu anlaşılır, sonrasında Tarihte Akıl'ın yol açtığı probremleri ve Hegel'in o problemlere dair çözümleri incelenir. Problemler şunlardır: Aklın Hilesi (özgürlük problemi) ve Kötülük Problemi (eğer her şey bütünün içinde ve tarihteki akıldan meydana gelmişse kötülük legalleştirilmiş mi oluyor?) Burada Hegel'in argümanlarının ve karşı argümanların okumasını yapmak heyecan verici ve tatmin edicidir. En son olarak da Hayatın Anlamı ele alınır ve tabi ki oradan da mecburen Varoluşçuluk'a sıçrama yapılır. Buradaki görüşleri son derece tartışmalıdır. İtiraf etmeliyim ki Varoluşçuluk kısmına geldiğimde kendimi yeniden evimde hissettim. Bu bölüm Varoluşçuluğun ve Tarihselciliğin çetin bir kapışmasıyla sonlanıyor. 12.Estetik "Sanat, tinin kendi öz-farkındalığına ulaştığı, doğa ve tarih alanlarını aştığı ve kendine özgü ilk ortamdı." Beklenmedik bir şekilde, Hegel'in 'Estetik' isimli eseri onun en uzun eseridir ve sanata olan düşkünlüğü hat safhadadır. Ancak aynı zamanda sanat karşıtı olarak da okunmuştur. Yine Hegel ve yine bir ikilem. Ona göre sanat görülenlere ilişkindir. Bu itibarla duyusal alana işaret eder. Hegel'e göre sanat mutlağı dolaysız görü biçiminde; din mutlağı temsil biçiminde; felsefe ise mutlağı kavramlar şeklinde ortaya koyar. Sanat (duyusal alan) mutlağın kavrayışı açısından en düşük konumdadır, sonrasında din (sezgisel alan) gelir ve en yüksek kavrayış biçimi ise felsefedir (kavramsal alan). Kant'a karşı, sanatın bilişsel konumunu meşrulaştırmaya çalışır, ancak sonrasında sanatın öldüğünü söyler: Önemsiz olduğu için değil, görevini yerine getirdiği için. Ona göre, modern dünyada artık daha üstün bir kavrayış biçimi olan felsefe ile mutlağın bilgisine erişeceğizdir. Hegelci Okulun Yükseliş Ve Çöküşü Son olarak, Hegel'in felsefesinin yükselişinin, ve ölümünden sonraki çöküşünün kısa hikayesi anlatılır. 1840'ların sonuna doğru Hegel'in felsefesi yitip gidecektir ve Minerva'nın baykuşu Hegel'in mezarının üzerinde tünediği yerden uçup gider… Keyifli okumalar (mümkünse)...
Hegel
HegelFrederick C. Beiser · Alfa Yayıncılık · 201926 okunma
·
729 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.