Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

468 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Modern Alman Edebiyatı'nın önemli eserlerinden biri. Okuması da pek kolay değil. Öncelikle üsluba alışmak biraz zaman istiyor. Yazar yoğun betimlemeler ve sık başvurduğu bilinç akışı metodunun yanında, özellikle diyalogların paragraf yapısında oldukça karışık bir biçim kullanmış. Konuşmalar, tırnak içinde ve yan yana sıralı cümleler şeklinde verilmiş. Konuşanın değiştiğini anlamak için devamlı tırnak işaretlerini takip etmek gerekiyor ve kitabın bazı noktalarında bu tırnaklar da hatalı maalesef. Son derece yavaş ve özenli bir okuma yapmaya mecbur kalıyorsunuz. Alıştıktan sonra ise fazla sorun olmuyor. Diyaloglar böyle değil de satır satır verilseydi muhtemelen kitabın sayfa sayısı 100-120 civarında artış gösterebilirdi. Yazar bu yönteme boşuna başvurmamış elbette. Üç dört kişinin bir arada konuşmasını o kadar akıcı ve gerçekçi aktarabiliyor ki inanılır gibi değil. Sonuçta "dedi Franz, diye cevap verdi Meck" gibi eklemeler de yok. Sırayla insanların söylediği şeyleri okuyorsunuz. Bu olaya gerçekçilik katıyor. Tabi kimin söylediğini siz takip edeceksiniz. Çünkü monologlar vs. da var. Anlatıcının değiştiği paragraflar var. Modern bir klasik okuyorum diyeceksiniz yani kesin. Bu kitap zor kabul ediyorum ama tam bir başyapıt. Her cümlesi mücevher gibi parlıyor. Sayfa 70'lerde birdenbire bir dumanın hislerini okuyorsunuz. Duman yani, bildiğiniz duman. Ben o satırlarda resmen şok geçirdim. Bir de o kadar güzel yedirilmiş ki genel atmosfere, mest oldum. Bakın daha kitabın konusundan bahsetmedik bile :) Aşağıya bu paragrafı iliştiriyorum. " Hava dumanlı. Pipolardan, sigaralardan, purolardan çıkan bulutlar koskocaman salonu dolduruyor. Duman kendine yol buluyor, çevresi ona çok dumanlı gelmeye başlarsa, hafifliğinden yararlanıp yukarılara çıkıyor, çatlaklar, delikler ve vantilatörlerin yardımıyla kurtuluyor. Ve dışarıda, dışarıda ise kapkara gece soğuk. Orada duman hafif olduğu için pişmanlık duyuyor. Geri dönmek istiyor. Karşı koyuyor fakat vantilatörlerin hep tek bir yönde dönmesi nedeniyle dışarıda kalıyor. İş işten geçmiş oluyor. Fizik kanunları çevresini sarıyor. Duman, başına neler geldiğini fark edemiyor bile. Elini alnına vuruyor ama alnı yok. Düşünmek istiyor, fakat başaramıyor. O şimdi soğuk ve gecenin. Onu bir daha gören olmuyor. " Nasıl ama? Franz Biberkopf ana karakterimiz. Ekstra neredeyse hiçbir özelliği yok. Tam bir anti kahraman. Aynı zamanda bu bir tutunamayan anlatımı. Yani Franz'la Turgut Özben gibiler böyledir işte. Franz deniyor. Kitap boyunca deniyor. Tutunmaya çalışıyor.. Tüm bu mücadele 1928 Almanya'sında geçiyor. Nasyonel sosyalizmin toplumda palazlanmaya başladığı, bir savaşı zaten kaybetmiş olan halkın bir şekilde ikincisine doğru sürüklenmeye başlayacağı, ekonomik olarak da görülmemiş şeylerin yaşanmaya başlandığı bir ortam. Fırsatlarla dolu ama bir o kadar da tekinsiz ve kasvetli. Kitap 1929'da yazıldığından, henüz iktidar olmamış, toplumu tam anlamıyla avucuna almamış Nazi'ler. Yazar da Franz da temkinli onlara karşı. Aslında kitabın yazılma tarihi, toplumu doğru yansıtabilmesi ve tarihten "spoiler" yiyip de etkilenmeden bize olayları olduğu gibi anlatabilmesini sağlamış ve hem kitap hem de okur için büyük şans olmuş. Düşünsenize, daha yazar da bilmiyor neler olacağını. Hitler'den haberi var ama sadece daha yeni yeni ortaya çıkan bir hareket olarak görüyor. Yeni bir Dünya savaşına daha sebep olacağını aklından bile geçirmiyordur. Ben bu eseri son derece yavaş ve sindire sindire okuyorum. Sürekli, bu incelemenin satırları olacak notlar alarak ara veriyorum. Aynı isimle 1980 yapımı bir sinema dizisi de var. Birkaç filmden oluşuyor. Kitabın elimdeki Everest Modern Klasikler baskısının kapağı da o filmden alınmış. Franz Biberkopf 4 yıllık hapis hayatından özgürlüğe çıkıyor. Kitabımızın da başı yani. Franz'a ben tutunamayan dedim ama çabaladığını da söyledim. Daha doğrusu en azından kendini bir şekilde ikna ediyor buna. Kendisi biraz da talihsiz. Yazarın da sık sık söylediği gibi ne zaman ayağa kalksa, sert bir yumruk yiyor. Sonra doğruluyor, bir daha.. Daha sert bu kez. Doğruluyor ve bir daha.. Alfred Döblin'in anlatıcı seçimi kitap ilerledikçe daha da gelişiyor. Okurla da muhabbete girmeye başlıyor. Özellikle kitabın ilk yarısından sonra bu durum iyiden iyiye ayyuka çıkarken bir şey daha dikkatimi çekti. Dilde tuhaf bir değişim oluyor. Sanki bir tragedya metnini düzyazıya çevirmişler de onu okuyormuşuz gibi devrik cümlelerle konuşmaya başlıyor herkes. Bunu çok manasız ve mantıksız buldum. Çevirmen değişmiş gibi bir his veriyor insana. Tuhaf ve amaçsız bir şey. Orijinal metinde de böyle mi bilmiyorum ama Ahmed Arpad'a çok güveniyorum. Her neyse, bu dönemin toplumunda sanırım normal karşılanan ve Franz dahil pek çok erkeğin sorun etmediği bir affedersiniz ama kavatlık mı desem pezevenklik mi desem öyle bir durum var. Hakaret için söylemiyorum baya ciddi ciddi böyle. Bana çok yozlaşmış bir insan topluluğu olarak göründükleri için değinmeden geçmek istemedim. Franz Biberkopf biraz da saflığından mıdır nedir, politika konularında çok şıpsevdi. Kızıl bayrak altında da hareket ediyor, gamalı haç bantlarıyla gazete de satıyor..Siyaset üstü bir kafası var :) Dönemin karışıklığını da görebilirsiniz burada. Yüzleşme Kitabın son bölümünde yaşanan bir sekans. Detay vermeyeceğim ama bahsedeceğim şöyle bir. Bu bölümde yazar hem Franz'a hem de okura, yaşadıklarının ne kadarının Franz'ın suçu olduğunu göstermek istiyor. Franz Karl Biberkopf.. Dürüst hırsız, boşboğaz bir pezevenk. O iyi biri olmaya çalıştıkça hayat mı vuruyor ona yumruğunu yoksa Franz kendine bile doğruyu söylemeyecek kadar yalancı mı? Tüm duyguların ortasında bir nötr insan. Başına ne geliyorsa bundan işte. Anlaşılamaz biri.. ve hiç anlaşılmayacak..
Berlin Aleksander Meydanı
Berlin Aleksander MeydanıAlfred Döblin · Everest Yayınları · 201999 okunma
··
528 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.