Kehribar Geçidi - Nazan BEKİROĞLU (Ruhum hayattan tiksindi!)Kitap bitti, ben tükendim.
Laf olsun diye değil, öyle ki damarlarımdan kanın çekildiğini hissettim, azar azar, acıta acıta... Her cümlede öyle bir sızı... Okurken sizle de paylaştım birçoğunu. Tükenirken sizi de tükettim.
Kehribar Geçidi...
Yedi Uyurlar'ı hiç duymuş muydunuz?
Okuyacağım kitapları genelde önceden araştırır, ona göre okurum, ön bilgim olur. Bu defa bodoslama daldım bu esere. Elime geçer geçmez, sıcağı sıcağına... Nereden esinlenmiş, neyden yola çıkmış yazar hiçbir bilgim yoktu. Okuya okuya keşfettim her şeyini. Yılın son kitabı olmasını planlamıştım. Öylesine alt üst etti ki beni bu seneye sarktı. Daha da sarkacaktı yüzüme bir soğuk su çarpmasaydım.
Sıcağı sıcağına yaptığım bir inceleme oldu. O kadar hassas noktalara değinmiş ki yazar, duygu yoğunluğu ile neyden nasıl ve ne kadar bahsedeceğimi bilemiyorum. Darmadağın ruhumla sıvadım kollarımı. İster istemez "spoiler" de içerdi. Bilerek okuyun ki çok az şeye hevesimizin kaldığı şu dünyada kitaba olan hevesimiz kaçmasın.
Eskiler bilir (çok eskiler demeyim, yaşlı hissetmeyelim) Deli Yürek diye bir dizi vardı. Kuşçu karakteri bir taşlama söylerken oldukça etkilenmiştim:
"Bu çağın düzeni
Bu çağın düzeni
Olmaz olsun
Alçağın düzeni"
Öyle zamanlar vardır ki nefret ederiz yaşadığımız çağdan. Hatta Cahit Zarifoğlu "Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim." der. Sahi, sorun çağda mı yoksa o çağı öyle bir çağ yapan insanlarda mıdır?
Milattan sonra 300'de başlıyor eser. Dönemin güçlü Roma'sı... Öyle bir imparator var ki başında dünyada tek bir Hristiyan bırakmamaya ant içmiş. Hristiyan olduğu düşünülenler mahkeme edilip acımasızca ölüme mahkum ediliyor. Puta tapmamak en büyük suç. Öyle ki Hristiyan olduğu için öldürülen kim varsa yedi göbek sülalesi de yüzünde o "kara leke"yi taşıyor. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de güce karşı boyun eğmeyen insanlar var. Var ama o kadar az ki... Bunlar bir mağaraya çekiliyorlar Roma'nın bir gün yıkılmasını dileyerek. Ve o mağarada uyuyakalıyorlar.
Ne kadar deliksiz uyuyabilir insan?
Birkaç saat?
Bir gece?
Peki ya 309 yıl?
Peki yıkılan her kötü şeyin yerine iyisi mi gelir?
Hep düşünmüşüzdür başka bir çağda yaşamış olmayı. Hatta bizzat kendim hep şu cümleyi kurarım: Ben bu çağın adamı değilim. Peki bize başka bir çağda yaşama şansı verilse ne cevap verirdik? Şu anki hiçbir sevdiğimiz doğmamış ya da hepsinin ölmüş olduğu bir çağ? Hadi kabul ettik diyelim. Gittiğimiz çağda her şey güllük gülistanlık mı bulunacak? Fıtrat değişecek mi? Daha iyi bir dünya ile mi karşı karşıya kalacağız?
Hangi çağı seçersek seçelim, ölümümüzden yüz yıl sonra bizi hatırlayan kimse kalmayacak değil mi? Belki mezarımız dahi belli olmayacak. Geriye yaptıklarımız, ya da yapamadıklarımız kalacak. Sahipsiz mezar olup gideceğiz.
Yedi kişi, düşünceleri ne kadar benzer olsa da yedi farklı hayat! Kehribar renkli bir köpeğin yol gösterdiği bir yolculuk... En çok kimin hikayesinden etkilendiniz derseniz kuşkusuz Gezgin Al Mina olurdu.
Neden zor tarihin her döneminde kız, kadın olmak? Hatta çocuk olmak... Hani dedim ya damarlarımdan kanım çekildi diye, ufacık mezarlar görmeye dayanmıyor yüreğim. Ne kadar adet varsa, ne kadar sığ düşünce varsa meydan okuyasım geliyor hepsine ve tüm sessiz kalanlara...
"Gün gelir hissetmediğin acının da hesabı senden sorulur, kalbimden sorumsuzum sanma." (257)
O kadar çok sorumluyuz ki kalbimizden. Kölelik kalktı, modern kölelikler geldi yerine. "Ama nüfus sayımlarında beni hâlâ sana soruyorlar." diyor eserde. Şimdi bizi, bize bile sormuyorlar. Kalabalıklar arasında yapayalnız yaşayıp gidiyoruz.
"Kanadı kırık olduğu için yolları yürüyen bir kuş, denizde boğulan bir balık kadar yalnızım." (s. 96)
Usul usul kapattım kitabın kapağını. "Ruhum hayattan tiksindi." diyor eserinde Nazan Bekiroğlu. Bunun nedenini de açıkça gösteriyor aslında, insan zalimdir, diyerek. Ne çağdan, ne hayattan tiksindik aslında, çağı çağ yapan, hayatı hayat yapan insanlardan tiksindik. Arenalarda insanların katliamını izleyenler ile şu an dünyadaki olumsuzlukları izleyenler arasında hiçbir fark yok. Çağdan falan değil, kendimizden tiksindik.
Ve şimdi "Yükümü içime atsam da içimden atamıyordum." dediği yerdeyim yazarın. Kitap bitti, yüküyle bıraktı beni. Hani deriz ya "Hayatımızı değiştiren kitap" diye. Öyle bir kitap Kehribar Geçidi. Gerçekleri yüzümüze çarpan, içimize işleyen, okuduktan önceki bizle okuduktan sonraki bizi aynı kişi olmaktan çıkaran bir kitap.