Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

124 syf.
·
Puan vermedi
Spoiler içerir. İnsanları yüzlerinden okumaya başlıyorum. Bu tecrübenin lisanı mı yoksa maziden yansıyan yaşanmışlıkların anıları mı? Yaş mı alıyoruz yaş almışları örnek mi? Yüce rehber kur’an der ki; “İnsanların çoğu zanna uyar.” (Yunus Suresi 36.ayet) “İnsanların çoğu müşriktir.” (Rum Suresi 42.ayet) “İnsanların çoğu yalancıdır.” (Şuara Suresi 223.ayet) “İnsanların çoğu nankördür.” (Furkan Suresi 50.ayet) “İnsanların çoğu hakkı savunmaz.” (Zuhruf Suresi 78.ayet) “İnsanların çoğu inkarcıdır.” (İsra Suresi 89.ayet) “İnsanların çoğu aklını çalıştırmaz.” (Maide Suresi 103.ayet) “Kur'an-ı Kerim'in insanı eşref-i mahlukat sayan hükmüne hürmetten başka kurtarıcı yolumuz yoktur.” İşte çoğu insan heves eder, biri yalnızlığı sırtlanır da davasından dönmez. Her dönemin bir Ebuzer’i vardır. Sosyal hayatta Allah’ın hükümlerini isteyen bunlar için kendi hayatından feda eden. Hakkı savunmak için yaşarlar. Özlem çekerler, zahmet çekerler, mücadele için hep çalışırlar ama yalnızlığa da hep mahkumdurlar. Yalnız yaşar, yalnız ölüler. Bir musalla taşında duran bedenleri çoğunluğa kısa süreli bir hak hatırlatır, adeta vaaz verir ama muhattaplar için kısa bir mazidir o kadar. Çünkü çoğunluklar unutkandırlar. Murat böyle bir adamdır işte. Yaşarken ve ölürken hitap eden bir adam. Kerim davanın delisi, kendisi davanın adamıdır. Yol uzundur, yolcular geçerken uğramıştır. Umuttur insanı diri tutan. Murat, gençlerde istikbal görüyordu. Kitapla haşır neşirdi. Yayınlamayı düşündüğü şeyler illa ki kağıdın, kalemin hakkını vermeliydi. En zor zamanda bile yayınlamak için önerdiği kitap içeriği milli kültürün Anadolu irfanının yararını ve değerini hatırlatmak içindir. Şöyle ki; “Şimdi milli kültür, milli şuur demektir. Milli şuur nasıl kazanılacak? Nasıl hayatımızın her safasında yayılacak? Burada önemle durmalıyız. Hayatımızın bir bütün olduğunu unutmamalıyız. Pek tabii ki insanlar sadece okuyup yazmıyor, düşünüyorlar. Onlar aynı zamanda yiyen, içen, uyuyan, seven, sevilen yaratıklar. Dönüp bir bakalım, Türklerde yiyecek kültürü üzerine neler söylemiş? Öyle değil mi ama! Bizim ne düşündüğümüz, biraz da ne yediğimizde, nasıl geldiğimize, ne kadar yediğinize bağlı değil mi? Şimdilerde ilerlemiş veya geri kalmışlık bir devleti partilerine düşen ortalama protein miktarı ile ölçülüyor mu? Bu ne demektir aynı zamanda? Veysel tamamlıyor: —Kişi başına düşen enerji miktarı. Bu işi milli kültür bazında oturtmaya, yemek meselemizin ilmi bakımdan haline çalışacağız. Çalışırken de önce kendi yeme kültürümize döneceğiz. Şimdi bakalım piyasadaki yemek kitap bana. Bunların hemen hemen hepsi yabancı dillerden tercümedir, veya ilavelerle genişletilmiştir. Adamlar ne yapıyor, şarkiyatçılar, Batılı âlimler. Gidiyor bir memleketin bitki örtüsüne, otlarına kadar inceliyorlar. Şimdi bizde, bizim dağlarımızda hangi otlar, hangi şifalı bitkiler var, bilen var mı? Yok, alışmışız, illâ gavur gelecek inceleyip araştıracak, memleketine dönüp yayın yapacak, biz de ondan alacağız, tercüme ile.” Bir kendimize dönelim, biz neydik? Her insan hayatının bir döneminde kendini sorgular. Ben ne için yaratıldım? Benim diyeceğim bir idealim, bir derdim, bir davam var mı? Her insan geçici hayatının anlamlı geçirmek, iz bırakmak ister. Bu düşüncelerle küçük küçük değil, büyük adımlar atılmaya kalkılır. Dava vardır ve bu beklemez. “Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız. Olur ki uyuyakalırsınız.” Ne ateşli zamanlar. Kanlar deli akıyor. Her şey olacak gibi, her şey mümkün gibi. Lisenin sonu üniversite zamanlarının kendisidir bu zamanlar. Ergenliğin bitişi. Aileden her zaman sorumluluk alan ama asla yetki verilmeyen çocukları dünyada bir şeyleri değiştirmek için kafa patlatır. Hani “Ankara” şiirinde Yılmaz Erdoğan da der ya, “kente hukuk mukuk okumaya o arada mümkünse memleketi kurtarmaya gelmiş Anadolu çocukları” işte o çocuklar gerçekten o zamanlar çok cesurdur ve büyük umutlarla konuşur, dava güderler. Derler ki; “Cihadımız fikir ve ruh cephesinde yapılacaktır. Mektebimiz ve devletimizde, hukukumuz ve ahlakımızda, ilmimiz ve sanatımızla bizim benliğimizin mimarı olacak güzide, fedakar bir zümrenin mektepleşmesi zamanı gelmiştir. Siyaset, ticaret, muvaffakiyet gündelik hareket endişelerinden çok uzaklarda çalışan, asıl fikir fedaileri bu davayı ancak başarabilirler.” “Evvela insana kıymet vermemiz lazımdır.” “Memleket kendisine sahip çıkacak, bu çilekeş insanları tutup kaldıracak, şu çorak toprakları yeşertecek nesillere muhtaçtır.” Çünkü; “Bizim hareketimiz, mesuliyet hareketidir: Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk'a uydurmaktır...” Yani; İnsan 16 yaşındayken dünyayı değiştireceğini düşünür. 18 olduğunda düşünceleri sert bir kayaya çarpar. 20 yaşına geldiğinde hiçbir şey değiştiremeyeceğini anlar. 25 yaşında dünyanın onu değiştirdiğini fark eder. Ve insan 25 yaşında ölür, 75 yaşında gömülür. İşte o 20’li yaşlarda alınan bir belge ile yeni davalar başlar. Düşüncenin tohumlamadığı, beslendiği yaşlardan artık verim verecek zamanlarda insan çoraklaşır. Biz değil, ben ile körelir. İnsan ne aileye ne de bir davaya aittir. Birey kendini bir mezuniyetle gerçekleştirdiğine inanır. Diplomadan sonra ateşli gençlik yerini bir dünyanın tatlarına bırakır. Bu saatten sonra inançlar için yaşanmaz, yaşanıldığı gibi inanılır. Fakat; “Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz." Davasından vazgeçen Profesör Asım Bey için mazi oğlunun gözlerinde yaşar. Bir ramazan günü evde kurulan çilingir sofrasının israfı, haramı, ezansız oluşunun farkındadır. Artık Bu sofraya melekler inmiyordur. Bu farkındalığını sofrayı terk ederek değil de sarhoş olmayı dileyerek avutur. İlhan, ayıkken rastlamak istemediği bir vicdanı olmuştur. Ruhunu kandırmaya çalışıyordur. İlhan gelince ona bakacaktır ve bu ona mazisine yaptıklarını hatırlayacaktır. En çok Asım Bey’de kalıyoruz. Milletvekili sonradan bakanlığa yükselen Yunus Bey. Eşiyle ilk geçmişleri manidardır. Kendini sorgulasa da uzun süreli belleği artık çıkarlarına aittir. Mal mülk, mevki, konfor, denizin dibindeki bir ev ve iki mavilik arasında sıkışmış sağır ruhlar. Mavilikler huzuru andırmakta çok uzaktır. “Devrimiz makine gıcırtısının ahlak ilkelerini susturduğu devirdi. Bizim ahlakımız hörmet, hizmet ve merhamet prensiplerine kendinde birleştiren aşk ahlakıdır.” Davasından vazgeçenleri etrafında toplamayı teklif eden bir eser. Ya tahammül ya sefer. Hayat bir tahammüldür. Tahammülsüz, zahmetsiz hayat, yaşarken çoğunluğa uyan bir ölmektir. Edebi sözlerle çok güzel bir konu işlemiş yazar. Birkaç alıntıyı kullandım ama dikkatli bir okuma müthiş alıntılar avı ile anlamılı bir okuma zevki verecektir. Bilinçaltının zaman akışında olaylara müdahalesi dikkati toplamamızı istediği yerleridir. Bir anda tek düşünceye odaklanamayan bizlerin zihnini yansıtıyor. Bir anda olanı yaşayıp aynı zamanda geçmişi hatırlayıp yaşıyoruz çoğu zaman. Mazi her zaman bir yerlerde bizi dürter; bu bir mekan, bir insan, bir kitap, bir müzik, bir... her şey olabilir. Bu yüzden kitap için karmaşık diyenlerin dikkatini toplayarak okumasını tavsiye ederim. Gerçekten güzel bir kitap. Yazarın düşüncesine, dimağına sağlık. Okumanızı tavsiye ederim. Ey iman edenler! İman edin! Keyifli okumalar!
Ya Tahammül Ya Sefer
Ya Tahammül Ya SeferMustafa Kutlu · Dergâh Yayınları · 201313,1bin okunma
·
381 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.