Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Berzeveyh Babından bir kesit/ Enfes
Tip kitaplarından okuduğumuza göre eli yüzü düzgün bir çocuğun ham maddesi olan nutfe rahme düşünce, annenin kanı ve suyuyla karışır. Böylece pekişir ve kalınlaşır. Sonra hava girer devreye ve o su-kanı olgunlaştırır da peynir kıvamında bırakır. Daha sonra gâyet pek, katı bir yoğurt kıvamına gelir. Bu cismin daha ilk zamanlarında bazı organlan oluşur. Çocuk kızsa yüzü annesinin yüzüne doğrudur, erkekse annesinin sırtına doğrudur. Mini mini elceğizleri, iki yanağındaki elmacık kemiklerinin üstünde, çenesi de diz kapaklarına bitişiktir. O, dölyatağında dört bir yanı sımsıkı bağlı bir bohça gibi durur. Dar bir soluma yeri vâsıtasıyla ne fes alıp verir. Onun her organında mutlaka bir bağ vardır, sıkıca saran... Düşünün, üstte sıcak mı sıcak bir karın; altta o köşeye özgü bir darlık ve karanlık... Çocuk, göbeğinden çıkan bir kordonla anasının bağırsağına bağlıdır, tüm besinini bu yolla alır. Doğum vaktine kadar böyle daracık ve ışıksız bir yerde bekler durur çocuk... Doğum anı gelince rahme bir rüzgar gönderilir, cenin kıpraşır, kımıl kımıl kurtulmak ister o daracık zorlu mekân dan. Ve başını çıkışa doğru uzatır. Yere düşüp havayla ya da bir insan eliyle temas etti mi teni, kıvranır acılar içinde bebek tıpkı derisi soyulan yetişkin gibi. Çocuk yine çeşitli sıkıntılar içindedir. Acıkınca yemek, susayınca su, bir organı acıdığında merhem isteyemez. Doğarken acı çeker, taşınıp kundağa sarılırken acı çeker, tenine yağ sürülüp ovalanırken azap içindedir. Sırt üstü bırakılınca bir tarafa dönemez. Süt emer, ıstırap hisseder. Süte alışır ama bu sefer de eğitim eziyetleri başlar. Öğretmen sıkıntı verir ona; ders ve yazı da ayrı bıkkınlıklardır onun için. Bu da yetmez. İlaç içme, yemekte perhize girme, hastalıklarla uğraşma gibi dertler de vardır kaderinde. Yetişip erginleşince geçim derdi, mal yığma ve çocuk eğitimi onun tüm vaktini alır; bunlarla uğraşırken iyice yorulur. Bir de içinde düşmanları vardır. Bunlar kendisinden hiç ayrılmayan safra, sevdâ, yel, balgam, kan, öldürücü zehir, ısıran yılandır.* Yırtıcı hayvanları ve haşerat korkusunu da ekle buna! Mevsimlerin art arda gelmesiyle sıcak, soğuk, yağmur ve fırtınalar da yorar insanı. Eh, ihtiyarlayabilecek kadar yaşarsa yaşlılığın getirdiği dertleri de eklemeli buna... İnsanoğlu bu saydıklarımızdan endişe etmese, hepsinden kurtulup huzurlu bir yaşam süreceğini düşünse de asla aklından çıkarmaması gereken gerçekler vardır: Ölüm gelecek, o dünyadan bir gün elbet göçecektir. İşte o an, dostlardan, akrabadan, servetten ve cümle alemden esirgediği, gözü gibi baktığı dünyâlıklardan ayrılış vaktidir. Ve ölümden sonra da nice korkular vardır. İnsan bunları düşünmüyorsa ihmalkârdır, âcizdir, bayağılaşmıştır aslında! Bu huylarından ötürü yerilmeye de lâyıktır. Gerçeği gözleriyle gördüğü, hakîkati bildiği halde elinden gelen son bir gayretle yarın için hazırlık yapmayan, dünyanın yaldızını ve boş tutkularını bir kenara atmayan (ahmak] kimdir acaba? Hele hele belirsiz ve boz bulanık iken berrak gibi sanılan şu zaman içinde [ne kadar da çoktur aldatıcılar!] Zira her ne kadar hükümdar tedbirli, dirâyetli, ileri görüşlü, büyük gâyeli, adaletli, ümitvar, dürüst, vefakâr iyiliksever, daima hayırla meşgul, halkı bilen, tebasının işleriyle ilgilenen, onların ne yapıp ettiklerine bakan, bilgiye aşık, iyileri ve iyiliği seven, zalimlere göz açtırmayan, cesur, idarede otoriter, yönetilenlerin taleplerine karşı ölçülü bir tarzda müsâmahakar, şikayetleri dinleyip istenilmeyen nahoş durumları halletmede mahir ise de biz görmekteyiz ki zaman her yerde sırtını dönmüştür [insanlara]! Sıtkı sıyrılmıştır şu güruhların! Kaybedilmemesi gereken kıymetler kaybedilmiş, tek başına varlığı dahi kötülük getiren şeyler varolmuştur! İyiliğin çehresi sararmış, kötülüğün suratı parlayıvermiş! Anlayış tüm usûlleriyle kayıptır. Hak mahzun ve kırıktır; bâtıl onun yerine geçmiştir şimdi. Yöneticiler keyifle rince hükümler vererek doğruyu silmişlerdir. Mazlumlar, uğradıkları zulmü bas bas bağırdıkları, her yana duyurdukları halde zâlim sadece nefsini dinler, onu yüceltir olmuştur. Hırs dört bir yana ağzını açmış, yakında ve ırakta ne bulursa yutar olmuştur. Gönüldaşlık ve sevgi bilinmez olmuştur. Kötüler göğe yöneliyor yükselmek amacıyla ve iyiler yerin altını istiyor sanki! Mertlik zirvelerden çukurlara yuvarlanmış, alçaklık "yükselen değer" olmuş, otorite erdemlilerden çıkıp seviyesizlere geçmiştir. Sanki dünya hep bir ağızdan azgın azgın bağırıyor: "Iyilikler kayboldu, kötülükler sivrildi!" deyip seviniyor. İşte böyle dünyâyı ve dünya işlerini düşünüp insanın buradaki en değerli yaratık olmasına rağmen dâimâ kötülük ve keder içinde kararsız ve bedbaht kaldığını anlayınca dedim ki: Aklı başında tüm insanlar kanmış bu dünyaya! Ve kendi için güzel işler yapmamış, azatlığı için çare aramamıştır burada! Böyle dedim ve şaştım! Baktım ki insanı kendi âzatlığı için çare aramaktan alıkoyan husus, basit bir zevktir: Görmek, işitmek, koklamak, tatmak, dokunmak... Bunlar aracılığıyla değersiz şeylere kavuşma, "sâhip olma" duygusundan bahsediyorum. Bildim ki insanı uğraştıran, kendini bilmek ve kurtarmaktan alıkoyan bu histi. Bir misal aradım buna ve şu adamı buldum: Kudurmuş bir filden kurtulmak isteyen adam kendini kuyuya salmış, elleriyle iki dala tutunuyormuş, ayakları içerde bir şeylere değiyormuş... Bir de ne görsün, dört yılan baş larını deliklerinden çıkarıyor! Biraz daha dikkatli bakınca en dipte bir ejderha ağzını yay gibi açmış, adamın düşmesini bekliyor. Gözlerini umutsuzca iki dala diken bedbaht, iki fare görmez mi! Biri siyah diğeri beyaz, elbirliğiyle kemiriyorlar dal köklerini. İşte böyle derdiyle yandığı, çare aradığı bir anda oracıkta bir peteğe ilişmiş gözü! Hemen bala sulanmış, lezzetiyle aldanmış; kötü halini unutup çâre aramayı bırakmış. Hiç aklına gelmiyormuş: ayakları dört yılanın üstüne doğru sallanıyor, kendi de ne zaman düşeceğini bilmiyor! Fareler kemiriyor, dal koparsa ejderhanın ağzına girecek! Böyle oyalanıp aymaz aymaz sallanarak balın tadıyla mest olmuşken küt diye düşüvermiş canavarın ağzına ve işi bitmiş... Burada neyi neye benzettim? Kuyu: afetler, kötülükler, korkular ve felaketlerle dolu dünyâdır. Dört yılan, bedendeki dört karışımdır. Zîrâ bunlar ya da bunlardan biri azdığında yılanların zehirli dişi ve öldürücü ağzı gibi olur! İki dal, bir gün mutlaka bitecek olan hayat süresidir. Siyah ve beyaz fareler eceli getiren gece ve gündüzdür. Bal, insanın elde edebildiği fânî lezzetlerdir. İnsan bu lezzetleri tadar, işitir, koklar, görür ve eline alır da kendi öz benliğiyle ilgilenecek vakit bulamaz! O âhireti unutmuş asıl yolundan sapmıştır artık. Sonuçta kendime hoşça bakmaya başladım. Gücüm yettiğince davranışlarımı güzelleştirdim. Kim bilir doğruya erişeceğim, kendime egemen olacağım, işlerimi kıvamına getireceğim bir zaman gelir hayatımın akışında. Böylece devam ettim, pek çok eserin örneğini çıkardım ve bu kitabın da bir örneğini çıkarıp döndüm Hint elinden.
·
255 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.