Bu kitabı keşke ben yazmış olsaydım dediğim tek kitaptır. Çünkü bu kitapta ben kendimi, çocukluğumu ve hayallerimi buldum. İçimde hiç büyümeyen o küçük çocuğu buldum.
Ah Zeze... Sen benim için sadece bir kitap karakteri değilsin asla. Sık sık seni kalbime misafir ediyorum. İçinden şarkı söylemelerini, korksan da babana kafa tutuşlarını, hayattan intikam alırcasına yaptığın yaramazlıkları ve o küçücük kalbine sığdırdığın sımsıcak merhameti görüyorum. Ben de aynen Portuga gibi diyorum ki, Aman Allah'ım küçük bir çocuk büyüklerin acılarına karşı nasıl bu kadar duyarlı olabilir?
Sonunda uslu durmana değecek biri çıkmıştı karşına. Üstelik onu sana bilyeler ve artist resimleri getirdiği için değil, gerçekten sevmiştin. Portuga senin minicik kalbini fethetmeyi başarmıştı. Bir anda senin kahramanın oluvermişti. Emin ol Portuga'yı ben de senin kadar sevdim Zeze. Çünkü bir çocuğun hak ettiği gibi davranıyordu sana. Sen de onun yanında kendini gerçekten sevilmeye layık biri gibi hissediyordun. Ama Manuel Valadares çabuk kaydı ellerinden.
Kitabın o kısmını okurken hep gözyaşlarım eşlik etti satırlara. Bilmem kaç kez acını içimde hissettim. Sen, acının ne olduğunu biliyordun artık. Ayağını cam parçasıyla kesmek ya da eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda ve başta en ufak bir güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi. Ve sen bunu çok erken öğrendin.
Ah Zeze... Seni bir ömür içimde yaşatacağım. Benim melek kalpli çocuğum. Sen sevginin ve sevilmenin en güzelini hak ediyorsun.