Ne güzel adamsın Sait Usta…“Sait Faik, Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu.”
Haldun Taner
Durum hikayeciliğinin şahı, tek bir kelimeyle dünyaları anlatanların aylak prensi Sait usta… Baştan sona hayran kaldığım bir kitap bitirdim ben ya. Bitirince üzüldüm gerçekten, biraz daha olsaydı, biraz daha okusaydım diye… Hikayecilik, harbiden zor iş. Daha önce Gazoz Ağacı adlı öyküye yazdığım incelemede bahsetmiştim bu durumdan. Bu kadar kısa bölümler içinde böyle dev anlamlar oluşturmak, cidden her yiğidin harcı değil. Sait Faik, eline su dökülemez bir hikayeci olduğunu her okuduğum kitabında kanıtlıyor zaten, ancak Semaver de bir başka efsane olmuş ya…
Durum hikayesi okumayı sevmeyenler, incelememi abartılı bulabilir ama ben sevene de sevmeyene de Semaver’in çok iyi geleceğine inanıyorum. Üç beş sayfa içinde, kendinizi derin derin düşünürken bulduğunuzu, kitabın son hikayesine gelip de kitabı bitirmek istemeyeceğinizi, ‘aaa burda ben varım, yok yok bu daha bana uygun, hayır hayır işte tam ben buyum’ diye diye bütün kitapta kendinizi bulacağınızı söylersem, bu iddiamı yeterince kanıtlamış olurum sanırım.
Her öykü; bir insan, bin duygu, bin anlam… İlk öykü olan Semaver’den tutun da son öykü Bir Vapur’a kadar sanki dünya üzerinde var olan bütün hisleri, bütün yaşanmışlıkları, hatta yaşanacakları, sevilenleri ve sevilmeyenleri, korkulanları ve korkulmayanları, aptallıkları, saflıkları, doğruları ve yanlışları, herkese ve her şeye göre değişen gerçekleri bir bir hissediyorsunuz. Sadece hissetmek mi yani? Evet sadece hissetmek… Ee, basit bir hislenmeye yol açıyorsa sadece, bu inceleme neden bu kadar abartı o halde? Çünkü hissetmek bence bu dünyanın en gerçek hatta tek gerçek olgusu. Hissedilen, hep vardır. Hissedilen, iyi veya kötü hep vardır. Ne hissettiğimizi, hiçbir zaman hiç kimse net bir şekilde anlayamaz. Açıklamak zorunda da değiliz. O yüzden sahip olduğumuz en güzel şey, ‘hissetmek, hissedebilmek’.. Hissedeceksiniz zaten okurken. Kendinize itiraf edemeyeceğiniz şeyleri bile hissettiğinizi, anlayacaksınız okurken.
Kitaptaki öykülere tek tek bakacak olursak en beğendiklerim şunlar oldu:
Louvre’dan Çaldığım Heykel
Stelyanos Hrisopulos Gemisi
Semaver
Sevmek Korkusu
Şehri Unutan Adam
Robenson
Birtakım İnsanlar
Louvre’dan Çaldığım Heykel öyküsü, şu ana kadar okuduğum en sağlam, en unutamayacağım öykü oldu, net. O yüzden ilk sırada yazdım. İnsana ağır gelen duyguları, omuzlarında taşımak zorunda olmanın zorluğu, ancak bu kadar efsane anlatılabilirdi.
Stelyanos Hrisopulos Gemisi ile dede ve torunun yaşadıkları yönünden nasıl zamanla aynılaştıklarını, yaşlanınca çocuklaşanları, çocukken yetişkin olanları-olmak zorunda olanları- nasıl güzel anlatmış usta…
Semaver’le ölümü, her an gözümüzün önünde olan ölümü, korktuğumuz ölümü, onu bile incitmeden nasıl güzel anlatmış usta…
Sevmek Korkusu ile, korkunun özüne ne güzel inmiş usta…
Şehri Unutan Adam ile, ne efsane iç sesler duyurdu bize usta…
Robenson ile ne güzel anlatmış bize insan olmanın gereğini… Sadece insan olup insan kalabilmenin ne demek olduğunu…
Birtakım İnsanlar ile önyargıyı, deli de olsa herkesin bir hikayesi olduğunu ne güzel anlatmış usta…
Seni seviyorum Sait usta, iyi ki bu dünyadan sen geçtin…