Evet, kuşaklar geçtikçe içinde bulunulan topluma uyumun arttığını söylüyor yazar da. İncelemede de bahsettiğim ilginç bir saptaması da var: Fransa'da doğmuş, Fransız vatandaşı olan, Türkçeyi neredeyse hiç bilmeyen gençler, yapılan bir ankette "memleketiniz neresi?" sorusuna Türkiye'de ailenin kökenlerinin dayandığı yeri söylüyorlar; Emirdağ, Diyarbakır, vs... gibi. Halbuki bu gençlerin büyük çoğunluğu bahsettikleri bu memleketlerine gitmemişler bile.
Bu da "azınlık" psikolojisi; o gençler her ne kadar Fransa'da doğmuş ve yaşamış olsalar da kendilerini Fransız toplumunun bir parçası olarak görmüyorlar, o yüzden -simgesel de olsa- hiç gitmedikleri memleketleri ile bağlarını kaybetmek istemiyorlar.
Avrupa'da üç aşağı, beş yukarı her ülkede durumun benzer olduğunu düşünüyorum, bahsettiğiniz eğitimi eksik, gelenekçi göçmenler için bu fark daha belirgin olarak var. Çoğunluğun göçmen olduğu ve Amerikalı olma paydasında buluştuğu yeni dünyadan farklı Avrupa o yüzden.
Kendi gözlem ve görüşlerimden de kısaca bahsetmek isterim. Son dönemde göçmenlere yönelik Avrupa'da bir yakınlaşma var. Burada, bunun karşılıklı olarak sürdürülebilmesi için göçmen topluluklarına da bence önemli iş düşüyor. Gözlemim, Türk göçmen topluluklarının politik tarafta zayıf kaldıkları ve topladıkları bağışları lobi faaliyetleri yerine Milli Görüş yıllarındaki gibi daha çok tarikatlara aktardıkları yönünde. Çoğunlukla vergiden kaçan bu paralar bu yüzden Alman kamuoyundan tepki çekerken göçmenlere de pek fayda sağlamıyor. Daha şeffaf, iyi örgütlenmiş, dengeleri iyi okuyan bir yapılanma, Türkiye'nin AB üyeliği başta olmak üzere bir çok sorununa daha fazla yardımcı olurdu bence. Umarım bu 3.-4. kuşaklar bunu başarırlar.