Uzun zamandır bu kadar güzel bir şey okumamıştım. Daha ilk sayfalarında "Edebiyat bu. Benim hala kitap okumamı sağlayan, beslendiğim öz bu." dedim. Katılaşmış, koflaşmış özüme keskin bir bıçakla daldı bu kitap. Deşti, şekillendirdi, hatırlattı.
Giovanni bugüne kadar okuduğum en iyi tasarlanmış roman karakterlerinden biriydi. Geçmişi, şimdisi, ölümü. Hepsi içimde buruk ve tanıdık bir tat bıraktı. Yalnız, savunmasız, kırılgan ve o kadar güzel, sevilesi.
Kitaba James Baldwin'i ilk defa duymanın heyecanıyla başlamıştım. Gay ve siyahi. Irkçılık karşıtı mücadelenin sembolü. Üstelik 10 yıl İstanbul'da yaşamış. Dönemin sanat çevrelerinde pek tanınırmış. Gülriz Sururi ve Engin Cezzar ile bir fotoğrafı var. O dönem Baldwin'in İstanbul'da en yakın arkadaşları onlarmış.
"James Baldwin: Türkiye'de 10 Yıl" kitabının yazarı Magdalena Zaborowska şöyle:
İstanbul'da hem cinsler arasındaki ilişkiler çok farklıydı. Erkekler el ele dolaşıyordu ki bu o dönemki "Mesafeni koru" diyen Amerikan homofobik kültürü için görülmemiş bir şeydi. Kültürel olarak bu kadar farklı bir yerde olması ,benim görüşüme, göre onu özgürleştirdi.
Bu beni bir yandan çok mutlu ediyor bir yandan da çok üzüyor. Özgür olmak için gelinecek kadar modern bir İstanbul'dan bugünkü kutuplaştırıcı, ötekileştirici İstanbul'a dönüşmemiz korkunç.
James Baldwin'in yazdıklarını da hakkında yazılanları da daha fazla okuyacağım. Beni her noktadan bu kadar yakalayan bir yazarla yeni tanışmış olmam kötü. Hem varlığıyla hem de edebî yeteneğiyle o kadar güçlü o kadar umut verici ki. İyi ki okudum.
Kitabın Ağaoğlu baskısını okudum. Oldukça eski bir baskı olduğu için çeviride kullanılan Yeşilçam türkçesi çok tatlıydı. Yer yer de komikti. Yeni çeviri teknik açıdan daha iyi sanırım ama bu kitap benim için bu anlatımla çok özdeşleşti. Tıpkı Çavdar Tarlasında Çocuklar/ Gönülçelen olayı gibi.