Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yüz ve isim hatırlamak arasındaki fark
“Beraber okula gittiğin o kızı hatırlıyor musun?” “Kümeyi biraz daraltsak?” “Uzun boylu, koyu sarı saçlıydı ama aramızda kalsın, sanırım saçını boyuyordu. Ebeveynleri boşanmadan önce yan caddede oturuyorlardı ve annesi, Jones ailesinin Avustralya’ya taşınmadan önce oturdukları eve taşındı. Kız kardeşi kasabalı o çocuktan hamile kalmadan önce kuzeninle arkadaştı, skandal kopmuştu o zaman. Sürekli kendisine yakışmayan kırmızı bir palto giyiyordu. Kimi dediğimi hatırladın mı?” “Adı neydi?” “Hiçbir fikrim yok.” Annemle, büyükannemle ya da diğer aile üyeleriyle buna benzer sayısız konuşmam olmuştur. Açıkçası hafızlarında ya da ayrıntıları kavrayışlarında hiçbir sorun yok; bir Wikipedia sayfasını utandıracak kadar kişisel ayrıntıyı hatırlarlar. Ama o kadar çok insan isimlerle sorun yaşadığını söyler ki, adını hatırlamaya çalıştıkları insanların yüzlerine bakarken bile bunu yaşarlar. Ben de yaşadım. Nikâh töreninizi garip bir olaya çevirebilir. Neden olur bu? Neden bir insanın adını değil de yüzünü hatırlarız? Kesinlikle ikisi de birinin kimliğini tespit için eşit derecede geçerli. Gerçekte ne olup bittiğini anlamak için insan belleğinin nasıl çalıştığını biraz daha derinlemesine incelememiz gerekiyor. İlk olarak, yüzler çok bilgilendiricidir. İfadeler, göz teması, ağız hareketleri, bunların hepsi insanların iletişim kurduğu temel yollardır. Yüz hatları da bir insan hakkında epey şeyi açığa vurur: göz rengi, saç rengi, kemik yapısı, dişlerin düzeni; tüm bunlar bir insanı tanımak için kullanılabilir. O kadar ki, insan beyni, yüz tanıma ve işlemeye yardımcı olmak ve bunu kolaylaştırmak için sayısız özellik evrimleştirmişe benzer, örneğin örüntü tanımaya ve rastgele fotoğraflar arasında yüzleri ayırt etmeye genel bir yatkınlık gibi. Tüm bunlarla karşılaştırıldığında bir insanın adı bize ne sunar? Muhtemelen geçmişine ve kültürel kökenlerine dair bazı ipuçları ama genelde sadece birkaç sözcüktür bu, hecelerin keyfi sıralanışı, belli bir yüze ait olduğunu bildiğiniz bir dizi kısa ses. E, peki? Bir parça rastgele bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe gitmesi için genelde tekrar edilmesi ve ezberlenmesi gerekir. Ancak bazen bu adımı atlayabilirsiniz, özellikle de bilgi derinden önem taşıyan ya da uyarıcı bir şeye bağlıysa, yani bir olaysal hatıra meydana geliyorsa. Birisiyle karşılaştığınızda bu gördüğünüz en güzel insansa ve anında âşık olduysanız, haftalar boyunca bu duygunuzun nesnesini kendinize fısıldıyor olursunuz. Genelde birisiyle karşılaştığınızda bu (ne mutlu ki) gerçekleşmez, bu yüzden eğer o birisinin adını öğrenmek istiyorsanız, bunu hatırlamanın en garantili yolu, hala kısa süreli belleğinizdeyken onu tekrar etmektir. Sorun, bu yaklaşımın zaman alması ve zihinsel kaynakları kullanmasıdır. “Neden buraya geldim ki?” örneğinde gördüğümüz üzere, düşündüğünüz bir şey, karşılaştığınız ve ele almak zorunda olduğunuz bir sonraki şey tarafından kolayca alta itilebilir ya da yeri değiştirilebilir. Birisiyle ilk karşılaştığınızda size sadece ismini söyleyip başka bir şey söylememesi nadirdir. Kaçınılmaz olarak nereden geldiğiniz, ne iş yaptığınız, hobileriniz, neden tutuklandığınız gibi şeyleri içeren bir sohbete girersiniz. Toplumsal kurallar ilk karşılaşmada (pek ilgimizi çekmese bile) hoşbeş etmemizi söyler ama bu, o kişinin isminin biz daha kodlayamadan kısa süreli belleğin dışına itilmesi ihtimalini artırır. Çoğu insan düzinelerce isim bilir ve yeni bir tane öğrenmenin ciddi çaba gerektirmediğini düşünür. Bunun nedeni belleğinizin, işittiğiniz ismi etkileşimde bulunduğunuz insanla ilişkilendirmesidir, böylece kişi ile isim arasında beyninizde bir bağlantı kurulur. Etkileşiminiz genişledikçe, kişi ile ismi arasında daha da fazla bağlantı oluşturulur, böylece bilinçli tekrara ihtiyaç kaçmaz; kişi ile etkileşiminizin uzun deneyimi nedeniyle bu daha bilinçdışı seviyede gerçekleşir. Kısa süreli bellekten mümkün olan en fazlasını elde etmek için beynin sayısız stratejisi vardır ve bunlardan biri de, tek seferde çok sayıda ayrıntıya maruz kalırsanız beynin bellek sistemlerinin ilk ve son işittiğiniz şeyleri vurgulamasıdır (bunlar “öncelik etkisi” ve “sonralık etkisi” olarak bilinir), bu sayede genel tanışmalar sırasında bir insanın ismi, eğer işittiğiniz ilk şeyse (genelde böyledir) daha fazla ağırlık kazanacaktır. Dahası var. Kısa süreli ve uzun süreli bellek arasında şu ana kadar tartışılmayan bir fark da işledikleri bilginin türü için farklı tercihlere sahip olmalarıdır. Kısa süreli bellek çoğunlukla işitseldir ve bilgiyi sözcükler ile spesifik sesler biçiminde işlemeye odaklanır. İçsel bir monoloğa sahip olmanızın ve filmlerdeki gibi imge akışı yerine sözcükler ve dil kullanarak düşünmenizin nedeni de budur. Birisinin adı işitsel bilgi örneğidir; duyduğunuz sözcüğü onu oluşturan sesler olarak düşünürsünüz. Bunun tersine, uzun süreli bellek ağırlıkla görüntü ve semantik nitelikler (sözcükleri oluşturan seslerden ziyade onların anlamı) üstüne yaslanır. Bu yüzden bir insanın yüzü gibi zengin bir görsel uyaran, bilmediğiniz bir isim gibi rastgele işitsel uyaranlardan daha fazla hatırlanma şansına sahiptir. Tamamen nesnel bakarsak bir insanın adı ile yüzü arasında bir ilişki yoktur. İnsanların, “senin adın sanki Martin, Martin’e benziyorsun” dediğini duyabilirsiniz (Martin diye birini tanıyorlarsa) ama gerçekte sadece yüze bakarak bir ismi doğru tahmin etmek imkânsızdır. O isim alnına dövmeyle kazınmadığı sürece (bu unutması çok zor çarpıcı bir görsel özellik olurdu). Diyelim ki birisinin hem adı hem de yüzü uzun süreli bellekte başarıyla depolandı. Harika, tebrikler. Ama bu mücadelenin sadece yarısı; şimdi gerektiğinde bu bilgiye ulaşmanız lazım. Ne yazık ki bu biraz zor olabilir. Beyin, bağlantıların ve ilişkilerin korkunç bir karmaşıklık içindeki yığınıdır. Yılbaşı ağacı ışıklarından oluşan, bilinen evrenin büyüklüğünde bir top düşünün; uzun süreli bellek bu bağlantılardan, bu sinapslardan oluşur. Tek bir nöronun diğer nöronla on binlerce sinapsı olabilir ve beyinde milyarlarca nöron vardır ama bu, sinapsların spesifik bir hatıra ile bellekteki bilgiye ihtiyaç duyan alın korteksi gibi daha “yönetsel” alanlar (tüm akıl yürütme ve karar almayı gerçekleştiren parçalar) arasında bir bağlantı olduğu anlamına gelir. Bir anlamda, beyninizin düşünen kısımlarının belleğe “ulaşmasını” sağlayan bu bağlardır. Spesifik bir hatıra ne kadar fazla bağlantıya sahipse ve sinaps ne kadar “güçlü” (aktif) ise erişim o kadar kolay olur, tıpkı çok sayıda yol ve ulaşım bağlantısı olan bir yere gitmenin ıssızlığın ortasında terk edilmiş bir ambara ulaşmaktan daha kolay olması gibi. Örneğin uzun süredir hayat arkadaşınız olan kişinin adı ve yüzü çok sayıda hatırada yer alacaktır, dolayısıyla da her zaman zihninizin ön planında duracaktır. Diğer insanlar bu muameleyi görmez (ilişkileriniz sıra dışı olmadığı müddetçe), bu yüzden onların adlarını hatırlamak daha zor olur. Ama beyin zaten birisinin yüzünü ve ismini depoladıysa, neden hala bunlardan birini hatırlıyoruz da diğerini unutuyoruz? Bunun nedeni, hatıralara ulaşmak söz konusu olduğunda beynin iki kademeli bellek sistemine benzer bir şeye sahip olmasıdır ve bu, olağan ama sinir bozucu bir duyguya neden olur; birini tanımak ama nasıl ya da neden tanıdığını ya da isminin ne olduğunu hatırlayamamak. Bu başımıza gelir çünkü beyin aşina olma ile hatırlama arasında bir ayrım yapar. Daha da netleştirirsek, aşina olma (ya da tanıma), birisi ya da bir şeyle karşılaşmanız ve bunu daha önce de yaptığınızı bilmenizdir. Ama bunun ötesinde elinizde bir şey yoktur; tüm diyebileceğiniz bu kişi/şeyin zaten belleğinizde olduğudur. Hatırlamaysa bu kişiyi nasıl ve neden bildiğinizin kökenindeki hatıraya ulaşabildiğinizde olur; tanıma sadece hatıranın var olduğu gerçeğini işaretler. Bir hatırayı tetiklemek için beynin sayısız yolu ve aracı vardır ama bir hatıranın orda olduğunu bilmek için onu “aktive” etmeniz gerekmez. Bilgisayarınızda bir dosyayı kaydetmek istediğinizde size, “dosya zaten var” demesi gibi. Tek bildiğiniz bilginin orada olduğudur, henüz ona ulaşamamışsınızdır. Böyle bir sistemin avantajlarını görebilirsiniz; bir şeyle daha önce karşılaşıp karşılaşmadığınızı bulmak için çok değerli beyin enerjinizi harcamanız gerekmez. Ve doğanın acımasız gerçekliğinde, aşina olduğunuz bir şey sizi öldürmemiş bir şeydir, böylece sizi öldürebilecek yeni şeylere odaklanabilirsiniz. Beynin bu şekilde çalışması evrimsel olarak mantıklıdır. Bir yüzün bir isimden daha fazla bilgi sağlaması nedeniyle, yüzlere “aşina” olma ihtimali daha fazladır. Ama bu durum, bildiğinizden emin olduğunuz ama o anda isimlerini hatırlayamadığımız insanlarla sürekli havadan sudan sohbet etmek zorunda kalan biz modern insanlar için gayet sıkıntı vericidir. “Hepsi bir anda aklıma üşüştü” cümlesini duymuşsunuzdur ya da aniden aklınıza gelmeden önce “dilinizin ucunda” olan bir cevabın yarattığı duyguyu bilirsiniz. Burada gerçekleşen de budur. Bu tanımaya neden olan hatıra şimdi yeterince uyarana maruz kalmıştır ve en sonunda aktif hale gelir, böylece tüm bağlantılı bilgi erişilir duruma gelir. Belleğiniz resmi olarak dürtülmüştür, dilinizin ucu ıvır zıvır için sıra dışı bir depolama alanı sağlamak yerine normal görevine, yani tat alma işine geri dönebilir. Bir bütün olarak yüzler isimlerden daha kolay hatırlanır, çünkü daha “elle tutulur” dururlar, birisinin ismini hatırlamaksa basit bir tanımadan ziyade tam hatırlamayı gerektirir. Umarım ikinci bir kez karşılaşır ve isminizi hatırlamazsam, bu bilgi sayesinde kabalık yapmadığımı anlarsınız. Aslında toplumsal görgü kurallarına göre muhtemelen kabalık yapıyorum. Ama en azından nedenini biliyorsunuz.
Kategori: ÇıkarımlarımKitabı okuyor
·
195 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.