Bir insanın feminizmini tek bir sıfatla adlandırmak (dahası, her koşulda bu ismi korumakta ısrar etmek) hayli zorlaşmış durumdadır. Adlandırarak dışlama bilinci hayli işlektir şimdi. Kimlikler çelişkili, parçalı ve stratejik bir görünüm sunarlar. Toplumsal ve tarihsel düzlemde nasıl şekillendikleri zorlukla çıkarılabilen toplumsal cinsiyet (gender), ırk ve sınıf gibi olgular, ‘özsel’ birliğe inanmanın temelini oluşturamazlar. ‘Dişi’yi, kadınları doğal olarak birbirine bağlayan bir terim olarak öne çıkarmanın hiçbir anlamı yoktur. Tartışmalı cinsel bilimsel söylemlerde ve başka toplumsal pratikler içerisinde kurgulanmış ve kendi başına oldukça karmaşık bir kategori olarak dişi ‘olmak’ gibi bir halden söz etmek de mümkün değildir. Toplumsal cinsiyet, ırk ya da sınıf bilinci, patriyarkanın, sömürgeciliğin ve kapitalizmin çelişkili toplumsal gerçekliklerinin bize yaşattığı korkunç tarihsel deneyimlerin kazanımlarıdır.