Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Benim yazdığım bir hikaye. Akvaryumdaki Balıklar "Hala bir iş bulamadın mı," diye sordu erkek kardeşi. "Hayır," cevabını verdi. Kısa süreli sıkıntılı bir suskunluk oldu devrisine. Rekabet ölümcüldü ama sıkıntı tek taraflıydı. Beriki, hayatın olağan akışına uygun bir şekilde ve sanki kardeşinin keyifsizliğinden haz duyarmışçasına lafı değiştirdi ve konuşmasına devam etti : -Trabzon bu hafta da kazandı. Puan farkı on olmuş, ne diyorsun, sanırım bu sene şampiyon olurlar ha ? -Evet, öyle duruyor. -Fener de Cimbom da çuvalladı bu sene. Fatih Hoca da istifa etmiş, yeni bir teknik direktör getirmiş sizin takım ama adını hatırlayamadım. -Domenec Torrent. -Neyse... ağzından cımbızla laf alıyoruz neredeyse, yani maşallah senin sohbetine de doyum olmuyor diyorum. İlacını alıyor musun bu arada sen, sanki normal bir insana göre fazla durgunsun ? -İlacımı alıyorum ama senin deyiminle zaten normal bir insan ilaç da almıyor. -Neyse neyse ben kaçar, işe gideceğim, geç kaldım. -İyi, görüşürüz. Nejat çıktıktan sonra televizyonu karıştırdı bir müddet İsmet. Pek de can sıkıntısına derman olmadı bu durum. Popüler birkaç kanalda kadın programı,  iktidar yanlısı birkaç kanalda cumhurbaşkanına uzun uzadıya methiyeler,  muhalif birkaç kanalda benzine ve ekmeğe gelen yeni zamlar vardı. Galatasaray ligde bu berbat durumdayken futbol kanallarını izlemenin de doğrusu pek bir anlamı yoktu. Gazeteye göz attı sıkıldı, o sıra okumakta olduğu romanı -Elias Canetti'nin Körleşmesi- eline aldı ama bu iş sarmadı ve bıraktı, televizyonda porno kanalı var mı diye arandı ama bulamadı, yemek mi yesem diye düşündü ama hiç mi hiç iştahı yoktu, yalnızlığını hatırlatırcasına büyük olan çiftli koltukta tavana bakarak on beş dakika kadar oturduysa da bu bir iş sayılmazdı. Sonra akvaryumdaki küçük kahverengi balıkları seyretti yirmi dakika kadar bir süre. Kaç tanelerdi sahi ve bunun bir önemi var mıydı ? Sanki her biri kurtuluştan çoktan ümitlerini kesmiş birer yaşayan ölü, birer hiçtiler. Birazdan balkondan deniz manzarasına bakarken yaşamanın her geçen gün anlamını biraz daha yitirdiğini düşündü İsmet. On ikinci kattaydı. İntihar düşüncesi sinsi bir yel gibi akıp geçti otuz yaşındaki adamın zihninden. Çocukluğunda büyüklerine ne çok özenmiş, erkenden büyümek için ne çok çırpınıp yıpratmıştı oysa kendini. Yatağa geçti biraz sonra. Ölgün bir deniz gibi bıraktı bembeyaz çarşafa son dönemde hareketsizlikten yağ tutmuş bedenini. Nesnelerin tuhaf ve bembeyaz bir anlamsızlığı vardı o an sanki. Karşıdaki boydan aynalı beyaz dolap, yukarıdaki beyaz klima, sağ taraftaki kirli beyaz perdeler, iki yandaki küçük beyaz komodinler, beyaz yastıklar ve beyaz yorgan, sonra beyaz kapı ve beyaz tavan. Derken öğlen ezanını duyunca istemsizce komodinin üzerindeki sigara paketine gitti eli. Rahmetli anası olsaydı kesinlikle yattığı odada sigara içmesine müsade etmezdi. Unutmadan eklemeliyim ki agnostikti İsmet. Tanrıya bazen dua ederdi ama varlığına da bir türlü inanamıyordu; çünkü objektif bir beyinle sorguladığında yıllardır ne "Tanrı var," diyebiliyordu, ne de "Tanrı yok," Bu hususta yeknesak kendine verdiği cevap "bilmiyorum," oluyordu. "Fizik öğretmenliği okumaya karar verdiğim güne lanet olsun," diye iç geçirdi sarma sigarasından sert bir çekiş alırken. Türkçe öğretmeni olan kardeşi Nejat, Mersin'e atanalı üç yıl olmuştu. Oysa lise boyunca hem dersleri Nejat'tan daha iyiydi hem de herkesçe Nejat'tan daha zekiydi. Ama insanı acı bağımlısı yapan bu ameliyat masasına da kader deniyordu sonuçta işte. Sonraki birkaç saat boyunca rahat yatakta kestirdikten sonra biraz hava almak ve en azından spor olsun diye dışarı çıkmaya karar verdi. Şehrin biraz dışındaki tatil sitesinin çıkışında güvenlik görevlisiyle selamlaştı ve birkaç Rus turist ilişti gözüne. Yedi yüz metre kadar yürüdükten sonra beton yolun kenarındaki denize nazır banka oturup baharat satan yaşlı ama hala yakışıklı bir adamın yirmili yaşlarında genç bir adama söylediklerine kulak kabarttı : Yetmişli yılların sonuydu cezaevine girdiğimde. İçerde çok işkence gördük. İşkencede ölen arkadaşlarımız oldu. Şimdi sizin gibi gençler çok bohem, bizim ideallerimiz ve ideallerimiz uğruna mücadelemiz vardı. Bazen on sene boşuboşuna -devrim gibi uzak gelecekteki bir hayal için- cezaevinde yatmışım gibi geliyor evlat; ama biliyorum ki bunu da insana böyle hissettiren kapitalist düzen. Yoksa insanlık tarihine baktığında anlarsın ki hiçbir mücadele boşuna değil. Gerçi cezaevi günlerimi de özlemiyor değilim bazen. İçerisi mi dışarısı, dışarısı mı içerisi inan bazen bunu da sorgulamıyor değilim. O zamanlar cezaevleri birer okul gibiydi. Dostoyevski'yi, Tolstoy'u, Balzac'ı, Dickens'ı hep içerde okudum ben. Saffet diye bir arkadaş vardı... vay be... az mı satranç oynadık onunla. İçerden çıktıktan sonra sudan çıkmış balığa dönünce neyin mücadelesini verdiğimizi daha iyi anladım. Şu yaşa gelinceye kadar neredeyse yapmadığım iş kalmadı. Sahiden onurumuzun mücadelesini vermişiz biz, yoksulluğumuzun. Dediklerimden çok da bir şey anlamadın ama sen sanırım . Boşver, zaten yine çenem düştü benim; fakat yine de bu bunak ihtiyarı sabırla dinlediğin için çok teşekkür ederim sana. Karşıda handiyse bir ceset gibi kımıltısızdı deniz. Teknelerin motor sesleri bozuyordu altın değerindeki sessizliği. Bir iki şarapçı erken başlamıştı anlaşılan bugün içmeye, birkaç serseri kayalıklarda taş sektiren beş kişilik genç kız tayfasını kesiyordu, birkaç balıkçı günün rızkını denizde arıyordu, birkaç Suriyeli yüksek sesle konuşup gülüşerek yürüyordu ve iki Çingene bağırarak çiçek satıyordu. Günün batmak üzere olduğu bu vakitte, ay; beyaz saten geceliğini henüz göstermeye başlamıştı. Cebinden küçük bir kağıt çıkarıp şu şiiri karaladı: Sevdalar biriktirdim size Yarım virgül pahasınca Ve isyanlar biriktirdim Boşluğa sıkıldı çığlıkları Yokluktan biriktirdim dize Konuşulamayan her ne varsa Haykırmalıdır şu hayatta Ve yastığım tek kişiliktir Biraz sonra, sıcak bir yaz gününü anıştıran bu güzel kış gününde artık geldiği yöne doğru gerisingeri yürürken, bankın tekine oturmuş tek başına kitap okuyan mavi elbiseli kadını görünce çantasındaki romanı ansıdı. Güneşin henüz tam olarak batmadığı şu vakitte pekala da yarım saate yakın bir süre de kitap okuyabilirdi. Kadının biraz ilerisindeki banka ilişip romanını çıkardı fakat kısa saçlı kadının bembeyaz bacakları -belli ki kuaförde ağdası yeni yapılmıştı- öylesine güzeldi ki okumakta olduğu kitaba bir türlü konsantre olamadı. Handiyse ete susamış bir hayvan gibi canı çekti kadını. Eve gelir gelmez yaptığı mastürbasyon boyunca ilkin ayı gibi tısladı ve sonra kesik hıçkırıklar içerisinde patlayarak boşaldı. Kahretsin ki yanına peçete almayı unutmuştu. Sol avucundaki dölden küçük bir damla fayansa pıt diye damlayınca iyice sinirlendiğinden söylenerek çırılçıplak bir vaziyette banyoya doğru yollandı. Lanet olsun ki Amerikan mutfak evin salon penceresi açıktı. "İnşallah kimse görmemiştir," şeklinde söylendi kendi kendine. Cinsel uzvunu kapatarak banyoda aldı soluğu. Elini yıkadıktan sonra bornozuna sarılıp banyodan dışarı çıktı ve okumakta olduğu romanı alıp geri döndü. Güzel bir rock müzik açıp küveti ılık suyla doldurup içine girdi. On beş sayfa kadar kitap okuduktan sonra duşunu aldı ve üzerini giyinip çıktı banyodan. Cinsellik sonrası her zaman olduğu üzere karnı acıkmıştı. Yarım ekmeğe karışık bir tost yapıp yedi. Nejat'ın gelmesine hala yaklaşık bir saat vardı ama yapacak hiçbir iş yoktu neredeyse. Oturup bütün bu süre boyunca -kırk dakika- akvaryumdaki balıkları seyretti. Biraz sonra Nejat işten yorgun da olsa dönüp önerisini yaptı : - Hadi lan ikişer bira içelim. -Sen iç benim canım çekmiyor, hem midem de epeyce ağrıyor. -Hadi oğlum ya oyunbozanlık etme, hem sana ısmarla diyen olmadı, bak biralar da benden ve buz gibi... Nejat bunu söylerken çoktan eline bir bira tutturmuştu İsmet'in. İkisinin arasına bir sehpa çekip onun üzerine de çarşıdan gelirken aldığı patates cipsini koydu. Bira şişesinden iştahla büyük bir yudum alıp konuşmaya devam etti : -Evlenmeyi düşünmüyor musun hiç ? -Durumum ortada değil mi, param yok, hem sen evlensene. - Bense karı dırdırı çekmek için fazla yaşlı hissediyorum şu genç yaşta kendimi. Sahi bir zamanlar öykü yazardın, güzel de yazardın, hala devam ediyor musun yazmaya ? -Hayır, yaşamıma anlam katan birçok şey gibi onu da bıraktım. Bir yaşa kadar öykü yazdım, şimdi kendi sıkıcı öykümü yaşıyorum işte, dünyadaki milyonlarca insan kardeşim gibi ben de işsizim. Doğrusu sen de benim mutsuzluğumla pek bir eğleniyor ve bu durumumdan pek bir mutlu gibisin. -Saçmalama, bu durumdan neden mutlu olayım ki ? - Her neyse..., şimdiki aklım olsa okumayıp bir yerlere -ne bileyim mesela bir berbere, bir kuaföre - çırak girerdim. -Sınava girecek misin ? -Sınavını sikeyim Nejat, benim yaşımda milletin iki çocuğu felan var, benimse şu düştüğüm duruma bak. Neyse ben yarın köye dönüyorum, sen işteyken gitmiş olurum bilgin olsun. -Oğlum kal işte biraz daha, bir günlüğüne mi geldin, hem köy çok sıkıcı değil mi ? -Yok kalmayayım, biliyorsun babam rahatsız hem, yoksa köy bildiğin üzere bok gibi... -Adamı bir türlü ikna edemedik lan Mersin'de yaşamaya, zannedersin ki köyde bağı bahçesi var... -Boşver, o da öyle alışmış işte, akrabalar içinde. Nejat yatıp uyudu biraz sonra, İsmet oturup bir süre daha akvaryumdaki balıkları seyretti. Köye dönmek zorunda olmak ve yıllar yılı o köyden çıkamamak oldukça sinir bozucuydu İsmet için.
··
2.654 görüntüleme
Furkan okurunun profil resmi
Selam hocam. Üretmeyi lütfen bırakmayın. Ve şey eğer üretmeye devam edecekseniz ve ürettiklerim daha fazla okuyucuya mâl olsun derseniz naçizane size destek olmak isterim. Dergilerle aram iyidir bilginiz olsun.
Umut Onal okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, düşünmen yeter kardeşim. Herhangi bir öyküm bir dergide yayımlanırsa bundan büyük memnuniyet ve sevinç duyarım elbette. 🙂
3 sonraki yanıtı göster
Lina okurunun profil resmi
Karı dırdırına değinen ama erkek anlayışsızlığına değinmeyen bir hikaye yazarı 😅 şaka bir yana kaleminize sağlık hocam . Bence yazmayı bırakmayın
Umut Onal okurunun profil resmi
Şakanı ciddiye alıp şöyle söyleyeyim: O karakter onu gerektiriyordu sanki. 🙂 Ayrıca şu an yazmakta olduğum öyküyü bir kadının ağzından yazıyorum. Becerebilirsek bakalım... Sevgiler. 🙂
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.