Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İlk gerçek sevgisiyle ile tanışanlar
Size sevgiye inanmayan bir adama ilişkin çok eski bir öykü anlatmak istiyorum. Bu adam sizin, benim gibi sıradan bir in­sanmış. Onu alışılmadık kılan düşünme biçimiymiş. Sevginin olmadığına inanırmış. Sevgi arayışında pek çok deneyim yaşa­mış elbette, çevresindeki insanları gözlemlemiş. Yaşamının bü­yük bir bölümü sevgi arayışıyla geçip gitmiş. Eriştiği yegane so­nuç ise sevgi diye bir şeyin olmadığı olmuş. Adam nereye gitse sevginin insanların zayıf zihninin dizgin­lerini ele geçirmek için şairlerle dinlerin uydurduğu bir masal olduğunu anlatırmış. Sevginin gerçek olmadığını, bu nedenle insanın ne kadar ararsa arasın sevgi filan bulamayacağını söy­lermiş. Bu adam çok zeki, inandırıcı biriymiş. Bir yığın kitap oku­yup en iyi üniversitelere gitmiş. Saygı duyulan bir öğrenci ol­muş. Karşısına çıkıp konuşamayacağı hiçbir topluluk yokmuş, çok güçlüymüş mantığı. Öne sürdüğü, sevginin bir uyuşturucu olduğuymuş. Bu uyuşturucu sizi çok yükseklere çıkarabilirmiş gerçi ama güçlü bir de ihtiyaç yaratırmış. Sevgi bağımlısı olabi­lirsiniz, dermiş adam, peki günlük dozunuzu alamadığında ne olacak? Tıpkı uyuşturucuda olduğu gibi sevgide de her gün al­ manız gereken bir doz vardır. Adam, birbirlerini sevenler arasındaki çoğu ilişkinin bir uyuşturucu bağımlısıyla ona uyuşturucu sağlayan arasındaki ilişkiye benzediğini söylermiş. İki kişiden sevgiye daha fazla gereksineni uyuşturucu bağımlısının, diğeri de ona uyuşturucu­yu satanın yerine geçiyormuş. Sevgiye daha az gereksinen iliş­kinin dizginlerini tutanmış. Bu işleyişi böylesine açıkça görebil­memizin nedeni her ilişkide birinin çok sevmesi, diğerinin ise o kadar sevmeyip yüreğini kendisine verenden yararlanmasıymış. Birbirlerini nasıl yönlendirdiklerini, etki ve tepkilerini görebilir­ mişsiniz. Satıcı ve uyuşturucu bağımlısı gibilermiş canım işte. Uyuşturucu bağımlısı, bağımlılığı daha fazla olan, bir sonra­ ki dozunu alamayacağının dinmek bilmeyen korkusuyla yaşar­mış. "Beni terk ederse ne yaparım?" diye düşünürmüş. Korku bağımlıyı son derece sahiplenici kılarmış. "O benim!" Bağımlı­lık, kaybetme korkusu nedeniyle kıskançlığa, talepkarlığa dönü­şürmüş. Uyuşturucuyu elinde bulunduran satıcı, bağımlı olanı dozları bol tutup azaltarak, bazen de hiç vermeyerek parmağın­ da oynatırmış. Sevgiye daha çok gereksinen bütünüyle teslim olur, terk edilmenin önüne geçmek için elinden geleni yaparmış. Adam karşısına çıkan herkese sevginin neden varolmadığını anlatırmış. "İnsanların 'sevgi' dediği, denetim üzerine kurulu bir korku ilişkisinden başka şey değildir. Saygı nerede? Olduğu­nu iddia ettikleri sevgi nerede? Sevgi diye bir şey yok. Genç çiftler Tanrı, aileleri ve dostları önünde birbirlerine bir yığın söz veriyor. Sonsuza kadar birlikte yaşama, iyi zamanda kötü za­manda birbirlerinin yanında olma, birbirlerini sevip sayma ve böylece uzayıp giden sözler bunlar. İşin şaşırtıcı yanı verdikleri sözlere inanmaları. Ama evlendikten bir hafta, bir ay ya da bir­ kaç ay sonra bu sözlerin hiçbirinin tutulmadığını görebilirsiniz. "Bütün göreceğiniz, kimin kimi yöneteceğinin ortaya çıkaca­ğı bir güç savaşıdır. Kim uyuşturucu satıcısı, kim bağımlı ola­caktır? Birkaç ay içinde birbirlerine göstermeye söz verdikleri saygı uçup gider. İçerlemeler, duygusal zehir biriktikçe birikir, sevgiyi nerede yitirdiklerini bilemez olana dek birbirlerini yara­lar dururlar. Yalnızlıktan, başkalarının ne diyeceğinden, yargıla­rından olduğu kadar kendi görüş ve hükümlerinden de korktuk­ları için bir arada kalırlar. Peki ya sevgi nerededir?" Adamı, bunca yıldır birlikte olmaktan ötürü gurur duyan otuz, kırk, elli yıllık çiftler gördüğünü iddia edermiş. Ama sıra ilişki­lerinden söz etmeye geldiğinde söyledikleri, "Evlilik hakkımız­dan gelemedi" olurmuş. Bunun da anlamı birinin diğerine boyun eğmiş olması, boyun eğenin mücadeleden vazgeçip acıya dayanmaya karar vermesiymiş. İradesi daha güçlü, ihtiyacı daha az olan savaşı kazanırmış. Peki ya adına sevgi dedikleri ateş? O ne­rede kalmış? Birbirlerine sahip oldukları mallar gibi davranırlar­mış. "O bana ait." Adam konuştukça konuşur, sevgiye inanmama nedenlerini sayıp dökermiş. "Ben bütün bu yollardan geçtim. Artık hiç kim­seye sevgi adına beni parmağında oynatma, yaşamımı denetle­me izni vermeyeceğim." Sıraladığı gerekçeler hayli akla yatkın­mış, söyledikleriyle pek çok kişiyi inandırmış: Sevgi diye bir şey yoktur. Günün birinde parkta dolaşırken bir sıraya oturmuş ağlayan bir kadın görmüş. Merakı uyanmış. Yanına oturmuş, yardım edip edemeyeceğini, neden ağladığını sormuş. Kadın sevgi ol­madığı için ağladığını söylediğinde ne kadar şaşırdığını gözünü­zün önüne getirebilirsiniz. "Çok şaşırtıcı!" demiş, "Sevginin olmadığına inanan bir kadın!" Elbette kadını daha yakından tanı­ mak istemiş. "Neden sevginin olmadığını söylüyorsun?" diye sormuş. "Uzun bir öykü" diye yanıtlamış kadın. "Evlendiğimde çok gençtim. Sevgi ve yaşamımı o adamla geçireceğim yanılsaması ile doluydu içim. Birbirimize bağlılık, saygı, onur sözleri verip bir aile kurduk. Ama kısa zaman sonra her şey değişti. Ben ken­dini çocukları ve evine adayan kadın oldum. Kocam işinde yük­selmeyi , başarılarını sürdürdü. Evin dışında yarattığı imge onun için ailemizden daha önemliydi. O bana, ben ona duyduğumuz saygıyı yitirdik. Birbirimizi yaralamaya başladık. Bir an geldi, onu sevmediğimi, onun da beni sevmediğini keşfettim. "Ama çocukların bir babaya ihtiyacı vardı. Bu da benim ka­lıp onu desteklemek için elimden geleni yapmamın gerekçesi ol­du. Çocuklar büyüyüp evden ayrıldı artık. İlişkiyi sürdürmek için bir bahanem kalmadı. Aramızda ne sevgi var, ne incelik. Başka birisini bulsam bile aynı şey olacağını biliyorum. Çünkü ne sevgi diye bir şey var ne de olmayan bir şeyi aramanın anla­mı. Onun için ağlıyorum." Onu çok iyi anlayan adam kadına sarılmış. "Haklısın, demiş, sevgi diye bir şey yok. Sevgi arıyoruz, yüreğimizi açıyor, yara­lanabilir hale geliyoruz. Ama bütün bulduğumuz bencillik oluyor. İncindiğimize inanmasak bile yaralıyor bu bizi. Kaç ilişki kurduğumuzun önemi yok. Aynı şey durmadan yineleniyor. Sevgi arayışını sürdürmenin ne anlamı var ki?" Ortak noktaları çokmuş. Birbirlerinin en yakın dostları hali­ne gelmişler. Çok güzel bir ilişkileri olmuş. Birbirlerini saymış, hiçbir zaman küçük düşürmemişler. Birlikte attıkları her adım onları mutlu etmiş. Ne kıskançlık varmış aralarında, ne diğerini yönetme isteği, sahiplenme. İlişkileri geliştikçe gelişmiş. Birlik­te olmayı seviyorlarmış. Çünkü birlikte olduklarında çok eğle­nirlermiş. Birlikte olmadıklarındaysa birbirlerini özlerlermiş. Şehir dışına çıktığı bir gün adamın aklında tuhaf bir düşünce gelmiş. "Belki de", diye geçirmiş içinden, "ona karşı hissettiğim sevgidir. Ama şimdiye kadar hissettiklerimden o kadar fark­lı ki. Şairlerin olduğunu söylediği şey değil bu, dinin dediği de değil, çünkü ondan sorumlu değilim. Hiçbir şey almıyorum on­dan. Beni kollamasına gereksinmiyorum. Sorunlarundan ötürü onu suçlamıyorum, dramlarımı ona aktarmıyorum. Birlikte çok güzel vakit geçiriyor, birbirimizin varlığından zevk alıyoruz. Onun düşünme, hissetme biçimine saygı duyuyorum. Beni utandırmıyor, canımı sıkmıyor. Başkalarıyla birlikte olduğunda kıs­kanmıyorum. Başarılarına gıpta etmiyorum. Belki de sevgi var­dır, ama bu herkesin sevgi olduğunu sandığı şey değil." Dönüp kadına tuhaf düşüncesini açacağı zamanı iple çekmiş. Konuşmaya başladığında kadın sözünü kesip, "Neden söz ettiği­ni biliyorum", demiş. "Aynı düşünce uzun zamandır benim de aklımda. Ama sevgiye inanmadığını bildiğim için seninle pay­laşmak istemedim. Sevgi belki de vardır, ama bu bizim sevgi sandığımız şey değil." Sevgili olmaya, birlikte yaşamaya karar vermişler. Şaşırtıcı bir şey olmuş, aralarında hiçbir şey değişme­miş. Birbirlerini saymaya, desteklemeye devam etmişler. Sevgi­leri büyüdükçe büyümüş. Öyle mutlularmış ki yaptıkları en kü­çük şey bile yüreklerini sevginin müziğiyle dolduruyormuş. Adamın sevgiyle dolup taşan yüreği bir akşam bir mucize gerçekleştirmiş. Yıldızları seyrederken aralarında en güzel olanı bulmuş. Sevgisinin büyüklüğüyle bu yıldız gökten yeryüzüne, ellerinin arasına kaymış. Sonra bir mucize daha olmuş ve ada­mın ruhu bu yıldızla birleşmiş. Mutluluğu çok derinmiş, kadına gidip sevgisini kanıtlamak için yıldızı eline vermeye can atmış. Yıldızı avuçlarına bıraktığı an kadının yüreğinden kuşku gelip geçmiş. Aşırıymış bu sevgi. İşte o an yıldız ellerinden düşüp binlerce küçük parçaya ayrılmış. Bugün sevginin olmadığına yeminler ederek dolaşıp duran yaşlı bir adam vardır. Bir de bir zamanlar ellerinde tutup bir kuş­ku anında yitirdiği cennet için gözyaşı döken güzel, yaşlı bir ka­dın. Sevgiye inanmayan adamın öyküsüdür bu.
·
374 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.