Gönderi

129 syf.
·
Puan vermedi
Platon’un; Sokrates’i konuşturarak retorik, ruh ve beden ilişkisi, güçlü ve güçsüz olmanın ne demek olduğu, hoşa giden şeyleri yapan insanların mı yoksa kendi isteklerini yapan insanların mı daha güçlü olduğu, haksızlık yapmanın mı yoksa haksızlığa uğramanın mı en büyük kötülük olduğu; kötü ve çirkin, güzel ve iyinin aynı şeyler olup olmadığı, suçlu olan birinin cezalandırılmasının mı yoksa cezadan kurtulmasının mı kötülüklerin en büyüğü olduğu, insanın tutkularını/arzularını engellediğinde mi yoksa engellemediğinde mi daha mutlu olduğu, haksızlığa uğramamak ve haksızlık etmemek için bunları istememenin yeterli olup olmadığı, haksızlığa uğramamanın ya da olabildiğince az uğramanın yolunun ne olduğu, az ya da çok yaşamanın mı yoksa olabildiğince iyi yaşamanın mı daha önemli olduğu vd. konularını tartıştığı eseridir. Fakat ana tema retoriğin bir çeşit dalkavukluk olup olmadığı. Bu tema üzerinden tartışma yoluyla ilerleyerek yukarıda bahsettiğim konulara değiniliyor. Konuşturulan Sokrates’in gerçekteki Sokrates değil de Platon’un Sokrates’i olduğunu unutmayalım. Sonra diğer inceleme yazan arkadaşlar gibi Sokrates’in kendi asıl amacının ne olduğunu anlamaktan uzaklaşırız. Yalın bir dille, gayet anlaşılır bir şekilde “değerler” üzerine yapılan ilk felsefî konuşmalara “saçma” diyerek geçiştiren arkadaşlara kulak vermeyiniz. Sokrates doğa filozoflarından sonra doğadan uzaklaşıp insanın ruhunu incelemeye başlayan ilk filozof ve Platon’un da feyz aldığı öğretmenidir. Onun değeri buradadır. Bu değeri görerek okursak keyif alabiliriz. Sokrates’in yönteminin nasıl olup olmadığı değil mesele ki bunun üzerinde tartışmak pek netice getirmez. Mesele, bu adamın bu yöntemle amaçladığı şey nedir ve neden böyle bir yönteme ihtiyaç var? Şöyle ki; bir şey bildiğini iddia eden insanlar, bildikleri üzerinde derinlemesine durmadığı için bildiklerini sandıkları şeylerin aslında toplumdan/atalardan gelen(görenekler) ön kabuller olduğunu fark etmiyorlar. Sorgulamadıkları için bu ön kabuller insanın kendiyle çelişmesine sebep oluyor. Çünkü topluma uymak, topluma kendimizi sevdirmekten geçiyor. Sırf sevilelim, toplumla çelişmeyelim, dışlanmayalım dediğimizde artık topluma göre hareket etmeye başlarız; kendi isteklerimizi, kendimizi görmezden geliriz, kendimizle çelişiriz. Toplum tarafından sevilmek, kabul edilmek insanın hoşuna giden, insana zevk veren bir şeydir. Zevk dediğimiz ise bedenseldir. Ruh iyilikten, doğruluktan yanadır. Topluma uyarak bedensel arzulara, zevke daha kıymet verdiğimiz için her şeyin doğrusunu, iyisini bilen ruhumuz bulanık görmeye başlar; bedensel arzular sebebiyle doğruyu, iyiyi görememeye başlar. Bu noktada bedensel arzuları bir köşeye bırakıp zevk için değil, sonucu acı verse dahi iyilikten, doğruluktan yana olmak gerekiyor. Bu sâyede ruh artık açık, berrak bir şekilde görebilecek, insan iyiyi, doğruyu yaşamına yansıtabilecek, böylelikle mutlu olabilecek. En çok hoşuma giden tartışma: Haksızlığa uğramanın mı yoksa haksızlık etmenin mi daha büyük kötülük olduğu. Kendi çıkarlarımızı düşünerek başkalarına ettiğimiz haksızlıklar sonucunda elde ettiklerimiz bizi gerçekten mutlu insan ediyor mu? Bu yolla çıkarlar elde etmektense haksızlığa uğrayarak acı çekmek belki de ötekisi kadar acı, kötü değildir.
Gorgias
GorgiasPlaton (Eflatun) · İş Bankası Kültür Yayınları · 20181,510 okunma
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.