Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

– Gülümsemeniz beni çıldırtıyor, dayanamıyorum, diye bağırdım. Sizi Moskova’da iken niçin görkemli, sert sosyete kadınları gibi düşledim. Ta Moskova’da Mariya İvanovna ile sizi konuşmuştuk. Nasıl biri olabileceğiniz konusunda tartışmıştık. Mariya İvanovna’yı hatırlamanız gerekiyor, onunla daha önce bir iki kez görüşmüşsünüz. Moskova-Petersburg hattı boyunca hep sizi düşündüm, rüyalarımı süslediniz. Babanızın ofisine tam bir ay, sizin portrenizi izlemek için gittim. Her gün resminize baktım. Güzelliğiniz gözlerimi kamaştırıyordu. Yüzünüz bir çocuğunki kadar hoppa ve bebeksiydi. Tertemiz, günahsız bir güzelsiniz. Güzelliğinizin beni bu kadar büyüleyeceğini aklımdan bile geçirmemiştim. Yetmiyor, gururlu bakışlarınızın altında eziyorsunuz beni. Bu durum yalnız benim için değil, herkes için geçerli. Babanızın odasında ilk karşılaşmamızda bana bakışınızı hatırlıyor musunuz? Hâlâ unutamadım o bakışlarınızı. Yüzünüze bakmaktan korkuyordum çünkü. Nasıl biri olduğunuzu o an sorsalar, kimseye anlatamazdım. Hatta boyunuzu bile tarif edemezdim. Sizi görür görmez gözlerim kamaşmıştı. Portreniz size hiç benzemiyor, gözleriniz siyah değil, açık renkli, sadece uzun kirpiklerinizin altında siyah görünüyor. Balık etindesiniz, boyunuz orta ama vücudunuz sıkı, yürüyüşünüz hafif, sağlıklı bir genç köylü kadını gibi toplusunuz. Zaten yüzünüz de bir köylü kadının, bir köy güzelinin yüzüne benziyor , yuvarlak, pembe, açık, cesur, gülen… Yanaklarınızdaki gamzeler dayanılmaz kılıyor sizi. Katerina Nikolayevna, hangi erkek görse aşık olur size. Sıkılgan ve bakirsiniz, öyle olduğuna yemin ederim. Bakir de söz mü, çocuk gibi masum! İşte sizin yüzünüz! Bütün bu zaman içinde şaştım durdum, yine bütün bu zaman içinde kendime soruyordum, bu, o kadın mı? Şimdi artık sizin pek zeki olduğunuzu biliyorum ama daha önceleri sizi saf bir kadın sanıyordum. Zekânız neşe saçıyor ama hiç yapmacıksız… Bir de yüzünüzde gülümsemenin hiç eksik olmamasını seviyorum, o zaman kendimi cennette sanıyorum! Bir de sakinliğiniz, sessizliğiniz, sözleri yavaş, uyumlu, sanki tembel tembel söylemeniz hoşuma gidiyor. Evet, tembelliği ayrıca seviyorum, öyle sanıyorum ki, köprüden geçerken köprü yıkılsa, o zaman bile ahenkle, ölçüyle bir şeyler söylersiniz… Alnınızın böyle olduğu aklımdan bile geçmiyordu, bu alın bir heykel alnı gibi dar ama kabarık saçlar altında mermer gibi beyaz. Göğsünüz kabarık, yürüyüşünüz hafif… Anlatılmayacak kadar güzelsiniz ama hiç de kendini beğenmiş biri değilsiniz. Buna ancak şimdi inandım. Şaşkınlıktan gözlerini fal taşı gibi açmış, bu can alıcı nutkumu dinliyor, benim de titrediğimi görüyordu. Beni susturmak için sevimli, fildişi gibi elini ürkek bir hareketle birkaç defa havaya kaldırdı ama her defasında şaşkınlık, korku içinde yine indirdi. Hatta bazen hızlı bir hareketle kendisini arkaya atıyordu. Yine iki üç kez yüzünde bir gülümseme belirir gibi olmuştu. Bir an geldi, yüzü kıpkırmızı oldu, en sonunda yaşadığı büyük korkuyla sararmaya başladı. Ben sözüme ara verir vermez, elini uzattı, yalvaran ama sakin bir sesle mırıldandı: – Böyle konuşmamalısınız… Böyle konuşmak olmaz… Sonra birdenbire ayağa kalktı, acele etmeden boyun atkısını, muflonunu aldı. – Gidiyor musunuz, diye bağırdım. Üzülüyor, hayıflanıyor gibi sözlerini sitemli sitemli uzatarak: – Sizden korkuyorum, kötüye kullanıyorsunuz, dedi. – Beni dinleyin, yemin ederim ki bundan sonra ileri gitmeyeceğim. Kendisini tutamayarak: – Gitmeye başladınız bile, dedi, gülümsedi. Dışarı çıkmama engel olmayacağınızdan bile emin değilim. Hem gerçekten de dışarı bırakacağımdan şüphe ediyor gibi bir hâli vardı. – Size kendi elimle kapıyı açarım, gidin ama şunu da biliniz ki büyük bir karar verdim; ruhuma ışık saçmak istiyorsanız geri dönüp oturun, yalnız söyleyeceğim iki sözü dinleyin. Ama istemiyorsanız gidebilirsiniz, kapıyı kendi elimle açar, sizi bırakırım. Yüzüme baktıktan sonra yerine oturdu. Kendimden geçerek: – Sizin yerinizde başka bir kadın olsaydı, ne büyük bir öfkeyle çıkıp giderdi, sizse oturdunuz, diye bağırdım. – Bundan önce hiç böyle konuştuğunuzu görmedim. – Daha önce cesaretim yoktu. Şimdi de içeri girerken ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Şu anda hiç ürkeklik duymuyor muyum sanıyorsunuz? Hiç tahmin edemeyeceğiniz şekilde ürküyorum. Ama birdenbire büyük bir karar verdim, bunu yerine getireceğimi de hissediyorum. Bu kararı verir vermez sanki aklımı oynattım, ondan sonra bütün bunları söylemeye başladım… Dinleyin, size şu iki sözü soracağım: Ben sizin ajanınız mıyım, değil miyim? Bu soruma cevap veriniz! Yüzü baştan başa kıpkırmızı kesildi. – Durun, daha cevap vermeyin, Katerina Nikolayevna. Önce hepsini dinleyin de ondan sonra her şeyi dosdoğru söyleyin. Bir anda beni tutan bütün ipleri kopararak boşluğa uçtum. II – Hatırlarsanız, bundan iki ay kadar önceydi. Burada perdenin arkasına gizlenmiştim… Siz de Tatyana Pavlovna ile konuşuyordunuz. Konuşmanızın konusu da bir mektuptu. Baktım bazı gerçekleri bilmiyordunuz, yanlış bilgilerle konuşuyordunuz, dayanamayıp gizlendiğim yerden çıktım. Biraz da öfkeyle ağzımdan bir iki söz kaçırdım. Doğal olarak siz de benim bir şeyler bildiğimi anlamakta gecikmediniz… Zaten bunun tersi de mümkün değildi… Önemli bir belge arıyordunuz, ondan korkuyordunuz… Durun, Katerina Nikolayevna, biraz daha kendinizi tutun. Size şunu söyleyeyim ki, şüpheleriniz yerindeydi, böyle bir belge var… Yani vardı… Ben gördüm; sizin Andronikov’a yazdığınız mektup, öyle değil mi? Sıkıldı, heyecan içinde, çabuk çabuk sordu: – Mektubu gördünüz mü? Nerede gördünüz? – Ben şey… Kraft’ın elinde gördüm… Hani kendini astı ya… – Gerçekten mi? Gözünüzle mi gördünüz? Peki, mektup ne oldu? – Kraft yırttı. – Sizin yanınızda mı? Siz gördünüz mü? – Evet, benim yanımda. Herhâlde ölümünden önce yırtmış olmalı… O zaman onun kendini asacağını bilmiyordum ki… Katerina Nikolayevna, derin bir nefes aldı, ağır ağır: – Demek ki mektup yok edildi. Tanrı’ya çok şükür, diyerek haç çıkardı. Ona yalan söylememiştim, yahut bir bakıma yalan söylemiştim, çünkü belge bendeydi. Hiçbir zaman da Kraft’ın eline geçmemişti ama bütün bunlar önemsiz şeylerdi. İşin aslına bakılacak olursa, söylediklerim yalan değildi, çünkü yalan söylediğim o anda mektubu o gece yakacağıma, kendi kendime söz vermiştim. O dakika cebimde olsaydı, yemin ederim ki çıkarıp kendisine verirdim ama mektup yanımda değildi, evdeydi. Hoş, pek belli olmaz ya, belki de vermezdim, çünkü o zaman belgenin bende olduğunu, uzun zaman sakladığımı, bir fırsat bekleyerek vermediğimi ona söylemekten utanırdım. Hepsi bir, daha da olmazsa evde yakardım, her ne olursa olsun aslında yalan söylememiştim! O dakikada ruhum tertemizdi, yemin edebilirim. Hemen hemen kendimden geçerek: – O hâlde bana şunu da söyleyin, diye sözümü sürdürdüm. Demek ki, obelgeyi bildiğiniz, beni kendi tarafınıza çekebilmek için bana yakın davrandınız. Demek ki evinize almanızın da sebebi bu idi. Katerina Nikolayevna, rica ederim biraz beni dinleyiniz, bazı önemli şeyleri anlatacağım, izin veriniz. Aslında beni buraya çağırmalarınızdan, ruhumu okşamanızdan hep şüphelenmiştim. Aslında bundan şüphelenmek, size güvenememek bana acı veriyordu. Çift kişilikli oluşunuz benim için katlanılmaz bir durumdu. Ama bunların hiçbiri sizin soyluluğunuzu görmemi engelleyemedi. Gerçi sizin düşmanınızdım, fakat sizi yakından tanımaya başlayınca, şahsınızda soyluluğunuzu görebilme şerefine eriştim. Her şeyim bir anda allak bullak oldu. Ama iki ruhluluk, yani iki ruhlu oluşunuzdan şüphe etmek üzüyordu beni… Şimdi her şey halledilmeli, her şey anlaşılmalı, çünkü zamanı gelmiştir. Ama durun, biraz daha durun, konuşmayın, şu dakikada bütün bunlara nasıl bir gözle baktığımı bilmenizi istiyorum. Doğrusunu söyleyeyim, bunlar böyle de olmuş olsa yine kızmam… Yani gücenmem demek istedim, çünkü bu öyle doğal bir şey ki bunu bile anlıyorum. Bunda doğal olmayan, kötü ne olabilir? Belgenin bir yerde bulunması sizi üzüyor, falancanın da her şeyi bildiğinden şüphe ediyorsunuz, siz de doğal olarak falancanın bunu açığa vurmasını isteyebilirsiniz… Bunda hiçbir kötülük yok… Bunu bütün içtenliğimle söylüyorum. Ama şimdi artık bana bir şey söylemelisiniz, her şeyi açıklamalısınız. Gerçeği bilmek istiyorum. Bilmem ama nedense bunun böyle olması gerek! Öyleyse söyleyin, belgeye dair bilmek istediklerinizi öğrenmek için mi beni okşadınız… Katerina Nikolayevna? Sanki uçuruma yuvarlanıyormuşum gibi konuşuyordum, alnım da yanıyordu. O, artık beni korkusuzca dinliyordu, hatta yüzünde duygulu bir eda bile belirdi; ama sıkılarak bakıyordu, sanki bir şeyden utanıyordu. Hafif bir sesle yavaş yavaş: – Evet, bunun için, diye mırıldandı. Beni bağışlayın, size karşı suçluyum, diye birdenbire konuşmaya başladı. Bu sırada da ellerini bana doğru kaldırdı. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordum. Her şeyi bekliyordum ama bu iki sözü beklemiyordum; çünkü onu artık iyice tanıyordum. Kendimi tutamayarak bağırdım: – Siz de bana “suçluyum” diyorsunuz! Öylece dosdoğru “suçluyum” diyorsunuz ha? – Oh, size karşı suçlu olduğumu çoktan beri hissediyorum… Şimdi bu konunun böyle ortaya atılmış olmasına sevindim bile… – Çoktan beri mi hissediyordunuz? Peki, öyleyse niçin daha önce söylemediniz? – Nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum ki, diyerek gülümsedi. Senin anlayacağın, söyleyebilirdim, diyerek yine gülümsedi. Ama bundan utanç duyuyordum… Çünkü önceleri gerçekten, dediğiniz gibi, sizi yalnız bunun için “kendime çekiyordum”. Ama sonra pek çabuk bu hareketimden iğrenmeye başladım… Bütün o yapmacık hareketler de bana bıkkınlık verdi, lütfen bana inanın, diye üzülerek ekledi. Hem bu didinmelerden de bıktım zaten! – Peki niçin, niçin o zaman dosdoğru sormadınız? “Mektuba dair her şeyi bildiğin hâlde niçin bilmezlikten geliyorsun?” demeliydiniz! Ben de size hemencecik her şeyi itiraf ederdim! – Ama sizden biraz korkuyordum. Açıkça söyleyeyim, size güvenim de yoktu. Doğrusunu isterseniz, ben kurnazlık tasladım, doğru ama siz de benden geri kalmadınız, diyerek gülümsedi. Şaşkın bir şekilde: – Evet, evet ben size lâyık değilim, dedim. Ah, siz daha benim bütün noksanlarımı, ne kadar alçaldığımı bilmiyorsunuz! – Amma da yaptınız ha, alçalmak da ne demek! Böyle sözleri sevdiğinizi bilirim zaten, diyerek hafice gülümsedi: Sonra kederli bir sesle: – Bu mektup, diye söze başladı. Hayatımda yaptığım en acı, en hoppaca bir hareketti. Bu hareketimi ortaya dökmek, bana hep vicdan azabı verdi. Durum gereği, bazı endişeler yüzünden sevgili, yüksek ruhlu babamdan şüphe etmiştim. Bu mektubun hain insanların eline geçmesinden korktum… Hem de böyle düşünmek için birçok sebep olduğundan bu mektuptan çıkar sağlayacaklarını, babama göstereceklerini düşünerek tir tir titriyordum… Bu ise babamın üzerinde pek büyük bir etki yapar… Bu durumda da… Sağlığı bozulabilirdi… O da beni bir daha sevmezdi… Gözlerimin içine bakarak, hem galiba bakışlarımda bir şeyler sezdiği için: – Evet, diye tekrar söze girdi. Evet, kendi geleceğim için de korkuyordum, onun hastalığın etkisiyle beni yardımlarından mahrum etmesi de mümkündü. İşin içinde bir duygu da vardı ama ben galiba burada da ona karşı suçluyum. Babam öyle yufka yürekli, yüksek ruhlu bir insan ki elbette bu hareketimi bağışlardı. İşte olup biten şeylerin hepsi bu kadardı. Yine sıkılarak: – Size karşı böyle davranmış olmama gelince, böyle davranmamalıydım, diye sözünü bitirdi. Beni utandırdınız. – Hayır, utanacak bir şey yok, diye haykırdım. – Gerçekten de sizin coşkunluğunuza bel bağlıyordum… Hem bunu söylemekten de artık asla utanmıyorum, diyerek başını önüne eğdi. Sarhoş olmuş gibi: – Söyleyin bana, sizi buna kim zorluyor, diye bağırdım. Şimdi kalkıp en güzel, en gönül okşayıcı sözlerle iki kere iki dört eder kesinliğiyle bunu kanıtlasaydınız ne olurdu? Ne demek istediğimi, asıl amacımı çok iyi anladığınızı tahmin ediyordum. Ben gerçek olan her şeyi hasır altı eden yüksek sosyeteden çok farklı, sizlerin kaba, budala diye adlandırdığı türdenim. Dalavere, ayak oyunları ve hile denen şeylerden habersiz olduğum için bir budalayım, sizin anlayacağınız. Bu sizin için de böyle değil mi? Gerçekten ne yaptınız da bir zıpçıktının, bir hayal adamının önünde kendinizi bu hâle düşürdünüz? Ben size lâyık bir insan mıyım ki, Katerina Nikolayevna? Galiba ne demek istediğimi anlamadı, büyük bir gururla: – Bununla hiç olmazsa sizin önünüzde alçalmış olmadım, dedi. – Hayır! Benim de haykırmak istediğim yalnız buydu!.. Elini yüzüne doğru kaldırdı, sanki yüzünü örtmek istiyordu. – Ah, bu hareketim öyle kötü, öyle hoppaca bir hareketti ki, diye haykırdı. Bu yüzden dün de utanç duyuyordum, hatta dün siz odamda otururken keyfim yerinde değildi… Bu sözler kalbimi hoplatmıştı. O, nazik bir gülümsemeyle: – Elbette değil, dedi. Elbette yalnız bunun için değil! Ben… Demin, sizinle sık sık iki öğrenci arkadaş gibi konuştuğumuzu söylediniz ama ben insanlarla bir arada bulunmaktan sıkılırım. Yabancı ülkeden geldikten sonra, ailemizi sarsan yıkımlarla bu hâl bir kat daha arttı… Şimdi şuraya buraya da çok az gidiyorum, bu da yalnız tembellik yüzünden değildir. Sık sık köye gitmek istiyorum. Orada çoktan beri bıraktığım, bir türlü de okumaya fırsat bulamadığım sevgili kitaplarımı okurdum. Bunu size daha önce de söylemiştim. Hatırlıyor musunuz, günde iki gazete okuduğum için benimle alay ediyordunuz? – Hiç de alay etmedim… – Belki doğrudur. Ama açık söyleyin, bu sizi de heyecanlandırıyordu, değil mi? Şunu açıkça söylüyorum: Ben bir Rus’um, Rusluğumla gurur duyuyorum. Ülkemi çok seviyorum, ülkemin çıkarlarını her şeyin üstünde tutuyorum. Hatırlıyor musunuz, dediğiniz gibi hep “olayları” okuyorduk, diyerek gülümsedi. Siz gerçi çok sık kişilik değiştiren birisiniz ama bazen öyle canlanıyordunuz ki… Sürekli doğru sözler söylemesini biliyor, benim merak ettiğim şeylerle ilgileniyordunuz. “Öğrenci” olduğunuz zaman vallahi pek sevimli, eşi bulunmaz bir insan oluyorsunuz. Sonra yüreğimi hoplatan, kurnazca bir gülümsemeyle ekledi: – Ama bakın, başka roller galiba size öyle çok yakışmıyor. Hatırlıyor musunuz, bazen saatlerce yalnız rakamlardan konuşur, sayar, ölçer, memleketimizde ne kadar okul olduğunu, eğitim işlerinin nereye doğru gittiğini merak ederdik. Cinayet işleyenleri, cinayetleri sayar, bunları iyi haberlerle karşılaştırırdık… Bütün bunların bizi nereye doğru götürdüğünü, en sonunda ne olacağımızı anlamak isterdik. Sizde ben içtenlik, dürüstlük buldum. Sosyetede biz kadınlarla, hiçbir zaman böyle konuşmazlar. Geçen hafta prens… ov ile Bismarck’tan söz açmak istedim, çünkü bu işlerle çok ilgileniyor. Ben de meseleyi halletmesini beceremiyordum, ne tahmin edersiniz, prens yanıma oturdu, anlatmaya başladı, hatta oldukça da ayrıntıya daldı. Fakat hareketlerinde bir çeşit küçümseme görüyordum. Hani şu “büyük adamların” biz kadınlar “burnumuzu kendimize ait olmayan işlere soktuğumuz” zaman bize karşı takındıkları, benim de hiç katlanamadığım hoşgörülü tavır var ya… Hatırlıyor musunuz, Bismarck’tan konuşurken sizinle az daha atışacaktık? Bismarck’tan soylu daha üstün bir ‘ülkü’nüz olduğunu bana göstermek istemiştiniz, diyerek birdenbire güldü. Hayatımda benimle tam bir ciddîlikle konuşan yalnız iki kişiyle karşılaştım: Oldukça zeki, soylu bir insan olan kocam… Bir de… Kimi anlatmak istediğimi siz de biliyorsunuz… – Versilov, diye haykırdım. Her sözü üzerinde titriyor, nefes bile almıyordum. – Evet, onu dinlemekten pek hoşlanırdım, en sonunda onunla büsbütün… Belki de pek fazla açık konuşmaya başladım, o da işte tam o zaman bana inanmadı! – İnanmadı mı? – Zaten hiçbir zaman kimse bana inanmadı ki! – Ya Versilov, Versilov! Gözlerini yere indirdi, tuhaf tuhaf gülümseyerek: – O, yalnız inanmamakla kalmadı, dedi. Üstelik bütün insani eksiklerin bende toplanmış olduğunu söyledi. – Sizdeyse hiçbiri yoktur! – Hayır, benim de bazı eksiklerim var. Gözlerim parlayarak: – Versilov, sizi sevmediği için anlamamıştır, dedim. Yüzü gerilir gibi oldu: – Bunu bırakalım, hem de hiçbir zaman bana bu adamdan söz açmayın… diye tekrar konuya girdi. Ama yeter, vakit geldi. Söyleyin, beni bağışlıyor musunuz, bağışlamıyor musunuz, diyerek temiz, saf bir ifade taşıyan gözleriyle yüzüme baktı. – Ben… Sizi… Bağışlayacağım, ha! Beni dinleyin, Katerina Nikolayevna ama sakın kızmayın! Evleneceğiniz doğru mu? Sanki bir şeyden korkmuş gibi sıkılarak: – Buna henüz kesin bir karar verilmedi, diye mırıldandı. – İyi bir adam mı, bari? Bunu sorduğum için beni bağışlayın! – Evet, çok iyi bir adam… – Başka bir şey söylemeyin, bana cevap vermenize de gerek yok! Böyle sorular sormaya hakkım olmadığını çok iyi biliyorum! Yalnız onun size layık olup olmadığını anlamak istemiştim, hoş onun hakkında öğrenmek istediklerimi öğrenirim ya!
·
922 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.