Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mutfakta harıl harıl yanan ocakların çevresinde itişip kakışan bir kalabalık vardı. Herkesin gözü malının üzerindeydi; aşçılar günlük yemeği hazırlamaya başlamışlardı, çünkü bugün yemek daha erken yenecekti. Hiç kimse ağzına tek bir lokma koymuyordu, bazılarının canı çekiyordu aslında, ama başkalarının karşısında nezaketlerini kaybetmek istemiyorlardı. Papazı bekliyorduk, ondan sonra perhiz bozulacaktı. Gün henüz iyice ağarmadan hapishanenin dış kapısından onbaşının, “Aşçılar!” haykırışları duyulmaya başlamıştı. Bu bağırmalar hemen hemen hiç durmadan iki saat kadar sürdü. Aşçılar, şehrin her köşesinden gönderilen bağışları toplamak için çağırılıyorlardı. Bu bağışlar arasında bol bol kalaç, ekmek, peynirli börek, priyajenik, şanga, lalanga32 ve benzeri hamur işleri bulunuyordu. Sanırım, bütün şehirde, bu mutlu günde yiyeceğini biz “zavallılarla” paylaşmayan, dolayısıyla bayramımızı kutlamayan tek bir tüccar ailesi ya da tek bir ev kadını yoktu. Has unla yapılmış, bol yağlı, yumuşak çörekler gibi değerli bağışlar yanında, yirmi paralık kalaçlar, kara unla yapılıp biraz yoğurda bulanmış şangalar gibi, “yarım elma, gönül alma” gibisinden fakirce hediyeler de vardı: Bunlar da fakirin fakire verdiği hediyelerdi. Her şey aynı minnetle, bağış ve bağışlayan arasında fark gözetilmeden kabul edildi. Bağışları teslim alan mahpuslar şapkalarını çıkararak getirenleri selamlıyor, bayramlarını kutlayarak hediyeleri mutfağa taşıyorlardı. Bağışlar yığıldıktan sonra, her koğuştan baş mahpus çağrıldı. Bunlar her şeyi eşit olarak koğuşlar arasında böldüler. Kavga, tartışma yoktu; dürüstçe, hakça paylaştırıyorlardı. Koğuşumuza düşenleri de bize pay ettiler; bu işi Akim Akimiç’le birlikte bir mahpus halletti. Elleriyle bölüp, dağıtma işini de kendileri yapıyorlardı. Kimseden ne bir itiraz yükseldi, ne de kıskançlık eden çıktı; herkes memnundu, hatta bağışlar dağıtılırken, bir hile ya da ayrı gayrılık gözetileceği kimsenin aklına gelmiyordu. Mutfak işlerini bitiren Akim Akimiç iliklenmemiş bir tek çengel veya düğme bırakmadan yeni elbisesini özene bezene sırtına geçirdi, giyinip kuşandıktan sonra da toplu duaya katıldı. İbadet epeyce uzun sürdü. Duaya, çoğu yaşlıca olan epeyi mahpus toplanmıştı. Gençler uzun boylu dua etmiyor, bazıları da sabah kalkarken bir istavroz çıkarmakla yetiniyorlardı; bu da bayram günlerine özgüydü. Akim Akimiç duasını bitirdikten sonra, bir tören havası içinde benimle bayramlaştı. Onu hemen çay içmeye çağırdım, o da beni domuz kızartması yemeye davet etti. Biraz sonra da Petrov bayramlaşmaya geldi. Sanırım içmişti; koşmaktan soluk soluğa kaldığından pek bir şey söyleyemedi ve karşımda bir şey bekliyormuş gibi, biraz durduktan sonra hemen mutfağa gitti. Bu arada askeri koğuşta papazı karşılamak için hazırlıklar yapılıyordu. Bu koğuşun içi ötekilerden farklıydı: Ranzalar bütün koğuşlardaki gibi koğuşun ortasında değil, duvarlar boyuncaydı, yani hapishanenin ortası boş olan biricik koğuşu burasıydı. Herhalde mahpusları arada bir toplamaları için geniş bir yere ihtiyaç olduğu göz önünde tutularak böyle düzenlemişlerdi. Odanın ortasına, temiz havluyla örtülmüş masa üzerine bir ikona koydular, ikonanın önünde kandil yakıldı. Nihayet haçıyla, yanında okunmuş su olduğu halde papaz geldi. Bir süre ikonanın önünde dua ettikten sonra mahpusların karşısında durdu, onlar da dine karşı içten bir sevgiyle birer birer papazın uzattığı haçı öptüler. Daha sonra papaz sırayla koğuşlarımızı gezdi, okunmuş suyu serperek kutsadı; mutfakta, nefisliğiyle şehirde bile ün salmış ekmeklerimizi övünce, mahpuslar hemen fırından yeni çıkmış ekmeklerden iki tanesini seçerek sakatlardan biriyle papazın evine yolladılar. Papazla haçını, karşıladıkları gibi, aynı saygıyla uğurladılar. Hemen arkasından mevki ve kale komutanları geldi. Kale komutanı aramızda sevilir, hatta sayılırdı da. Mevki komutanıyla birlikte koğuşları gezdi, hepimizle bayramlaştı. Mutfağa uğrayıp lahana çorbasından tattı. Çorba pek güzel olmuştu. Bugünün hürmetine adam başına hemen hemen bir libre et de çıkmıştı. Ayrıca bol yağlı darı kaşası vardı. Binbaşı, kale komutanını uğurladıktan sonra, yemek yeme emrini verdi. Mahpuslar ellerinden geldiğince binbaşının gözüne görünmemeye çalışıyorlardı. Gözlüklerinin altından çevresine fırlattığı sert bakışlarını kimse sevmezdi; şimdi bile bir düzensizlik görmek, birini suçüstü yakalamak ister gibi sağa sola bakıyordu.
·
90 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.