Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

ayet hadis dışında şimdiye kadarki en mühim alıntım
Çilem... O hadiseden sonra yaş her türlü meyve yiyemedim. Yemek arzuluyordum fakat boğazımda kalıyor. Bin müşkülatla yutsam kusma hissi geliyor çıkarıyorum... Meyve suları da aynı hâli yapıyor. 18 senedir. Meyveye hasret, meyve bana hasret... Kim kime hasret çekiyor o da kat'i olarak meçhul... Hakikat bunları yemediğimdir. O hadisede bana bir takım meyveler ikram ettiler... Onları yedikten sonra bu hâl tecellî etti.... Her gün yıkanmam emrolundu. Az yemem, çok su içmem emrolundu. Az uyumam emrolundu. Bu emirler hiç güçlük çekmeden ben arzu etmeden husul buldular... Ayda iki gece ben bilmediğim meçhul diyarlara davet ile götürüldüm. Orada rağbet ve itibar ederler bana... Bütün müşküller hâl oldu bana... Celâl köşesinden daima SETTAR sıfatının altından bağırmak emrolundu bana... Mürşidlik rütbesi verildi. İrşad ederim? Mürid gönderirler bana... Eteğime yapışanlara Celâl köşesinden hırpalamak emrolundu bana. Talibin tahammülünü ölçmek emrolundu bana... Meşrik'ten Magrib'e atıldım. Magrib Sultanı emretti bana... Her gece “Sultan-ı Mağribi” ederim ziyâret... ÂIem-i Misâl, Tayy-i Mekân oldu bana inâyet... Gayb Ricalin gördüm selâm ettiler bana... Edeb içinde divan durdular. Kulağıma Fethiye salâtin okudular... Kırklar sonra söylediler bana... ÜÇLER, YEDİLER sonra DÖRTLER buz gibi su ikram ettiler bana... Üçün, Yedin, Dördün, Kırkın yadigârıdır çok su içmek bana... Su içmekle kanım içre hücrem zikrini guslederim... TEVHİD'e girdim. Bu gusûl farz oldu bana... Kanaatten bereket evcaın saldılar evim cânibine... Bir lokma soframda yiyen doyar olur tuhaf geldi bana... Rıza rüzgârının bir yaprağı gibi oldum... Çok şükürler ALLAH'ıma... Salât olsun MAHBUBU'na... Yed‟-i Kudret elin sürdü bin bir mâna ayan oldu garâibler sırrı bana... Emrolundu: Şöyle bir tek gözüm, gönlüm Nûrla doldu... CEMÂLULLAH zâhir oldu... CEMÂL CELÂL, CELÂL CEMÂL KARIŞARAK TEVHİD OLDU. Derya içre düşüverdim Damla idim Umman oldum. Dertli idim derdim gidip DERMAN oldum... Kırklar sofrasında bulundum... Bunlardan üç kişi ile hâlen haftada bir gece buluşurum... Kırklardan mısın diye bana sorma?.. Ben o üç ile dört yaparım... Hiç ile Kırk oluruz... Üç kişi bir de ben, bir de hiç bir taife teşkil ederiz. Gezeriz... Hem Kırk'ız, hem Dörd'üz, hem Hiç'iz biz... Bulunduğumuz yerde Kırk oluruz biz... Çünki biz Kırk'larız da ondan... Elini tutmak istediğimizde şükrün mukabili değil de Bahane ararız biz... Birinde bahane bulduğumuzda ben ile üç kişi ve Hiç görünürüz... Elini tuttuğumuzu içimize alırız heman Kırk oluruz ve iki görünürüz... Ondan sonra ister görünür ister görünmeyiz biz... Biz her yerdeyiz, her yer bizdedir... Gündüz cismani, gece ruhanî işlerimizle meşgulüz biz... Bizi görürler... Bulamazlar... Zira gaflet ve Şüphe bulutlarıyla örtülüyüzdür... Bin bir renkte görünmeğe mecburuz... Vazifemiz çok ağırdır... Âfatları bahane ile biz önleriz... Biz yer yüzünde bahane arayıcısıyız... Biz bahane ile Kırk kişi olduk... Bizi bazen Velî, bazen meczup, bazen zındık görürler... Bu hâl bizim sükûn ve huzurumuzu bozmamak için ALLAH'ın bir vergisidir... Bu kadar çeşit içinde sebat edip şüpheyi silen elinde bahane bulunan bizden faide görür... Bizden faide gören şükrün tadını bilir... Halvet suyu ile gideceği yerin yolunu yıkayan insanın biz elinden tutarız... Vücudun, ruhun guslü olduğu gibi gideceği yolu da menzile kadar guslettirmek lâzımdır ki temiz caddede yürüyesin... Biz o yolun trafik memurlarıyız... Kendi kendine itimad eden, şüpheleri kıran bahane aramağa başlar... Bahane habersiz yakalanır... Saklanır, günü geldiğinde senden o bahaneyi sorarlar o zaman el tutulur... Bizim duamız bize yaramaz başkasına yarar... Çünki Biz ALLAH için dua ederiz nefsimiz için değil... Kıymet de buradadır... Onüç senedir kırklardanım... Kırkların yedinci, en genciyim... Türkiye’de 3 kişi vardır kırklardan... 3 suriye, 3 mısır 4 ırak, 7 medine, 6 mekke, 2 ispanya, 2 hindistan, 1 kafkasya, 1 salamon adaları, 1 cava, 1 çin, 1 güney afrika, 1 güney amerika, 4 tanesinin de yeri söylenemez... Bunların yerleri icabında derhal değişir. hâli hazıra göre söylüyoruz... Velîler Allah’a doğru seyrederler. Nebîler Allah’tan kula doğru seyrederler. Ondan dolayı Allah’a doğru seyirde bilgi lâzımdır. Allah’tan kula doğru seyirde bilgiye ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı nebî’ler ümmî’dirler... Nebî’lerin velîlik rütbeleri nebîlikten büyüktür... İkisinin arası ubudiyet’tir. Resûl de bu makamda mi’rac’a kabul buyurulmuştur. Kırklar da görünür dünya ile, görünmez ruhanî âlemi yekdiğerine rabdeden köprü gibidirler... yekdiğerleriyle kırklar izn-i ilâhî ile kendi telsizleriyle her an konuşabilirler... Yek diğerlerini her an görebilirler... Mekân, lâ mekânı setreden bir perdedir... Perdeyi kaldırdığın zaman mesafeler yok olur... Çok tuhaf söylüyoruz, cidden tuhaftır... Bu kelime gafletin ta kendisidir. Size tuhaftır fakat asıl hakikat budur... Bu tuhaf olanları bilmek, görmek, yaşamak istiyorsun fakat bu istemek samimi bir arzu değil, merak cinsindendir... Samimi arzun olsaydı sen de görürdün... Sana gafletten bin türlü tavsiyelerle arzun samimidir diyor. Fakat değil... “Ne yapayım?” diye de mırıldanma o lâfın bile gaflettir... Zâten gafletin olmasa beni anlarsın... Şu sözleri dinlerken bile için şüphe ile doldu... Bak içini nasıl biliyoruz... Gafletten kurtulanda şüphe yoktur. Samimiyet vardır. Sözümüz bittikten sonra bana bir şey soracaksın Bir suali de soramayacaksın o da şüphendir... Şimdi burada soracağın suali bir kâğıda yaz cebine koy!.. Sözümüzün cevabını okursun... Amma dediğimi yap evvelâ... Diğer sormayacağın sual içindeki şüphendir... Bunları nereden bildin?.. Yine şüphedesin... Çünkü gafletten kurtulamıyorsun... Kurtulsan böyle olmazdı... Bir gün aklın şüpheden, gafletten bir an için kurtulacak fakat derhal yine gaflete gireceksin... bir hâtıra olarak size kalır bu lâflar bu hâdiseler... Sualin: “Ne yapayım, bulsam da yapışsam? Hikâye anlatacaksın. Kendi kendine suâl: “Bu da kırklardan olduğunu söylüyor doğru mu? yok canım!..” Cevap: “Kırkları sen boynuzlu, kuyruklu veya başka türlü mü zannediyorsun!.. o da kul.. amma kul...” Şüphe yolundan çıkmayana bir şey vermezler... Şüphe; inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yerle bir eder... Kırkları kaçırdın elinden. Allah’a ısmarladık!.. Susmak kemâl’dir. Susana kemâl gelir... Fakat şüphesiz susana... Şüpheden kurtulan zâten susmağa mecburdur... Huzurda niçin konuşamıyorsun?... Namazda konuşanın namazı bozulur. Her yerde hazır ve nazır, semi’ ve basîr, kaadir, âlim dünyada da âhirette de hep o mevcud. o hâlde ne istiyorsun... Cehennemde sen Allah’ın mülkünden dışarı mı çıkacaksın... Her şeyi muhit, her yerde hazır o... Seninle birlikte, olduktan sonra cehennem’den korkun ne?... Bunları düşünme. O'nda eri... Balık suda boğulmaktan korkar mı hiç... İnsanlar balıkların su içinde nasıl yaşadıklarına şaşıyorlar. Ya balıklar, havada sudan dışarı insanların nasıl yaşadıklarına ne diyorlar biliyor musun?.. tabii bunu hiç düşünmedin. Sapıtma, bana fizikten bahsetme ben onların içini dışını bilirim... Şaşacak bir şey yok... Şaşma, gaflet hasletlerindendir... Korku şüpheciliğin alâmeti farikasıdır. Kolanı gevşek atın semeri düşer bilir misin?.. Saat 14.20 hastane penceresinden, bir askeri, beyaz bir hindiyi yatırmış kör bir bıçakla keserken gördüm. Hayvan çırpınıyor, tekrar bıçağı sürmeğe başladı. Küçük bir kız çocuğu da çömelmiş seyrediyordu... Dünyada en takdir ettiğim inanışlardan birisi de canlıya bıçak vurmamak hasletinin dini bir akıyde hâline gelmiş olanıdır... Hayvana bıçak vurmak, ava gitmek, silâhla, okla hayvan öldürmek, menfaat ve benlik düşüncesinden doğan beylik bir müdafaa sözüdür. “Allah onları insanlar için yarattı!..” “Pek âlâ; mübârek insanları kimin için yarattı?..” Buna cevap veriniz bakalım da aklımız doysun... Et yemeden imrar-ı hayat mümkün, hem de en mükemmel derecede... Hayvanın sütünü, yağını, yoğurdunu, kaymağını, yumurtasını yiyiyorsun, yününü giyiyorsun bu yetmiyor mu?. Bu, şükre kâfi bir sebep değil midir? Muhakkak onu boğazlamak mı lâzımdır. İbrahim peygamberin oğlu İsmail’i kurban etmesi keyfiyetine karşı Cenab-ı Allah ona bir ikram yapabilir... Bu herkesi şâmil değildir. Bu hadiseyle büyük bir inkıyadın kıymeti açıklanmaktadır. İnkıyad Allah’a karşı o kadar müzmin ve çok olacak ki onun yerine kesilen hayvanın günahını örtebilecektir... O inkıyada aracılık yapan hayvan da mübârek bir hayvan olur... Çilelere girenler niçin et yemezler, riyâzat içinde bulunurlar... O hâlde et yemek bâzı hassaların husulüne mâni oluyor demektir... Riyâzat yap, ibâdet yap, çileye gir... Mükellef olarak da ye... Bir şey olmuyorsun değil mi? Niçin?.. Cevap bulamazsın... Kuru lakırdılar da cevap olmaz o hâlde sus... Kurban’a niçin vâcib demişler. Farz değil... Onu incele düşünsene... Efendim senede bir defa fukara et yesin... Sen de evde ye.... Yemesin, yemese ne olur... Bunlar lakırdı değil... Ve cevap hiç değil... Besmelesiz kesilen haram oluyor niçin?.. Eti yenilmiyor... Silâhla vurduğun da helâl oluyor. Hani besmelesi, hani kanı akmadı ne oluyor? Gülünç hadiseler... Hayır değil... Vaciblerde gizli kapaklı hikmetler vardır... Hakikati herkes anlarsa dünyada kul kalmaz... Dünyada o kadar velî’ye ihtiyaç yok,.. Sen yine bildiğine devam et!.. Bizim sözlerimiz başka mıntıkanın lakırdılarıdır. Bir çok sözlerimizi işittiniz.. Bizi daha iyi anlamak istersen... Et yeme, çok uyuma, karnını doldurma, biraz karın sabrı öğren, uyanıklık sabrı içinde bulun, sonra gel sana ders vereyim... O zaman konuşuruz... 10.11.1955
Sayfa 9
··
2.167 görüntüleme
erhan okurunun profil resmi
Zaman ayırın lütfen. Çok pencereler açılır.
erhan okurunun profil resmi
"O da kul. Amma kul!"
Elif Şahin okurunun profil resmi
Bu sözleri söyleyen kim yazarın kendi mi ?
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.