Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
·
Puan vermedi
Kimlik kavramı Sokrates’in “kendini tanı” mottosundan günümüze değin çeşitli formlarda karşımıza çıkmış, son yüzyıl içerisinde de yoğunlukla psikanalitik kuram başlığı altında tartışılagelmiştir. Modernitenin etkisinin çok yoğun hissedildiği, içinde bulunduğumuz bu dönemlerde de kimlik olgusu yeniden önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. Bireysel ve toplumsal kimliklerin anlaşılması\ tanınması küresel ölçekte birçok sorunun çözümüne ışık tutacaktır. Zira günlük yaşam ve bu yaşamda yer alan değerler, temel alınan kimlik/ ler üzerinde şekillenmektedir. (Altuntaş, 2010) “Kimliği tanımlamada bireyi diğerlerinden ayrıştırma noktasında “farklılık” merkezli ve bireyi bir bütüne ait kılma noktasında “benzerlik” odaklı iki unsur öne çıkmaktadır.” (Özdil, 2017) Bu bağlamda okuduğumuz eserlerin incelenmesi, karakterlerin kimliklerini inşa etme sürecinde eserin anlaşılmasına ışık tutacaktır. Okurun kendi kimliği özelinden tanımaya çalıştığı yeni kimlikler, ona aynı zamanda yeni perspektifler de kazandıracaktır. Kişinin deneysel bir iç sorgulamaya gitmesi, giriştiği eylemin anlamını ya da genel etkisini keşfetmek için kendi varlığını derinlemesine anlaması, okuduğu eserlerdeki karakterlerin kimliklerini tartışmasında gizlidir. Bu nedenle de bir eserin doğru anlaşılması sürecinde “kimlik” olgusunun sınırlarını net bir şekilde çizmemiz gerekir. Karakter yaratmak, toplumsal kimliğin içerisinde de yer alan “kimliklerin” özenle irdelenmesini ve eserde işlenmesini gerektirir. Aydoğdu, kimlik tanımlanmasındaki çok boyutluluk ve çeşitliliğe rağmen tanımların tümünün merkezinde “özne” olma vurgusunun olmasının; kavramın tanımı, çözümlenmesi ve sorgulanmasını kolaylaştırdığını belirtmektedir . (Aydoğdu, 2004) Bu bağlamda düşündüğümüzde karakterin bir “özne” olabilmesi için kimliğe olan ihtiyacı görebiliriz. Kimliğin yaratılması da toplumun bir parçası olarak hareket eden özne ihtiyacını doğuracaktır.“Karakter yaratmanın kolay taklit edilemez ve kolay öğrenilemez şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Elbette herkes doğal malzemelerin karışımıyla bir manken yapabilir ve üzerine onu açıklayan etiketler yapıştırabilir. (…) Oysa bizim kabul ettiğimiz ve onlara tuhaf gelen yaklaşım şudur: Bir insan bir karakterdir.” (Bolat, 2018) Bu ifade de gördüğümüz gibi karakterin oluşturulması süreci sadece bir insan yaratmak değil ona aynı zamanda bir kimlik kazandırmaktan geçer. Toplum içerisinde var olan her bir bireyin aynı zamanda kendi çelişkilerinden doğan çatışmaları da yaşadıklarını unutmamamız gerekir. Bu çatışmalar kimi zaman kendi iç çatışmaları kimi zaman da çevresiyle olan çatışmaları şeklinde yansıtılabilir. Bu çatışmalar da karakterin yaşadığı çelişkilerin doğasını oluşturur. Necip Mahfuz’un Midak Sokağı adlı eserinde odak figür olan Hamide de yaşadığı çelişkileriyle var olan bir karakterdir. Gözü hep yükseklerde, azla yetinmeyen, şöhret ve para canlısı bir kızdır. Kendi benliğinde iyi bir insan olmak ister. Çevresindeki insanlara hem acır hem de onları küçümser. Hamîde, zengin bir koca bulmayı düşlemektedir. Hamide, Abbâs′la sözlendikten sonra önce Salim Elvân′a sonrasında da İbrâhîm Faraj′a kaçmıştır. Sokakta kendisine layık gördüğü kişiler olarak Hüseyin Kirşa ve Abbâs vardır. Hamîde, Abbâs′ı beğenir; fakat fakirliğinden dolayı ona yüz vermez. Hüseyin Kirşa ise onun sütkardeşidir; bu sebeple evlenmeleri caiz değildir. Hamide’nin burada yaşadığı çelişkiler gerek maddi arzuları gerekse kültürel\ dini çıkmazlar üzerinedir. Hamide, fakirliğinden dolayı Abbas’a karşı mesafeli davransa da içten içe ondan hoşlanmaktadır. “Abbas sade ve samimi bir tavırla konuşuyordu; her ne kadar buz gibi kalbinde herhangi bir heyecan uyandırmadıysa da Hamide, onun söylediklerine ilgi duyduğunu ve onu dinlemekten hoşlandığını fark etti.” ( Midak Sokağı, s.89) Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere Hamide, duygularının önüne set çektiği maddi arzular nedeniyle gerçekte olması gereken kişi olamamaktadır. Çelişkilerin sarmalında, bir o yana bir bu yana savrulmaktadır. Bu ifade aynı zamanda Hamide’nin kişilik yapısı hakkında da bazı ipuçlarını barındırır. Öyle ki bir özne olarak hisleri Abbas’a karşı olumlu duygular yaşatsa da maddiyatın nesnesi olarak Hamide, ondan uzak durmakta ve onu küçümsemektedir. Abbâs; yakışıklı, orta boylu, sık saçları ve belirgin gözleriyle dikkati çeker; yaratılış olarak yumuşak huyludur, azla yetinir ve alçak gönüllüdür. Sokağı ve insanlarını sever, buradan ayrılmak istemez. Tek emeli, Hamîde′dir. Ne var ki buna imkânı olmadığını da bilir. Çünkü Hamîde aykırı bir kızdır, karakterleri birbirine tamamen zıttır. Hamîde′nin ismi anıldığında Abbâs′ın nabzı yükselir. Onu gördüğünde kalbi şiddetle çarpar. Ona olan aşkı, bütün muhalifliğine rağmen kalbini titretmektedir. Küçük bir berber dükkânı vardır, iyi kötü geçinip gider. Samimi dostu, yaşlı Kâmil Amca′dır; onunla Rıdvân Hüseynî′ye ait binada aynı evi paylaşır. Kâmil Amca, Abbâs için babası yerindedir. Hüseyin Kirşa, sürekli Abbâs′ı İngiliz ordusunda çalışması için teşvik eder; onun aklına girer. Abbâs, Hamîde ile evlenmek için yegâne yolun çok para kazanmak olduğunu anlamıştır. Abbas bu düşüncelerini bir gün Ezher Caddesi’nde karşılaştığı Hamide’ye açar: “(…) İngiliz ordusu için çalışacağım, o zaman ben de kardeşin Hüseyin gibi başarılı olabilirim. Hamide’nin gözleri ilgiyle parladı, neredeyse ne dediğinin farkına varmadan ‘Gerçekten mi? Bu ne zaman olacak?’ diye sordu.” (Midak Sokağı, s.89) Bu ifadede de görüldüğü gibi Hamide’nin duygularını yönlendiren onun maddi arzularıdır. Abbas’a karşı tutumu, Abbas’ın İngiliz ordusunda çalışarak başarılı ve zengin birisi olacağını iddia etmesi üzerine değişmiş ve çelişkilerini bir kez daha göstermiştir. Hamide, maddi arzularından kaynaklı yaşadığı çelişkilerin yanı sıra, kültürel\ dini öğretilerinden de kaynaklı çelişkiler yaşamaktadır. Kültürel değerlerine sıkı sıkıya bağlı olmasa da içinde yaşadığı mahallenin ona dayattığı bazı önkabülleri sahiplenmiştir. Bunlardan birisi de din olgusudur. Hamide’nin yaşadığı mahallede kendisine layık gördüğü tek insan Hüseyin Kirşa’dır. O da Hamide’nin süt kardeşidir. İslam dinine göre süt kardeşlerle evlenmek caiz olmadığı için de Hüseyin Kirşa’dan uzak durmaktadır.“(…) Onların hepsi birer hiç. Aralarında sadece birisinde hayat belirtisi var ve sen onu gidip üvey kardeşim yaptın.” (Midak Sokağı, s.31) Bu ifadeden Hamide’nin Hüseyin Kirşa’ya karşı bir yakınlık duyduğunu ama dini yasaklardan ötürü de bunu gerçekleştiremediğini görürüz. Hüseyin Kirşa, kahveci Kirşa′nın oğludur; sık saçlara ve küçük çakmak gözlere sahiptir. Hüseyin, zeki ve uyanık bir çocuktur; küçükken, bir bisikletçide çalışmış; savaş çıkınca ise İngilizlerin yanında işe girmiştir. Genç adam, sokaktan ve insanlarından nefret eder. O da Hamîde gibi zengin bir hayat sürmek istemektedir. Babası Kirşa′nın evini terk eder; güzel ve pahalı bir evde yaşar; hizmetçisi vardır. Hüseyin, kendi çıkarı için yaşar; toplumu düşünmez. O, öyle bir adamdır ki, kendi çıkarı için savaşın bile bitmemesini ister. Karakter olarak Hamide’ye benzerlikleri, Hamide’nin ona ilgi duymasının en temel sebeplerindendir. Çünkü Hüseyin Kirşa da Hamide gibi maddi arzuları uğruna yaşadığı çelişkilerin esiridir. Hamide’nin Hüseyin Kirşa’ya olan hisleri, dini yasaklardan ötürü gerçekleşememiştir. Hamide, inanç ve kültür noktasında onları eleştiren ve kabul etmeyen bir yapıya sahip olsa da şansını denemekten geri durmaz. Annesiyle arasında geçen bir diyalogta Hüseyin Kirşa’nın süt kardeşi olmamasını dilercesine konuşur.“ Hamide’nin içine sanki şeytani bir ruh girdi. Şakayla karışık, ‘Ya o hep bir memeden, ben de hep öbür memeden emdiysek” dedi. (Midak Sokağı, s.31) Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi Hamide, yaşadığı çelişkileri sürekli dile getirmekte ve kendince bir çıkış yolu aramaktadır. Aynı kadından süt emmiş fakat kardeş olmayan bu iki insan artık “süt kardeş” olmuştur. Bu işten bir çıkış yolunun olmadığını bilmek; Hamide’yi daha da öfkeli ve hırçın yapmakta, kimliğini bu yönde şekillendirmektedir. “Burada gerçek anlamda bir hayat yaşayanlar sadece Yahudi kızlar (…)” (Midak Sokağı, s.46) Bu ifadede de görüldüğü gibi kültürel kodları ve dini öğretileri kendisine bir engel olarak görmektedir Hamide. Bu nedenle de çevresindeki insanlara karşı hep daha öfkeli ve sivri dilli bir yapısıyla savunma alanları açmaktadır. Hamide, Abbas’la nişanlandıktan sonra, Abbas görevini yerine getirmek için İngiliz ordusuyla Tel Kebir’e gider. Bu sırada Hamide’ye yeni bir talip çıkar: Salim Elvan. Sokakta kendisinin büyük bir toptancı dükkânı vardır. İthalat ve ihracat işiyle uğraşır. O, elli yaşlarında çerkez bıyıklı bir adamdır. Salim, zengin ve gösterişli saray gibi bir evde oturur. Salim Elvân, sağlıklı ve dinç bir insandır ve bunu özel bazı yemek tariflerine borçludur. Bu tarifler, cinsel gücünü de olumlu yönde etkilemektedir. Belki de sırf bu yüzden hanımından şikâyet eder. Eşi, vefâkar ve cefâkar bir kadındır; aynı zamanda da soyludur. Ne var ki, Salim Elvân bunlarla yetinmez; daha fazlasını ister. Hamîde′yi küçüklüğünden beri tanımaktadır; onun ne kadar serpilip güzelleştiğini görmektedir. Bu sebeple Hamîde′ye karşı içinde esen fırtınaları bastıramamaktadır. Salim Elvan, Abbâs′la sözlü olmasına rağmen Hamide’yi, annesinden istemiştir; bu durum ise Hamide’nin dünyasında büyük bir mutluluk kaynağına dönüşür. Çünkü Salim, kendisini maddi arzularına kavuşturabilecek bir insandır. “Hamide tarağını o kadar sıktı ki dişleri neredeyse kırılıyordu. ‘Şirket sahibi Salim Elvan mı?’ diye sordu. ‘Ta kendisi. Hesap edilemeyecek kadar büyük bir serveti olan adam’ Yüzü mutluluktan ışıldayan Hamide şaşkınlıktan ve sevinçten kendinden geçerek, neredeyse bilinçsizce ‘Çok şaşırtıcı bir haber!’ diye mırıldandı.” (Midak Sokağı, s. 148) Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere Hamide, nişanlanmasına rağmen Salim Elvan’ın kendisini istediğini duyunca çok sevinir ve hemen Abbas’ı unutur. Abbas neticesinde onun için sadece amaçlarına ulaşacağı bir araçtır. Araçlar değişse de amaçları değişmediği için, teklif karşısında çok mutlu olacaktır. Salim Elvan ve Hamide arasında nişan hazırlıkları başlar. Nişandan bir gece önce Salim Elvan kalp krizi geçirir. Haber çok hızlı bir şekilde yayılmıştır. “(…) Elvan’ın önceki gece kalp krizi geçirdiği haberi sokakta yıldırım hızıyla yayıldı.” (Midak Sokağı, s. 154) Bu olaydan sonra nişan olayına son verilir ve Hamide bir kez daha arzularına ulaşamamıştır. Hamide hayatı boyunca dilediği hayat tarzına Salim Elvan’la ulaşamayacağını anlayınca Abbas’la olan nişanını tazeler. Çelişkileri onun eski yoluna tekrar girmesine neden olmuştur. Hamide artık daha öfkelidir. “ Hamide talihsizliğine pasif bir şekilde boyun eğmeyi kabullenemiyordu.” (Midak Sokağı, s. 167) Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi Hamide, artık kaderine boyun eğmeyecek ve arzularına ulaşacağı bir plan hazırlayacaktır. Hamide, Salim Elvan olayını kapadıktan sonra İbrahim Faraj adında bir adamla tanışır. İbrâhîm Faraj, kendisi kadın avcısı bir kişiliktir; Kahire′nin varoşlarında dolaşıp güzel ve cahil kızları ağına düşürüp yabancı askerlere sunmaktadır. İbrâhîm Faraj, Hamîde′yi ilk gördüğünde kızın, bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu anlar. Faraj, yakışıklı ve zengin bir erkektir; adamın elleri bile Hamîde′nin ellerinden güzeldir. Onun için tatlı sözlerle Hamîde′yi kandırmak hiç de zor olmamıştır. Zaten Hamîde, parayla ve lüks yaşamla ilgilinmektedir. Evine davet ettiği Hamide, Faraj’ın nasıl bir adam olduğunu anlar, oradan uzaklaşmak ister ama sonrasında hayal ettiği, arzuladığı yaşamı bu adamın kendisine sunabileceğine ikna olarak Faraj’ın evine taşınır. “ Sanki o adam Hamide’nin içinde saklı olanları ortaya çıkarmak için mahsus karşısına çıkmıştı ve içindekileri bir aynaya yansıtır gibi gözler önüne sermişti. Hamide ondan ayrılırken ‘Hayır’ demişti, ama başka seçeneği yoktu. Zaten hayır demiş olması ne anlama geliyordu ki? Evde oturup berber Abbas’ın dönüşünü beklemek anlamına mı geliyordu? Hayır, hayır artık Hamide’nin hayatında Abbas’a yer yoktu. (…) Berberin ona verebileceği sefil bir evlilikti.” (Midak Sokağı, s. 208) Bu ifadeyle Hamide’nin arzularını elde etmek için yapamayacağı bir şey kalmadığını görürüz. Abbas onun için sadece bir araçtır. Başlarda kendisinden hoşlanmış olsa da içinde yaşattığı çelişkiler, onu maddi arzularının bir esiri yapacaktır. Hamide yeni hayatında çok da mutlu değildir. İstediği, arzuladığı hayata kavuşmuştur ama karşılığında ödediği bedel ona ağır gelmektedir. Faraj, onu İngiliz askerlerine pazarlamaktadır. Karşılığında altın süslemeli aynası karşısında ipekten eşarplarıyla bir hayat yaşasa da bu, Hamide’yi içten içe tüketmektedir. Günün birinde Hamide, Abbas’la karşılaşır. Abbas ordudan ayrılmış, geri dönmüş ve Hamide’yi aramaktadır. Hamide, Abbas’ı görünce çok şaşırır. Başından geçenleri kendi istemediği bir “oyunun parçası” gibi anlatır Abbas’a. Abbas’ın öfkelendiğini ve belki de Faraj’ı öldüreceğini düşünür. Böylece kendisi de kurtulacaktır. “ (…) Hamide duyduklarına çok sevinmişti, bunu Abbas’ın görmemesi için başını yana çevirdi. Abbas tuzağına beklediğinden daha da çabuk düşmüştü. ‘Yaptıkların konuşmamıza daima engel olacak’ demiş olmasına özellikle sevinmişti, çünkü Abbas’ın onu affetmek istememesi onu rahatlatmıştı. Affedilmek de geri dönmek de en son isteyeceği şeydi.” (Midak Sokağı, s. 277-278) Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi Hamide, kendi benliğinde yaşadığı çelişkilere rağmen yine de arzularından vazgeçmez, hem yaşadığı hayatı elinde tutmak ister hem de ödediği bedelin artık son bulmasını. Bu uğurda da Abbas’ın duygularıyla oynamaktan da asla geri durmayacaktır. Eser boyunca Hamide yaşadığı çelişkilerine karşı savunma mekanizmaları geliştirmiştir. Bu sayede ego, organizmanın çevreye uyumunu sağlamak için çaba gösterir. İd’den gelen istekler doyum ararken süperego’nun kurallarına da uymaya çalışır. (Özdoğan, 1997) Hamide, id’inden gelen isteklerini doyuramadığı ve kendisine koyduğu katı kuralları nedeniyle de egosunu zorladığı için savunma mekanizmaları geliştirmektedir. Bunlardan en göze çarpanlardan birisi de “yansıtmadır.” Hamide, kendi içinde bulunduğu çelişkileri ve çıkmazları yaşadığı sokağın içerisindeki bireylere yansıtarak çelişkilerine bir çözüm aramaktadır. “ (…) Midak Sokağı’nda ciddiye alınmaya değer kimse var mı?” (Midak Sokağı s.30) Bu ifaden de anlaşılacağı üzere Hamide, yaşadığı sokakta kimsenin ciddiye alınmayacağını söylerek aslında kendisinin yaşadığı bu çelişkiler özelinde ciddiye alınmayacağını göstermektedir. Hamide’nin yaşadığı çelişkilerin anlaşılması, eserde yer alan bireysel ve toplumsal kimliklerin anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu sayede de bir “özne” olarak Hamide’nin varlığı, okurun kendi kimliğini irdeleyebilmesi açısından bir ayrışma yaratır. Bir bütüne aidiyet noktasında benzerlikler barındıran özellikleri incelediğimizde ise odak figürün kendisiyle özdeşleştirdiği çelişkilere karşı geliştirdiği savunma mekanizmalarını bir “nesne” olarak Hamide’de görürüz. Hamide’nin gözünde herkes yalancı, çıkarcı ve sadece kendi heveslerini düşünen insanlardır. Böylece Hamide’nin nasıl bir insan olduğunu görmemize imkan tanıyan yazar, maddi arzularının peşinde koşan odak figür Hamide’nin kendi çelişkilerini okurun dünyasında da derinlemesine hissetirmesine imkan tanımıştır. S.Y. 2019
Midak Sokağı
Midak SokağıNecib Mahfuz · Kırmızı Kedi Yayınevi · 20201,502 okunma
·
216 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.