Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

128 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
“Varlığın kuralsız, zıvanadan çıkmış bir içeriden ya da dışarıdan kaynaklandığını sandığı, tahammül ve tahayyül edilebilir olasılığının dışına defedilmiş bir tehdide karşı o şiddetli, karanlık isyanlarından biridir iğrenme. Tehdit orada, çok yakındadır ama özümsenemez. Arzuya dil döker, onu hırpalar, büyüler ama arzu baştan çıkarılmaya yanaşmaz. Telaşa kapılarak geri çekilir. Tiksinip yadsır. Bir kesinlik, utanç verici olandan korur onu; gurur duyduğu, tutunmaya çalıştığı bir kesinliktir bu. Ama eşanlı olarak o dürtü, o spazm, o sıçrama, imkânsız olduğu denli baştan çıkarıcı da olan bir başka yere yine de sürüklenir. Bir çekme ve itme kutbu, musallat olduğu kişiyi sanki kaçılamaz bir bumerang gibi hiç durmadan, sözcüğün gerçek anlamıyla, kendinden geçirir. Julia Kristeva, Korkunun Güçleri, Çeviren: Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları Jenny Hval, bir kalp atışı ile başlatır Cennet Çürüdü’yü: “Orada, orada değil, orada, orada değil.” Sayfalar ilerledikçe katmanlanan rüyalar, gerçekler ve rüyalı gerçeklikler; sandıklar dolusu dönüşümlerle karşılar okuru. Cennet Çürüdü, kalp atışının metamorfozunu anlatır bize: Susuzluktan kavrulmuş bir dil gibi apış arasından sarkan gevşek, kıpkırmızı bir cinsel organ; seramik klozetin içine kalın bir sesle sıcak süt misali akan idrar; içi dişi bir kırmızılıkta elmaların üzerinde, içeriden sızan öz su ile karışan tükürük; kırılan ve bir midye gibi açılan tırnaklardan fışkıran boncuklara dönüşen meyveler; kupkuru, çıplak, zamansız bir leke; banyoda sporlarını usul usul havaya karıştıran tekinsizce baş vermiş bir mantar. Birbirine dönüşen, birbirini yok eden, birbiri içinde çözülen ve havaya, suya, toprağa karışan imgeler sağanağı. Dokunsal ve kesitsel bir Bildungsroman olarak Cennet Çürüdü, bize memleketi Norveç’ten kurgusal Aybourne şehrine üniversite okumak üzerine giden Jo’nun hikâyesini anlatır. Birinci tekil anlatının sıcak sarmalayışının hissi havada yüzer roman boyunca. Jo’nun şehrin sokaklarında yalnız başına yürürken kulaklarından zihnine akan Kings of Convenience şarkısı Parallel Lines misali bir hisle başlayıp, Björk’ün Cocoon’unun nabızsal ritimleriyle ürpertici bir ruhsal boşalmaya dönüşen bir dönüşüm hikâyesidir bu.  Jo, şehirdeki yabancıdır. Hval romanı bu omurgaya oturtur: Evden uzakta soğuk ve tedirgin edici bulunan bir ötekiye dönüşme, gerçekliğin kayması, geçicilik ve köksüzlük hissi. Memleketin kalın kabuklu tam buğday ekmeğinden, pürüzsüz akışkanlıkta ve ipeksi dokuda “endüstriyel beyaz ekmeğe” geçiş metaforu, aslında Jo’nun “kalın kabuğu”nun parçalanmasının da bir ön sezdirmesidir. Kaosun “içeride saklı olanın örtüsü”nü yavaş yavaş yok ettiği bir kaçınılmazlık anlatısıdır karşımızda duran. Jo’nun evinden uzakta yeni bir ev arayışı onu eski bir bira fabrikasından bozma, fazlasıyla soğuk, geometrik ve alabildiğine soyut bir atmosfere sahip “sessiz” bir evde yaşayan Carral ile tanışmasıyla başlar (ve son bulur). Jo, bu “yeni ev”e alışmaya çalışırken o içine ılık notalar akıtan kulaklığını çıkarmak zorundadır. Ev sessizliktir, ev ince saydam bir denizanası bedenidir. Hval, Jo’nun kendine çıktığı yolda ayağına takılacak yosunlu bir taş olarak kurgunun orta yerine bırakır bu evi. İncecik duvarlı bu evde, beden sıvılarının sesleri gürültülü sağanaklara dönüşmektedir. Ev, Hval’in “içeride olan”a tuttuğu bir büyüteçtir. Rüyalar ve gerçeklikler ile kat kat örtülmüş “atanmış ev”in, hiçbir gizli saklının kalmadığı saydam bir “seçilmiş ev”e dönüşümüdür izlediğimiz. Ailenin, zorla aidiyetin, hapsolmuşluğun örtüsünü çekip alan bir queer büyüteç olarak ev, yaralamaktan çekinmeyen ama akan tuzlu kana arzu dolu dudaklarını da dayayıp kendini affettirmenin peşinde bir metafor özne olarak yükselmektedir. Queer bir keşfediş hikâyesi olarak Cennet Çürüdü, başta bu “büyüteç” ev olmak üzere sayısız metafor ve sayıklamalarla dolu bir ürpertiler geçididir. Hval’in bu “yeni büyülü gerçekçiliği” sırtını doğaya, öze, asıl olana dayamaktadır. Doğanın kendisi de bir queer nesnedir romanda: Sarı, pembe ve kırmızı elmalar yumuşar, çürür ve yok olur; Jo sayfalar arasında mikolojiye olan tutkusuyla bizi mantarların gizli varoluşlarına davet ettikten sonra bir duş başlığı ile “iğrenç” bir et beni arasında salınan “garip” bir mantar peydahlanır, kuytu köşelerde yosunlar ve tanımlanamayan siyahlıklar alabildiğine “yapay” bu evi ele geçirir. Hval, ötekinin “iğrenç” doğasını keşfedişini, bu iğrençliğin doğal sihrinin çarpıcılığında okura sunarken, arzunun kapsayıcı doğasına dair bir güzelleme yaratmaktadır: Gevşek ve çirkin penisin, hem yumuşak hem de sert bir “kılıca” dönüşmesinin karşısında ataerkin işgalci kalbine bıçak gibi saplanan “muffin” labialar, birbirine cennetten kovulmanın siyahı ile sarılan “siyah elma” vajinalar durmaktadır. Hval, örtük ve gizli saklı olanın arkeobiyologu olarak derindeki o öz suyu her kelimesi ile ürkek bir sızıntıdan korkusuz bir çağlayana dönüştürür. Duvarların yıkıldığı, arzunun karanlığının altında tüylü ve sakin bir uykunun her yeri ele geçirdiği bu “sıradan ama sıra dışı” kaotik sessizliğe Hval’ın Fırtına’yla son vermesi boşuna değildir elbette: “Tam beş kulaç dipte yatıyor baban; Kemikleri şimdi mercan oluyor; Bir çift inci artık gözlerinde duran; Hiçbir parçası yok olmuyor; Harika bir şeye dönüşüyor bence Deniz değişimden geçtikçe.” William Shakespeare, Fırtına, Çeviren: Bülent Bozkurt, Remzi Kitabevi Orada, orada değil. Orada, orada değil. Belki de geçirgen olan ev değil, sadece “biz”iz. 
Cennet Çürüdü
Cennet ÇürüdüJenny Hval · Umami Kitap · 046 okunma
·
839 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.