Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
“… Dünyada Yalnızım”
(Kitabı okumayan insanların kitaptan alabileceği tadı azaltma ihtimali olan cümlemi -spoiler- <> bu iki işaret arasına yerleştirdim, iyi okumalar.) (Yine de inceleme yazısı olduğundan genel bir özet barındırdığına değinmeden geçemeyeceğim.) Yalnızız, bir İstanbul romanı. Kitap, yazarın bizi İstanbullu ve zengin olarak tanımlayabileceğimiz bir aile ile tanıştırmasıyla başlıyor. Öncelikle ailenin annesi konumunda olan, eşini kaybettikten sonra iki çocuğuyla birlikte ağabeyi ve erkek kardeşinin yaşadığı babadan kalma konağa yerleşip orada yaşayan Mefharet ile tanışıyoruz. Mefharet’in en belirgin yönü bitmek bilmeyen evhamı olduğundan tabii ki biz de ilk bu yönünü görüyoruz. Sonrasında evin dalgacı, hazırcevap ve tek aşkı yemekler olan küçük kardeşi Besim ile tanışıyoruz ki kendisi başlangıçta az eğlendirmedi beni. Mefharet’in tam aksine fazlasıyla rahat olan bu kardeşin rahatlığının sebebini ablasının ailenin tüm evham genlerini toplamasına bağladım ben. Ailemizin geri kalanında insanlara olan dikkati, beden dilini bu kadar tanıması ve en çok da kafasındaki ütopik dünyasıyla beni kendine hayran bırakan Samim var. Bir de yazarımızın dönem kızlarını tasvir için seçtiği Mefharet’in kızıyla eğitim sistemini eleştiri için seçtiği Mefharet’in oğlu var. Kitabın ilerleyen kısımlarında Samim’in sevgilisi olan Meral’le, Meral’in annesiyle, Selma’nın sevgilisi olan Ferhat ile ve birçok yan karakterle daha tanışıyoruz. Hepsini tek tek anmak çok anlamlı olmayacaksa da yazarın her bir karakteri özenle, bir durumu eleştirmek için veya okura bakış açısı kazandırmak için seçtiğini söylemeden geçmek olmaz. Mefharet’in evhamları, Besim’in yemek aşkı başlangıçta kitaba renk katsa da bu bölümlerin kitap için sadece bir girizgah olduğunu fark ediyoruz, ilerledikçe. Sonrasındaysa asıl olayımız başlıyor. Gözlemleri ve fikirleriyle Samim. Fark etmeden eski sevgilisinin -belki de hayatında en çok iz bırakan kadının- kızına aşık oluşuna, çok sonraları kafasında dört bir yana dağılmış parçaları birleştirerek yapbozu tamamlamasına şahit oluyoruz. Olguların çoğuna hakim bakış açısıyla değil de Samim’in açısıyla bakmak da okur olan bizlere farklı bir çerçeve sunuyor. Bu çerçeve; bize Samim’in hayata bakışını, kişiliğini öyle güzel sunuyor ki Samim’e hayran kalmamak çok da mümkün olmuyor bence. Bu kitabın ön sözünden öğrendim, Peyami Safa’nın bir özelliği varmış. Her kitabında bir karakterini kendine gölge edinirmiş, bu kitabındaki gölgesi Samim olduğuna göre ben Peyami Safa’ya hayran kalmış oldum. Yazarımızın bu özelliğinin birçok yerde “eksiklik” olarak tanımlanmasına denk geldiysem de bana pek öyle gelmedi. Aksine Samim’e duyduğum hayranlığı Peyami Safa’ya aktarma ihtiyacıyla doldum. Simeranya -yazarın ütopik dünyası- İdeolojisi -algılayabildim kadarıyla- pek çok yönden bana o kadar anlamlı geldi ki, daha çok vaktimin olduğu bir dönemde bu kitabı zamana yayarak, inceleyerek tekrar okuma fikrini aklımın bir köşesine yerleştirdim. Kitap hakkında detaylı konuşmayı girizgah olarak tanımladığım kısımlardan başlamak istiyorum. Peyami Safa, o bölümde okursa sadece dönemi tanıtmakla kalmıyor aynı zamanda dönemi de eleştiriyor. 1940’ta yayımlanan bu kitapta, eğitim sisteminin kazandırdığı kaygı ve stres sebebiyle hastalanan aydın için “Kabahat kendinde değil, onun ihtiyaçlarını, temayüllerini ve kabiliyetlerini hesaba katmayan öğretim sistemindeydi.” eleştirisinde bulunuyor yazarımız. Aradan geçen bunca yıla karşı şu konumdan tek bir adım bile öne gitmemiş yahut gidememiş olduğumuzu, eleştirinin bire bir bugüne uyuşu kanıtlıyor. Yazarın, Samim aracılığıyla yaptığı pek çok tasvir ve tespit, nir kere okumayla idrak edilemeyecek nitelikteydi. Yalanı “zıtlıkları barıştıramayan insanın taraflardan birini örtmek ihtiyacı” şeklinde tanımlaması, şu anki dünya ilminin hadiselerdeki ”bütün”ü kaçırdığı için “hakikat’i idrak edemediği tespiti, en çok da “Bahtiyar olmak için bedbaht olmağa ihtiyacı var.” yorumu bu nitelikli ifadeler silsilesine örnek gösterilebilir. Samim’in ütopik dünyası Simeranya ile ilgili eleştiri mahiyetinde bir şeyler söyleyebilir miyim, söylesem bile ne derece doğru ifade edebilirim bilmiyorum. O yüzden bu devlet düzeni hakkında pek bir yorumda bulunamayacağım. Gelelim Meral’e. İyi mi kötü mü anlaşılayamayan, gençlik buhranlarının arasında savrulup giden karakterimize… Peyami Safa, nasıl bir yazar olarak bir karakteri kendine gölge ediniyor ise ben de bir okur olarak okuduğum bazı kitaplarda kendime benzeyen birini bulurum. Ancak çoğu zaman öylesine seçtiğim bu karakterler, öyle anlar geliyor ki gerçekten bana benzer, neredeyse ben olup çıkıyorlar. O zamanda da ister istemez okuduğum kitabı içselleştiriyorum. Tam olarak bu raddeye gelmese de Meral bu raddeye yaklaşabilecek kadar kendimi gördüğüm bir karakterdi. Kendisi için söylediği “İçimde bir sürü ‘ben’ler kaynaşıyor. Kendimi hangisine bağlayacağımı şaşırıyorum.” cümlesi benim yıllardır kendimi tanımlamak için arayıp da bulamadığım bir cümleymiş gibi geldi. Çünkü Meral gibi benim de içimdeki ‘ben’ler de o kadar çoklar ve ayrılar ki hangisine uyacağımı bilemediğimden çoğu zaman kendimi “Ben çok yönlü bir insanım ya, ne yapacağımı bilmiyorum.” diye tanımladım durdum. Neyse, konumuza dönelim. Meral’in olay örgüsündeki yerinden bahsetmeden direkt olaya girince biraz havada kalmış oldu sanırım. En başta da bahsettiğim gibi Meral, Samim’in sevgilisi. Aradaki müthiş yaş farkı gibi meselelere takılıp bu yazıyı daha farklı boyutlara götürmek istemediğimden buraya hiç girmeyeceğim. Olay örgüsündeki yerine gelecek olursam, Meral kızımız öyle bir insan ki insan sarrafı olan ana karakterimiz Samim bile Meral’i çözemiyor. Ha, onun sebebini gözüne inen perdeyle de açıklayabiliriz de, neyse. Başlarda Samim’in yanında tam dengi dengine olan kızımız gerek ağabeyinin baskılarıyla gerekse kendi kaygılarıyla gitgide değişiyor. En azından Samim böyle diyor, ben onun yalancısıyım. İlerleyen vakitlerde Meral hakkında hiç ummadığı şeyler duyan ve gören Samim, hepten ne yapacağını şaşırıyor. Hayal kırıklığına bir insan gibi kabullenemiyor. Samim’in duyduğu ve gördüğü Meral arasındaki farkı da tabii ki en güzel şekliyle -ben değil- Peyami Safa şu cümlelerle açıklıyor: “Onun sahicisi senin hayalin yanında sahte görünüyor sana. Yalancı senin hayalindi. Kendi hayalinle kendini kandırmaya çalışıyorsun.” <Buhranlarından kurtulamayan ve günden güne kötü olan kızımız kitabın sonunda feci bir kazaya kurban gitse de ardında bıraktığı, “İntihar ediyorum. Kendi kendime nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım.” notuyla herkes bu kazayı bir intihar sanıyor haliyle.> Evet, biraz daha nesnel bir eleştiri yapmaya çalışacak olursam dili, anlatımı, karakterleri çok başarılı olsa da genel kurgu olarak klasik çerçeveden pek de çıkamadığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Okurken bir an sonrasını tahmin edebiliyorsunuz rahatlıkla ama zaten olay örgüsünden ziyade anlatımıyla öne çıkan bir roman olduğundan bu kurgu meselesi bile bir hata gibi gelmedi gözüme. Çünkü benzer kurgular bugün hala televizyonlarda ve hatta çeşitli sosyal medya platformlarında bile yazılıp çizilmeye devam edilse de gitgide kötüleşmesinden çıkarabiliriz ki: Önemli olan neyin anlatıldığından ziyade nasıl anlatıldığı… Bu arada, hazır anlatıma kadar gelmişken biraz da kitabın diline değineyim istiyorum. Tertemiz, sapsade bir dil olmasa da çağdışı kitaplara kıyasla gayet anlaşılır ve okunabilir bir dile sahipti. İllaki kullanım olarak eskimiş kelimeler vardı, dilimizin geldiği seviyede bu kaçınılmaz son gibi bir şey zaten. Yine de -bilemiyorum belki de özellikle dini kitaplardan kaynaklı bu dönem diline az çok aşina olduğumdandır- gayet anlaşılır geldi. Bir de , bu dönem kitaplarında günümüzle kıyasladığımda dikkatimi çeken bir unsur var. Eskiyen kelimelerden ziyade anlamı, kullanımı değişen kelimeler var. Örnek vermek gerekirse “müthiş” kelimesi bizim için Instagram’a atılan fotoğrafların altına övgü amaçlı yazılabilecek kadar olumlu bir kelimeyken o dönemde daha çok durumun feci, vahim, hazin olduğunu anlatabilmek amacıyla kullanılıyormuş. Bir de dönem insanları arasında kullanılan hitaplar şu an kullanılsa çoğumuzun “Nereden geliyor bu samimiyet?” diye sorgulayacağı kadar samimi. İnsanlar sürekli birbirine “kuzum, canım, ciğerparem” dedikçe ben bir tuhaf hissettim okurken. Dilden bahsetmişken tabii ki, Fransızca’nın dil üzerindeki <<müthiş>> tesirinden bahsetmemek olmaz. Nasıl ki şu dönemden “Avrupa” merakı gençler arasında yaygın ve fazlaysa o dönemde de “alafranga” merakı hayatın her yanında kendini belli ediyor. Özetle yorumun birbirine girdiği bu kitap hakkındaki yazıda zihnimdekileri sırasız buraya aktarmaya çalışırken hiçbir şeyi kaçırmamaya, atlamamaya çalıştım. Normal zamanda -kendi isteğimle- yazı yazmayı çokça sevsem de herhangi bir sorumluluk altında yazı yazmaya mecbur beni ve zihnimi yoruyor malesef. Umarım bu karışık yazının içinde düşüncelerimi size düzgün açıklayabilmişimdir. Son olarak, yazımı bitirip de şöyle bir bakınca fark ettim ki bir eleştiri ya da yorum yazısından ziyade koca bir övgü yazısına dönmüş, ne yapalım. Ben böyle kendime bir kitap seçip onu içselleştirip birkaç yıl övüyorum. Bundan önceki kitap Serdar Özkan’ın Kayıp Gül’ü idi. Diana’nın karakterinde kendimi bulmuştum o zaman da ama sanırım Meral’le Diana’nın, Yalnızız’la Kayıp Gül’ün, Peyami Safa ile Serdar Özkan’ın pabucunu dama atmış olacağım. • Öncelikle buraya kadar okuyan herkese teşekkür ediyorum. Bu yazı, benim için hayli özel ve anlamlı bir yazı. İçerisinde de bahsettiğim gibi mecburiyetle yazılmış bir inceleme, proje ödevim içindi. Geçen sene bu zamanlar yazdığım bir yazıydı, burada da yayınlamak istedim. Aslı bende olmadığı için fotoğraftan geçirdim, baya da zorlandım, umuyorum ki hatasız olmuştur. Gerçi okurken de birkaç yazım hatası, pek çok anlatım bozukluğu ve ‘şurası şöyle olsa daha güzel olurmuş’ durumuyla karşılaştım lakin noktasını dahi değiştirmeye gönlüm el vermedi. Zaten bir değiştirmeye başlasam işin içinden çıkamazdım yüksek ihtimal. Çünkü öyle ufak tefek noktalardan ziyade köklü değişiklikler yapmak isterdim, Simeranya’yı öyle üstünkörü geçmezdim mesela. Bu yazıyı teslim ettiğimde o kadar güzel bir geri dönüş aldım ki hatırladığım her an içimde bir heves, mutluluk, refah dalgası yeniden yayılır. Umarım sizler için de keyifli bir okuma olmuştur.
Yalnızız
YalnızızPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 201921,6bin okunma
·
324 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.