Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

“Sürgün bebek gibidir; ne görse ister.” Bu atasözü serseriler için de söylenebilir, üstelik daha da uygun düşer. Hırsızlık etmeyen bir serseriye binde bir rastlanır; genellikle de hırsızlığa meyilli olduklarından değil, ihtiyaçtan çalarlar. Bir de müzmin serseriler vardır. Bunların bazısı kürek cezasını tamamladıkları halde sürgünden kaçarlar. Böyle bir adamın nesi eksiktir sürgünde? Her istediği elinde sayılır, ama işin aslı öyle değildir… Onu çeken, sanki bir yere çağıran bir kuvvet vardır. Ormandaki hayat yoksulluklar, korkular içinde geçer, ama hür, maceralarla dolu olduğundan bir defa tadını alanlar için çekici bir şeydir. Esrarlı bir güzelliği vardır. Bir de bakarsın, akıllı uslu, sakin görünüşlü bir adam, evini barkını bırakıp ormana kaçıverir. Aralarında, evlenip çoluk çocuğa karışarak beş yıl kadar aynı yerde oturduktan sonra, günün birinde durup dururken karısını, çocuklarını, kayıtlı olduğu bucağı şaşkınlık içinde bırakarak kayboluverenler de olur. Hapishanemizde bana böyle kaçaklardan birini göstermişlerdi. Öyle olağanüstü suçlar işlediği de yoktu; bu konuda hiçbir şey duymamıştık, ama hep kaçardı. Ömrünü kaçmakla geçirirdi. Nerelere gitmemişti ki… Güney Rus sınırına, Tuna’nın öbür kıyısına, Kırgız steplerine, Doğu Sibirya’ya, Kafkasya’ya… her yeri dolaşmıştı. Kim bilir, belki başka şartlar altında seyahat tutkunu bu adamdan yeni bir Robinson Crusoe çıkabilirdi. Bununla beraber, onun için bütün bildiklerimi başkalarından öğrenmiştim. Kendisi hapishanede pek az konuşuyor, ancak pek gerekli olan şeyler için arada bir ağzını açıyordu. Ufak tefek, elli yaşlarında, bön denecek kadar sakin yüzlü, uysal bir mujikti. Yazın güneşlenmeyi pek sever, oturduğu yerde mutlaka bir şarkı mırıldanırdı, ama o kadar yavaş söylerdi ki, beş adım öteden bile duyulmazdı. Yüzü bir heykel gibi hareketsizdi. Keçe gibi sert yüz hatları vardı. Az yer, ekmeği her yemeğe yeğ tutardı; ne kalaç, ne de ufak bir şişe şarap aldığı olmuştu. Besbelli meteliksizin biriydi, sanırım sayı saymayı da bilmiyordu. Her olayı sessizce karşılardı. Bazen hapishane köpeklerini kendi eliyle beslerdi. Oysa bizde kimse hapishane köpeklerine yiyecek vermezdi. Zaten Rus halkı köpek beslemekten pek hoşlanmaz. Evliymiş, hem de iki kere evlenmiş; bir yerlerde çocukları olduğunu da işitmiştik… Hapishaneye hangi suçtan geldiğini bilmiyordum. Bizimkiler, hep onun buradan da kaçmasını beklerdi, ama ya eşref saati gelmemiş ya da yaşı ilerlemişti; adamcağız kendi halinde oturur, bu garip çevrede bir seyirci gibi yaşayıp giderdi. Bununla beraber, pek güvenilemezdi ona… Hoş, ne diye kaçacaktı zaten? Kaçınca eline ne geçecekti? Ama ormandaki serseri hayatı, hapishanedekine göre bir cennettir. Hatta kıyas bile kabul etmez. Yaşama şartları ağırdır, ama hürlüğün verdiği zevk yanında hiç kalır. İşte bunun için Rusya’da ilkbaharda, baharın ilk tatlı ışıklarıyla her mahpus nerede olursa olsun bir tedirginlik duymaya başlar. Bununla beraber, kaçmak her babayiğidin harcı değildir: Kesin olarak denebilir ki, güçlüğünden, sorumluluğundan ötürü buna ancak yüz kişide bir kişi kalkışabilir. Kalan doksan dokuzu da nasıl, nereye kaçabileceği hakkında hayal kurar, arzularıyla, tasarılarıyla gönül avutmakla yetinir. Bazılarıysa hiç olmazsa vaktiyle nasıl kaçmış olduğunu hatırlar… Yalnız, burada hüküm giymişlerden söz ediyorum. Şüphesiz henüz yargılanmakta olanlar arasında kaçma olayları daha çok, daha sıktır. Kürek cezası giyenler, kaçsalar bile bu işi ancak hapisliklerinin ilk yıllarında yaparlar. İki üç yılın sonunda bulundukları yerin değerini anlamaya başlarlar; başarısız olma riskine atılıp kendilerini mahvetmektense verilen cezayı tamamlayıp sürgüne çıkmayı yeğ tutarlar. Başarısızlık ihtimali her zaman vardır. Kaderini değiştirmeyi becerebilenlerse ancak onda birdir.
·
176 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.