Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

520 syf.
9/10 puan verdi
kişi doğal iken sevgiler ve hürmetler de doğal ve gerçek idi. fakat doğallığını kaybedip artık ünlü biri olduğunda insanlar sendeki öze değil, suni bir değere dönüşmüş olan sen'i önemserler ve sahte ile gerçek sevgi ayrıştırılamaz hâle gelir. Martin'i ünlü olmaktan pişman ve huzursuz eden şey de buydu. "ben eski Martin'im ve bana değer katan bu kitapların hepsi çoktan yazılmıştı, ben aynı Martin'im ama şimdi bana olan ilgi ve tapınmalarınız neden?" deyişi bu yüzdendi. Martin, insanların tüm bu sahte sevgileriyle karşılaştığı anlarda onlardan tiksinip bu sahtekarlıklarını yüzlerine vurmak yerine buna lakaytlaşmayı da öğrendi. onlara bir ders vermeyi düşünmüyordu, buna aldırış etmemeyi öğrenmişti. bu ruhsal yücelme, Martin'in kitapta atıfta bulunduğu, Nietzsche'nin üstinsan modeline uygun bir kişilik özelliği olsa gerek. Martin'i sona götüren esas şey aşk değildi, saf aşkın imkansızlığı değildi. onu sadece aşkın değil, tüm duyguların sahte ve sosyal statüye bağlı oluşu ve bunun getirdiği 'kainata sığamamak, insanlara tahammül edememek' hissi yok etti. Martin önceleri proleter idi ve alt sınıfının mutlu insanıydı. rastlaştığı üst sınıf hayatına tanık olunca bu yaşantıya imrendi ve bireysel gelişimini gördükçe öz sınıfına nefretle ve küçümseyen bir gözle bakmaya başladı. buna mukabil, yeni sınıfının buhranı onu öz sınıfına geri döndürtmeyecek kadar yıpratmıştı. Jack London esasında bir sosyalist, yani toplumcu. sosyalist kişi bireyciliğe zıt olup, bireyciliğin çıkarcı yanına muhalefet eder ve toplumu benimser, alt katmanı öne çıkarmak suretiyle her katmanı kolektif olarak düşünür. ancak London, Martin karakterini bireyci olarak ele alıp bireyciliğin yok edici kötü yanını bize aktarmak istemiş ve nihayetinde bunu unutulmaz bir eserde bize geçirebilmiştir. kitap aynı zamanda Jack London'ın hayatıyla paralel. bireyciliği Martin'den dinliyoruz: bana gelince ben bireyciyim. yarışın en hızlısı, savaşın en güçlüsü kazansın derim. biyolojiden aldığım, en azından aldığımı sandığım ders budur. dediğim gibi ben bireyciyim ve bireycilik, sosyalizmin kalıtsal ve ebedi düşmanıdır. Nietzsche, Haeckel ve Spencer, güçlü olanın hayatta kalması görüşünü savunan bireyci kişilerdir. bu görüş siyasette de kendini göstermiş, Hitler, Mussolini gibi faşistlere ilham olup onları yıkıcı birer katillere dönüştürmüştür. anlatmak istediğimiz gibi, kitabın esas konusu aşk değil, bireyciliğin zararlarıdır. ancak kitaptan çıkarabileceğimiz çok önemli bir ders daha var. Martin, eğitimsiz, kültürsüz, birikimsiz bir kişi iken isteyip çabalamakla nasıl bir donanıma erişilebileceğini ispatlar bize. içindeki cevheri ortaya çıkarıp sayısız kitap devirerek, üniversite okuyarak kısa sürede bir derya olması önemli bir nokta. ama bunun Martin'i yok oluşa sürüklediğini ve 'cehalet mutluluktur' sözünü hatırladıkça olması gereken ile mutluluk veren arasındaki seçimi yapmak çok zor. nihayetinde okuma yazma bilmeyen ya da işi gereği uzun sürelerce sevdiklerini göremeyen biri bu halinden memnunsa bu durumda "entelektüelitenin canı cehenneme, o zaten mutlu ve önemli olan da bu!" mu demeli yoksa "bilgili olmak ve hayatın tadını çıkarmak gerekir." mi demeli? her neyse eserlerin mesajını çözümledikten sonra kısa bir parça da olsa hikaye hakkında bilgi verelim. Martin adında bir gencin yolu bir burjuva ortamına düşer ve burada rastlaştığı Ruth adlı burjuva kızına aşık olur. hem kıza layık olmak hem de bu gösterişli dünyanın cazibesine erişmek için okumaya, kendini geliştirmeye karar verir. geliştikçe işçi sınıfını hor görmeye başlar ama aynı zamanda burjuva dünyasının aldatıcılığından tiksinmeye başlar. bu sırada Ruth'ın aşkını kazanır. hem okuyup hem de yazar ve büyük ihtiraslarla dergilere gönderdiği yazıları her defasında reddedilince şevki kırılır, iyice yayın dünyasından ve insanlardan nefret eder, yalnızlığa düşer. bir sebepten dolayı Ruth ile geri dönülmez bir şekilde ayrılırlar. sonrasında yazıları yayın dünyasında kapışılıp kendisi bu işten çok para kazanmaya başlasa da insanların gerçek yüzünü görmüştür ve artık çok geçtir. nasıl ki bir çikolatanın cazibesi, ona ulaşmadaki zorluğundan geliyorsa ve ona rahatça ulaşılabilecek bir konuma gelindiğinde cazibesini kaybediyorsa Martin'in hayattan kopuşu da bu minvaldeydi. burjuva insanının lüks hayatına tanık oldukça bu mertebeye ulaşmak için can atıyor, bu yaşantıyı cennet sanıyordu. fakat özendiği bu hayatı yaşayabileceği bir seviyeye geldiğinde bu katmandaki yaşamın ne kadar da saf duygulardan arınmış ve yapmacık olduğunu gördüğünde hayattan tat alamamaya ve bir sona sürüklenmeye başladı. "halbuki düşünsene, bir zamanlar bütün masumiyetimle yüksek makamlarda oturan, güzel evlerde yaşayan, banka hesabı olan eğitimli insanların ne kadar değerli olduklarına inanırdım."
Jack London
Jack London
Martin Eden
Martin Eden
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202390,8bin okunma
··
613 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.