Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

160 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
YENİLENLERİN YAZGISINI YAZAN ADAM: ‘’STEFAN ZWEIG’’
Bu kitabı her kitapçıya gittiğimde en çok satanlar listesinde görüyordum. Demek ki haklı bir nedeni varmış. Sadece Zweig’ın hayatını – dış dünyasını - anlatmakla kalmıyor, iç dünyasına da ışık tutuyor. Zweig’ın eserlerine başlamadan önce okunması gereken bir ön-hazırlık kitabı niteliğinde. Akıcı, sade anlatımı ile çok çabuk bitirilebilecek bir kitap. Bölümler arasındaki geçişlerde Zweig’ın alıntı sözleri de bulunuyor ki bu kısımlar sanki yemeğin üzerine serpiştirilmiş bir sos etkisi gibi bir lezzet bırakmış kitaba. Bir Yazarın Köklerini Bilmek ve Stefan Zweig’ı Anlamak: Bir yazarın eserlerini okumaya başlanmadan önce o yazar hakkında bir ön-hazırlık ve adaptasyon süreci geçirilmiş olması gerekir. Bir yazarın kült eserini direkt elimize alarak başlamanın kitabın etkisini azalttığı kanaatindeyim. Nasıl ki Dostoyevski’nin hayatını, yaşadığı dönemdeki siyasal kaos ortamını, Rus toplumunun sosyo-ekonomik durumunu, ölümün gözlerinin içine baktığı o meşhur idam sahnesinden son andaki kurtuluşunu, parasız pulsuz yaşarken yazarlık yolunda çektiği ızdıraplarını, sefaletini ve sara nöbetlerini bilmeden direkt kült eseri olan ‘’Suç ve Ceza’’ dan başlamak, o eserin gerçek kalıcı etkisini tam olarak veremezse; Stefan Zweig’ın da hayatını, ailesini, yaşadığı dönemdeki sosyal siyasal ortamını, kültür-sanat şehri olan Viyana’da geçirdiği günlerini, sanatçı ve yazar dostları ile geçirdiği faydalı ortamlarını, kendisi gibi savaş karşıtı olan Alman şair Rainer Maria Rilke ve Fransız şair Romain Rolland’ı, hayat arkadaşları Frederike ve Lotte ile olan içsel/dışsal bağlarını, I.Dünya Savaşı’nı ve sonrasında gelen II.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Vatansızlar Pasaportu verilerek ülke ülke dolaşmak zorunda bırakılan ve Zweig’ı eşiyle birlikte intihara sürükleyen psikolojisinde açtığı o derin yaraları, fikir dünyasından etkilendiği ünlü fikir, yazar ve bilim insanlarını – Sigmund Freud’u, Rotterdamlı Erasmus’u, Dostoyevski’yi, Nietzsche’yi, Montaigne’yi, Alman Şair Kleist’ı, Rodin’i, Rainer Maria Rilke, Nobel ödüllü Romain Rolland hatta Salvador Dali’yi bilmeden Onu okumak, yine de güzel bir okuma olsa da parçaları tam tamamlanmamış eksik bir puzzle gibi duracaktır. Tüm bu süreçleri bilmeden ‘’Aaa, Ben Satranç’ı okudum çok güzeldi’’ demek, biraz yavan kalacaktır. STEFAN ZWEIG OKUMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE YAPILMASI GEREKEN HAZIRLIK SÜRECİ: 1- Kerem Kına’nın Yazdığı Stefan Zweig Biyografisi (Zweig’a ilk giriş niteliğinde okunmalıdır) 2- Zweig’ın Son Günleri - Laurent Seksik (Vatansız bırakılan zorunlu tehcire zorlanan bir yazarın ölüme kadar giden sürecini anlamak için okunmalıdır.) 3- Hartmut Müller’in Stefan Zweig adlı biyografi kitabı 4- Zweig’ın kendi kaleminden yazdığı tüm biyografi kitapları (Özellikle Freud ve Dostoyevski gibi büyük ustaların hangi yönlerinden ilham aldığı önemli) 5- Dünün Dünyası 6- Rotterdamlı Erasmus (Birleşik Avrupa Ütopyasının İlhamını Aldığı ve Ustam dediği Erasmus) Mecburiyet, Satranç ve Dünün Dünyası adlı eserini anlayabilmek için; I.Dünya Savaşında gönülsüz olarak gidip görev aldığı yıllları ve savaşın vahşetinin izlerine bizzat tanık olduğu olayları, II.Dünya Savaşı’nın kasvetli ortamını, kitapları yakılan ve vatansız pasaportu ile ülkesinin dışına çıkmak zorunda kalan, çok sevdiği biricik yuvası olan Avrupasından zorunlu ayrılan bir adamın yaşadığı derin ruhsal çöküntüyü bilmek… Kitaptan birkaç alıntı ile devam ediyorum; ‘’Onu asıl dehşete düşüren şey ise, üç kez binmek zorunda kaldığı yaralıların taşındığı sıhhiye treniydi. Bu tren tam bir mahşer alanı gibiydi. Yaralı askerleri taşıyan bu tren, bir tedavi aracından çok onları son yolculuğuna eşlik eden bir yol arkadaşı gibiydi.’’ (Zweig savaş muhabirliği döneminden bir kesit) ‘’Avusturyadaki dehşetin derinliğini anlayabilmesi için ülkesine ait bir trene binmesi yetti. Trende bir deri bir kemik kalmış kondüktörler karşıladı onu. Ve tıpkı kondüktörler gibi değerli her şeyi sökülüp çalındığı için bir deri bir kemik kalmış bir tren…Soğuktan donmamak için sırt sırta oturup birbirinin vücut ısısından ısınan yolcular…Düşük kalorili linyit kömürüyle ağır ağır ilerleyen , bazen duran , bir saatlik yolu dört beş saatte alan yaşlı bir lokomotif.’’ (II.Dünya Savaşında Zweig’in gördüklerinden bir kesit) ‘’O dönem yaşayan Viyanalıların en büyük trajedisi de buydu. Güven dolu geleceğe umutla bakan, sanatla hayattan keyif alan, yaşamayı ve yaşatmayı bilen bir dünyadan her türlü vahşetin yaşandığı yarınların kan, gözyaşı ve zulüm getirdiği bir dünyaya uyanmışlardı. Çoğu uyandığı kâbusun bitimini göremeden kapattı gözlerini… Varlığı gören bu insanların gözlerindeki hayal kırıklığı sanırım o dönemdeki pek çok milletten daha fazlaydı. Sanatla yaşamanın zirvesinden vahşetin gayyalarına düşmüşlerdi.’’ ( II.Dünya Savaşı yılları… Viyanalıların Trajedisi) Sabırsız Yürek adlı eserini anlayabilmek için; Eşi Lotte’nin mizacını, Zweig’a olan sadakatini ve onunla geçirdiği yılları bilmek, eserin lezzetini kıvamını arttırır. Lotte karakteri, Zweig’ın hayatında önemli bir yer tutar. Lakin intihara beraber yürüdüğü kadındır, hayat yoldaşıdır. Lotte’yi tanımak için ‘’Stefan Zweig’ın Son Günleri’’ adlı kitabı Can Yayınlarından tavsiye ederim. Son olarak ; bazı eserleri direkt elinize alıp okumaya başlamayın. Ön araştırma yapılarak okumaya başlanan bir eserin çimentosu daha sağlam olur. Kitabı bitirdikten bırakacağı etkiyi arttırmış kitaba da hakettiği değeri bu şekilde iade etmiş olursunuz. ZWEIG, BİYOGRAFİ TÜRÜNDE ZİRVE: ‘’Bir Ruh Hırsızı Zweig’’ Zweig’ın Yazdığı Biyografiler Neden Çok Değerlidir? Bir kişi, başka bir kişiyi yazdığı o kişinin kendisinden daha iyi nasıl anlatabilir? Biraz daha anlaşılır bir örneklemli soru ile sorarsak; Dostoyevski’ye kendi biyografini yaz deseler Zweig’dan daha iyi yazabilir miydi? Bir çok kişiye göre bu sorunun cevabı: Hayır. Otobiyografi türünde kendi hayatını kaleme alan bir çok yazar mevcut ancak Zweig’ın kaleme aldığı biyografileri bu adam beni benden daha iyi anlamış dedirten cinsten. Bunu sadece bir güçlü bir empati yapabilme yeteneği olarak değerlendirmek eksik kalır; bu bir ruhu çözümleyebilmek, yazdığı kişinin ruhun dehlizlerinde gezinmek, ruhunu bir elbise gibi üzerine giyebilmek, hatta biraz sevimsiz tabirle; ‘’Ruh Hırsızlığı’’ yapabilmek, demektir. Stefan Zweig, kimi konu alırsa yazmadan önce o olur. Başka insanların ruhlarını bir elbise gibi kendi üzerine giyer, o elbiseyi çekip çekiştirir ve kendi üzerine oturtur. Ruhunun içine girer, O olur. Tıpkı öz babası gibi sevdiği Freud’dan almış bu özelliğini. Karşıdaki ile konuşurken karşıdaki gibi düşünen/hisseden geçici ruh hırsızlığı. BİR PSİKANALİTİK HİKAYECİ: FREUDYEN ZWEIG… Bir hikâye anlatmak için bir anlatıcı kullanır. Anlatıcı karakteri ile karşısındaki muhattabı olan karakter arasında tüm o ilişkinin sırrı yatar aslında. ‘’Anlatıcı’’ ve ‘’Muhattabı’’ olan karakterler birbiriyle iletişime girdiğinde arka planda ‘’Gölge Karakter’’ vardır. Anlatıcı ve Muhattabı olan karakterleri piyon olarak kullanırken arka plandaki ‘’Gölge Karakter’’e Freud’un ruhunu verir,uzaktan bir psikiyatrist edasıyla bu iki karakteri izler. Freudyen Zweig karakteri (Gölge Karakter), anlatıcı ve muhattabının ruhunun dehlizlerine iner, gezinir, sonunda da onu çözümler ve ruhunun derinliklerinde gezinen o çılgın tutkusunu okyanusun dibindeki kumun içinden söker alır, su yüzüne çıkarır. Bu bir ‘’Psikanalitik Hikâyecilik’’ tir. Bu empati yeteneğinden daha öte bir yetenektir. Bu ailesinden gelen kalıtsal mucizevi miras, büyük ihtimalle Freud ve Dostoyevski’den alınan bir ilhamla altı alev alev kaynayıp demlenerek ortaya çıkarttığı bir devasa yeteneğin, kaleminin ucuna vurması halidir. Zweig’in geride bıraktığı Kleist, Nietzsche, Hölderlin, Monteigne, Casanova, Stendhal, Tolstoy, Fouche, Magellan, Freud, Erasmus gibi biyografileri bu yazar, sanatçı, düşünür ve politikacıların tarihe mal olan öz yaşamlarından bile daha değerli ve daha çok başvurulan metinlerine dönüştürmüştür. Zweig’ın kaleminin bir dokunuşunun bir sihirbazın değneği gibi dönüştürücü bir gücü vardır. Zweig’ın biyografisini yazdığı kişinin hayatını bir kült esere çevirmek gibi bir huyu vardır. Büyük yazarlar, insanlığın gelişim/aydınlanma amacına sunulmuş birer nimettirler. ‘’Daha iyi görmek daha iyi fark edebilmek için insanın kendisine, çevresine dışarıdan bakabilmesi gerekir. Bu, bazen kendi gözünüzle olur bazen de sizi sizin kadar iyi tanıyan birinin gözüyle olur.’’ Bu yüzden büyük yazarları ve onların hayatlarını okumak gerekir. Büyük yazarların hayatlarını Stefan Zweig’ın yazdığı biyografik eserlerinden okuyun… Stefan Zweig’ın bütün dünyada – özellikle de ülkemizde de – bu kadar popüler olmasının başlıca sebepleri iyi analiz edilmelidir. Kitapta yazar Kerem Kına bu sırrı deşifre etmiş; ‘’Neden bu kadar çok okundu? Başarısının sırrı neydi? Bu soruların birkaç cevabı vardı. Öncelikle sabırsız ve heyecanlı okur olmasından kaynaklıydı. Gereksiz uzatmalar, abartılı ifadeler, kesin ve anlaşılır olmayan cümleler hep onu yoruyordu. Onun için iyi kitap son sayfasına kadar yaprak yaprak yükselen ve son sayfasına kadar nefes kesen tempoda okunan kitaptı. Bu şekilde kendi eserlerinde bunu uyguladı. Sade ve akıcı bir üslup kullandı. Yazıyı gereksiz tüm ayrıntılardan arındırdı. Önce dilediği gibi yazıp sonra üzerinden geçiyordu. Üzerinden geçerken gereksiz ayrıntıları atıp yoğunlaştırma ve biçimlendirme yapıyordu. Ve bunu bir yazı temposuna dönüştürüyordu. Heyecanlı yapısı yazının ritmini etkiliyordu. Ona göre 1000 sayfalık metinden çıkardığı 200 sayfalık öz metin, ulaşmak istediği şeydi. Çöpe atılan 800 sayfalık bölüm için hiçbir üzüntü duymuyordu. Hatta bundan keyif alıyordu. Yaptığı bu işleme ‘’vazgeçebilme sanatı’’ diyordu. Bu katı disiplin, yalınlık ve salt önemli olanla yetinme eylemi Zweig’a göre başarısının nedeniydi.’’ Yüksek motivasyonlı odaklanma, sezgisel zekâ, Freudyen bakış açısı, bir düşüncenin kabuğunu soyup çekirdeğini çıkarmak, bunu en yalın ve öz haliyle işleyip bir orkestra şefi edasıyla eserinde en başında sonuna kadar dalga dalga kabararak yükselen bir kreşendo ile finale ulaştırabilmek…İşte Zweigvari bir final… Bu, bir ‘’AKIŞ’’ halidir; akış haline girebilmek, duygusal zekânın en üst noktasıdır; duyguların tamamen performansın hizmetine verilmesidir. İşte böyle bir performansla gelen andan koparak bir hazla kendinden geçme… ‘’Yaratıcı Bir Trans’’ halidir… Büyük dahi sanatçı ve yazarların sırrı, bu büyülü ‘’Akış’’ tadır. ‘’Tüm hisleri ve gücünü bir noktaya toplamak kendini ve dünyayı unutarak işine yoğunlaşmak…Bu ders Zweig’ın tüm hayatını etkileyecek öğretilerdendi.’’ ALINTILAR: ‘’Ona göre yenilenler ruhsal olarak daha üstündü. Çünkü yenilgiyi kabul edip bu yazgının üstesinden gelebilmek zaferden daha zordu. Zaferin insanı donuklaştıran bir yönü vardı.’’ (Hep yenilenlerin/kaybedenlerin yazgısını yazan adam) ‘’Kendi kendine oynadığı bu oyun bir turist olarak fark edemediği şeyleri fark etmesini sağladı. Kimse ona dinini, ulusal kimliğini veya nereden geldiğini sormuyordu. Bu durum müthiş bir özgürlük hissi veriyordu. İçindeki dünya vatandaşlığı hayaline ne kadar da uyuyordu. Irkın, dinin ayrımının olmadığı, farklılıkların sorun olmadığı bir dünya…’’ (Zweig Ütopyası – Dünya Vatandaşlığı) ‘’Dünya, Birinci Dünya Savaşı’na garip bir romantizmle giriyordu. Hala liderlerine güvenen bu insanlar, liderlerinin gereksiz, saçma bir savaşa girmeyeceğine inanıyordu. Savaş onlara bir masal gibi geliyordu. Bu insanlar savaşın kötü politikacılarının güvenilmez olduğunu en acı bedellerle öğrenecek, aynı coşkuyu İkinci Dünya Savaşı’na girerken göstermeyecekti.’’ ( I.Dünya Savaşına çeyrek kala psikolojisi) ‘’Bu dünyada insanlar kimden nefret edeceğine bile karar veremiyordu.’’ ‘’Zaten tarih boyunca en büyük duvarlar insanların zihinlerinde oluşan duvarlardı. Çin Seddi’ni hatta dağları aşardı da insan, karşısındakinin duymak istemeyen kulaklarını aşamaz, duyuramazdı kendini.’’ ‘’Bir yazar için hayati öneme sahip olan empati yeteneği, ona ailesinden mirastı. ‘’Öteki’’ onun için bir düşman değil, bir akraba kadar yakındı. Bu empati yeteneği faşizmin hüküm sürdüğü bir dönemde nadir görülen bir cevherdi. Bu cevher savaş karanlığında bir yıldız gibi parlayacaktı.’’ (Empati Yeteneği) ‘’Zweig’ın hayatının en verimli dönemi olan Salzburg yılları oldukça çileli başlamıştı. Kış boyunca yazılarını soğuktan moraran parmaklarla yorganın altında yazdı. Ülkede her şeyin kıtlığı yaşanıyordu. Parayla da olsa bir şey bulmak mümkün değildi. Zaten paranın değeri de yüksek enflasyon nedeniyle eriyip gidiyordu.’’ (Hiperenflasyon) ‘’Zweig’ı bu kadar yıpratan bu durumun bir nedeni de babasından kalma ‘’kimseden bir şey istememiş olma’’ gururuydu. Bu gizli gurur o kadar derin bir duyguydu ki ikincil kişiler için dahi bir ricada bulunmak onu boğuyordu. Hele ki vatansızlar pasaportuyla seyahat etmek onun özgür ruhuna bir hançer saplıyordu.’’ (Vatansızlar Pasaportu) ‘’Bu dünya hassas bir kalbin yaşamasına izin vermeyecek kadar kötü bir yerdi. İnsan hayallerinin öldüğü gün ölürdü.’’ (Kerem Kına Final Sözü)
Kerem Kına
Kerem Kına
Stefan Zweig
Stefan Zweig
Stefan Zweig
Stefan Zweig
Stefan Zweig
Stefan ZweigKerem Kına · Destek Yayınları · 2021802 okunma
··
1.259 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.