Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
“Kuşkusuz devletin mahkemesi bu tip olayları benden daha sert değerlendiriyor; onun görevi genel ahlak kurallarını ve gelenekleri acımasızca korumaktır; bu da onun insanları affetmesini değil, yargılamasını gerektiriyor. Kaldı ki resmi kimliği olmayan ben, neden bir savcının rolünü üsteleneyim ki? Ben savunmayı tercih ediyorum. İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.” "...size tekrar ediyorum hanımefendi, diye fikrimi savunmayı sürdürdüm, bu durumda kimseyi yargılamak ve kınamak istemem. az önce biraz aşırıya kaçtığımı size rahatlıkla itiraf edebilirim; o zavallı bayan henriette bir kahraman değil elbette, serüven peşinde koşan biri de değil, bir büyük aşık ise hiç değil. cesaretle arzusunun peşine takıldığı için ona bir ölçüde saygı duyuyorum, ancak bugün olmasa bile yarın kesinlikle çok mutsuz olacağı için onun adına üzülüyorum. kendisini tanıdığım kadarıyla sıradan, zayıf bir kadınmış gibi geliyor bana. yaptığı belki aptalca, fazlasıyla acele etmiş olduğu da kuşku götürmez, ama asla alçak ve adi biri değil, bu zavallı ve mutsuz kadını küçümseme hakkını kendinde gören herkese her zaman karşı çıkarım." #kitapyorumu #birkadınınyaşamından24saat Bir feminist olarak bu cümlelerle ne kadar da yerinde bir konuya dikkat çekildiğini görüyor ve bundan mutluluk duyuyorum. Kadınların da seçme hakkının olduğunu unutmamak gerekir, bir kadının ilk gün tanıştığı bir erkekle kaçıp gitmesi demek sadece kadının sorgulanması anlamına gelmemektedir. Stefan Zweig “Bir Kadının Yaşamından 24 Saat” adlı romanında bu düşünceyi eşitlikçi bir düşünce yapısıyla bize aktardığını görüyoruz. Öyküyü kurgulayış biçimi ve kişilerin analizleri öylesine ustacadır ki sanki olay gözünüzün önünde canlanıyor hissine kapılıyorsunuz. Mrs. C , yıllarca kimseye anlatamadığı 24 saatlik bir anısını sadece bir süredir tanıdığı birine anlatıyor. Kadın olmayı, aşkı, istekleri, tutkuları, yalanları, mutsuzluğu, parayı, kumarı, toplumsal olarak ahlakçılığı aktarıyor bize. İki soru beliriyor o an kafamda ? 1- Ahlak nedir ? Sınırları nelerdir ? Kime göre belirlenmiştir ? 2- Aşkta mantık aranmalı mıdır ? (fikirlerinizi merak ediyorum ) Kim kör kütük aşık olmak ,durup düşünmek zorunda kalmadan sadece istediği için tutkularının peşinden gitmek istemez ? Kitap bir erkek olarak her yapılanın makul karşılandığı; ama bir kadının arzularını gerçekleştirmek istemesinin kötü algılandığını, ve bu durumun değişmeyeceğini gözler önüne serer. Belki de bir kadın olduğum için bu öyküden fazlasıyla etkilendim. Her kadının hayatının bir döneminde mantığı ve kalbi arasında sıkışıp kaldığı olmuştur. Hayatımızın dönüm noktası olmaya aday yaşantılarımız , üzerinden yıllar geçse de sorgulamaya ,farklı bir karar verseydik sonuçları ne olurdu diye düşünmeye devam ettiğimiz,hiçbir anını unutamadığımız olaylar muhakkak vardır. Stefan Zweig'den okuduğum bu üçüncü kitap, bir yazar nasıl bu kadar mükemmel yazabilir diye şaşırıyorum .Uzun süre etkisinden çıkamayacağım bu eseri okumanızı tavsiye ederim. Sevgiler
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020126,6bin okunma
··
18 görüntüleme
Metin T. okurunun profil resmi
Ahlak erkeğe göre belirlenmiş gibi duruyor.))) Sınırları ise toplumun üst yapı kurumları tarafından çiziliyor. Toplumlar kendilerine ait, özerk bir yapıdalar hala. Ama kültürel alışveriş bu görece heterojen yapıyı zorluyor iyice. Homojen bir yapıya doğru evriliyor toplumlar. Ancak hala yerellik dediğimiz yapı hakim çoğu topluma. Yerellik belki de milli kültür diyebileceğimiz özerk yapıların bu kendine haslıkları etik kurumlarla besleniyor. En etkilisi din desek pek hata yapmış sayılmayız . Zira din, içinde gelenek ve görenekleri de bulundurur. Yani bir toplum edindiği dinle kendi geleneklerini barıştırır ve en önemli üstyapı kurumunu bir denetçi, bir belirleyici olarak kutsar. Son tahlilde bu yapı öznel ve dolayısıyla izafidir. Yani farklı toplumlarda farklı ahlaki anlayışların olmasının sebebi budur. Aşk dediğimiz şey karşı konulması hayli güç bir reflekstir. Güdüseldir sanki. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk basamağın içinde olduğuna daha çok inanırım ben. Temel ihtiyaç, temel güdü gibi. Sanki sevgiyle birebir örtüşmez. Öyle olsa üçüncü ihtiyaç olan ait olma ve sevgi ihtiyacına yerleşirdi. Galiba hem güdüsel olan ilk ihtiyaç hem de sosyal yönü daha ağır üçüncü ihtiyacın harmonisidir. Karşı konulamaz derim ben. Konulsa bile ki bu olasılık hep vardır. Zira en temel güdüsel ihtiyacı alt edip kendini ölürebiliyor insan. Karşı konulsa bile ruh sağlığı bozulur insanın ve ömür boyu sürecek bir ruh hasarıyla yaşamak zorunda kalır insan. Pişmanlıkla. Doyurucu bir inceleme okudum. Kaleminize sağlık Rojin hanım.
Rojin Turay okurunun profil resmi
Eksik olmayın :)
Mert okurunun profil resmi
Bunu beğenmişsin; bilinmeyen bir kadının mektubunu da okumanı tavsiye ederim, satrancı okuduğunu gördüm.
Rojin Turay okurunun profil resmi
Okudum , eksik olmayın :) Yorumu sayfamda mevcut.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.