“Ey itmi’nâna ermiş (itaatkâr) nefs!
Sen O’ndan, O da senden râzı olarak Rabbine dön!
(Sâlih) kullarımın arasına
katıl ve cennetime gir.”
(el-Fecr, 27-30)
Özü itibâriyle tasavvuf; gönül âlemimizin, Cenâb-ı Hakk’a yakın bir hâle gelmesidir. Bu sâyede Hak Teâlâ, muhabbetiyle bütün gönlü kuşatmaya başlayacak ve gittikçe daha fazla tanınarak kulda bir “vuslat” kıvâmı oluşacaktır. İşte bu kıvam; bizi kurtaracak olan keyfiyettir. Bizlere Hira ve Sevr’den kalan mukaddes bir mîrastır. Bu hâli elde edebilmenin yolu ise, kalb tasfiyesi ve nefs tezkiyesidir. Diğer bir ifâdeyle tasavvuf, sulhü olmayan mânevî bir cenktir. Yâni bir ömür boyu nefsin süflî arzularını bertarâf etmeye çalışmaktır. Tasavvuf; ihlâstır, istikâmettir, rızâ ve teslîmiyettir.