Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Doris Lessing’i ilk kez okuyorum. Benim için ilginç bir okuma oldu. Başlangıçta isminden ve kitap hakkında okuduğum yazılardan –çoğunluğu- oluşan algıları yıkarak ilerlemek zorunda kaldım. Distopik bir eser olduğuna ilişkin görüşlerin aksine şu an kitabın distopya merkezli ele alınamayacağı fikrine sahibim. Yazar kitapta günümüz dünyası ile insanlık tarihinin çok eski evrelerinde süren yaşam arasında benzerlikler gösteren düalist yapılı yeni bir dünya yaratıyor. Yönetici kesim ve devlet görevlileri hala eski konforlu dönemi yaşamayı sürdürürken halk yığınları avcı-toplayıcı dönemi çağrıştıran yaşam formu içinde. Bunun sebebi de “şey” olarak ifade edilmiş. İnsanlığın başına gelmiş felaket olarak “şeyi” ele aldığınızda tanımlamanız mümkün değil. Düşünebileceğiniz hiçbir felaketin yaratacağı sonuçlar tarif edilen yaşama uymuyor. Şeyin belirsizliğinde insanların şeyle mücadelesi de neredeyse yok gibi. Ancak kitabın sonlarına doğru nefes almakta güçlük çekme şeklinde karşımıza çıkıyor. Bilinen distopik eserlerin aksine baskıcı otoriteyle mücadele de fazlaca hissedilmiyor. Yönetim bana dokunmayan bin yıl yaşasın tavrında ortalarda pek gözükmüyor. Bu yüzden “şeyin” belirsizliğinde distopya tema haline gelemiyor ve hareketli dekor (oluş halinde) olmaktan öteye geçmiyor. Benzer şekilde anlatıcının durumunu da “şey” tabiriyle tanımlarsak hata etmiş sayılmayız. İsmini bilmiyoruz, mesleğini, geçmişini bilmiyoruz. Kadın olduğunu biliyoruz, yaşını da ancak gençlere göre yaşlı, kırkın üzeri diye tahmin edebiliyoruz. Oysa hikayenin büyük bir bölümü onun zihninde ve evinde geçiyor. Belirsizliklerle oluşturulan kurgunun deneysel bir amacı var. Temayı öne çıkarmak. Günümüz toplumlarının binlerce yıldır süregelen deneyimle oluşturduğu ahlaksal, dinsel, hukuksal normlar, aile, devlet gibi yapılar olmadan insan davranışlarını kendi doğallığında irdeleyebilmek ve varsayımlar geliştirmek. Bu yüzden kaldırımın karşı tarafında biriken kalabalık, kurulan çeteler, göç edenler, hep günümüz normlarıyla yaşama şansı bulamadan şeyli dünyanın içinde büyüyen çocuklar ve gençler. Bütünüyle sahipsiz kalan çocukların yeraltında çeteler halinde yaşadığı; vahşileşerek, sıçan yiyerek, gerektiğinde birbirlerini veya başka insanları öldürerek yamyamlaştığını görüyoruz. Temayı oluşturan ana unsur ise kadın yaşamının çocukluk-gençlik-kadınlık arasındaki geçiş dönemi. Yine kim olduğu bilinmeyen, belirsiz bırakılan bir adamın anlatıcıya bakması için bıraktığı Emily Mary Cartright üzerinde bunu gözlemliyoruz. Kitabın başından sonuna kadar algılarımız sürekli 12 yaşındaki Emily’nin üzerinde çocukluktan önce gençliğe sonra zorunluluktan doğan hızla olgunlaşarak kadınlığa geçişini seyrediyoruz. Yazar bunu safha safha derinleşerek bize aktarıyor. Emily cinselliğini kazanarak ve kendi yaşının çok üzerinde sorumluluklar yüklenerek kadın haline geldiğinde ondan iki yaş küçük June karakterini hikayeye katarak hızla gerçekleşen oluşu kıyas aracılığıyla da gözler önüne seriyor. Emily üzerinde bu kadar yoğunlaşmamızın sebebi sembolik bir karakter özelliğini de taşıması. “Orada oturdum, yerimden kıpırdamadım ve Emily’nin, ezelî ve ebedî kadının, ağlama görevini yerine getirişini izledim.” Yazarın ezel ve ebed sözlerinden varsa inanç boyutunu veya ironiyi bir kenara bırakıyorum. Emily karakteri tarihsel süreçlerden soyutlanmış şekilde evrensel kadın varlığını simgeleştiriyor. İş böyle olunca hayatı ve olgunlaşarak kadınlığa geçişi de fazlasıyla önem arz ediyor. Kitapta ikinci bir dünya daha var. Anlatıcı bu dünyaya evinin duvarından geçiş yapıyor. İlk yaptığı keşifler sırasında odadan odaya geçerek yaptığı gezintiler sırasında aktarılanlardan bu dünyanın dönem dönem geçmişe yapılan ziyaretler olduğu sonucuna varıyoruz. Emily çocukluk yıllarıyla burada da karşımıza çıkıyor. Erkek kardeşinin doğuşuyla ikinci plana itilişinin onda yarattığı duygular aktarılıyor. Babası ve annesi iri boyutlarıyla tacizkar, korkutucu birer figür olarak karşımıza çıkıyor. Yazar bu bölümde farklı bir katmanda postmodern anlatıyı modernist yaklaşımla irdeliyor, bir anlamda deneyimliyor. Kitabı beğendim. En çok hoşuma giden yönü metinsel özellikleri ve yazarın insan davranışlarını çözümlemedeki başarısı. Kullandığı teknik, betimlemelerin metin içerisinde üstlendiği görev Tolstoy okuyorum hissi uyandırdı.
Hayatta Kalma Güncesi
Hayatta Kalma GüncesiDoris Lessing · Can Yayınları · 2017210 okunma
·
411 görüntüleme
Varsız okurunun profil resmi
Emily üzerinde biyografik unsurlar da taşıyor deniliyor. Ama ben ilk kez okuyorum, yazarın külliyatına ve hayatına hakim değilim ve üstelik bu "denilenlere" maalesef fazla güvenemiyorum. Bu yüzden sadece genelde yaptığım gibi kendi düşüncelerimi aktardım. Siz de sağolun.
AYŞE... okurunun profil resmi
Yazarin hayatını felaket merak ediyorum genel tavrı gibi çocukluk, gençlik ve kadınlık durumları, keşke yazar bana kendini anlatsaydi çok isterdim🙈😁 çok şey istedim sanırım, yorumunuza sağlık🤗📚✨
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.