Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

KURŞUNÎ SABAH
Her akşam olduğu gibi bu akşam da sabahı gözlüyorum. Çünkü karanlıkta duvarları üstüme süren, kemiklerimi titreten, yüzümü ekşiten ürpertici bir yalnızlık var. Sabahı gözleyişim rasathane memuru titiz ve düzeni içerisinde oldu daima. Bu akşamın da farkı yok. Daha sonra anlayacağım ki öyle değil… Penceremden göğe bakıyorum. Eğilirken masanın sivri ucu göğsümün altına batıyor. Her akşamki sızı işte. Hiç şaşmaz. Küçük Prens’te yıldızları sahiplenen bir adam vardı. Onun kadar gözü dönmüş değilim ama benim de kafamda sahiplendiğim birkaç yıldız var. Şu sonsuz karanlıkta bana ışık olsunlar diye sahiplendiğim beş yıldızla onun ismini çiziyorum fezaya. Onun ismi bana ışık oluyor. İşte yine göğsümdeki o sızıyla penceremden onlara bakıyorum. Nasıl güzeller anlatamam. Güzeli hatırlattıkları için mi yoksa güzelle süslendikleri için mi öyleler emin değilim. Eminsizliğimi de katıyorum acıma ve sabahı etmek adına kılıcı kınından çıkarır gibi son kurşunumu kutusundan çekip çıkarıyorum. Yenilerini almak gerek. Anda bir dilek tutuyorum; kurşunun insanlara silahı değil de kalemi hatırlatmasını isterdim. Olmuyor. Varsın olmasın. Kurşunuma bakıyorum. Cilalınmışçasına parlıyor. Onu önümdeki ak kâğıda sürüp kâğıdı yaralamak adına büyük bir şevk duyuyorum. Çünkü ben, sabahı gözlediğim akşamlarda, yani her akşam, üstüme sürülen duvarları itmek adına yazarım. Bu serüven kimi zaman saatler sürer ve sayfalarca yazarım. Kimi zamansa Rodin’in heykeli gibi saatlerce kıpırtısız durup düşünür ve bir kelimeden öteye gidemem. Yani her halükârda bu serüven saatler sürüyor. Yalnızca kurşunum bazen tükenirken bazen kutusundan ilk çıktığı bütünlüğünü koruyor. Bu gece bu son kurşunumu tüketmek istiyorum. Diğerlerinden farkının olduğunu daha sonra anlayacağım bu akşamda bir şiir yazmak üzere kollarımı geriye atıp geriliyorum. Kürek kemiklerimi sandalye başının iki ucuna sertçe bastırmak sırtımdaki ağrıyı azaltıyor ve bundan garip bir haz duyuyorum. Fakat esas hazzı iyi bir şiir yazdığımda duyarım. Çünkü şiir benim tutkum. Şiir, benim için, üstüme gelen duvarlara karşı bir başkaldırış, kemiklerimi titreten ürpertiye karşı bir nanik, yüzümü ekşiten hisse karşı bir tat. Şiir benim asi çocuk yanım. Şiir benim masum şövalye yanım. Peki bu akşam şiire nasıl başlayacağım? Düşünen Adam’ı oynamaya lüzum yok. O nedenle, başımın sıkıştığı vakitlerde yaptığım gibi şiire onun baş harfiyle başlayacağım. Evet, bir cümleyle değil, bir kelimeyle değil, bir harfle. Bu benim imdat kolum, acil durum düğmem, yardan düşerken tutunduğum tuğlam. Olacak olan olur, der atalarımız, gün görmüş büyüklerimiz, büyümüş de küçülmüş dert sahiplerimiz, okumaktan göz numarası büyümüşlerimiz ve tabii tüm bunların dışında olup onlardanmış gibi görünme çabasındaymışçasına konuşan tembellerimiz. Bu akşam olacak olan beyaz bir ışıkla başladı. Kurşunumu kâğıdı yaralaması adına sürtmeye başlayacağım sırada penceremden bir beyaz ışık geldi. Ne oluyor diye bakmak için kafamı çevirecekken bir de şiddetli gürültü duydum. Kurşun elimde, gözüm pencerede. İnanamıyorum. Hayır, yağmur öncesi yıldırım raksı değildi bu. Yıldızlarımdan biri, afacan bir çocuğun elinden fırlamış kâğıttan uçak gibi semadan irtifa kaybediyor. İnanamıyorum. Düşüyor. Hemen dışarı çıkmak üzere odamdan koşar adım aşağıya iniyorum. Düşmeyeyim diye sol kolumla dayandığım duvarın deprem oluyormuşçasına sarsılmaya başladığını hissediyorum. Avuçlarım terliyor, ayaklarım titriyor, başım dönüyor, göğsümde davul çalıyor. Neden sonra ayaklarımda ıslaklık hissediyorum. Ne olduğunu anlamak için yere bakamayacak kadar korku ve heyecan içindeyim. İçin için inanamıyorum. Gecenin saat üç karanlığı tülü çekilen heykel gibi açılmaya durmuş, aydınlanıyor tepesinden. İnanamıyorum çünkü yıldız gittikçe büyüyor. Kıpırdayamıyorum. Büyüyor. Kıpırdayamıyorum. Geliyor. Kıpırdayamıyorum. Aydınlanıyor. Gözlerim ağrıyor, sulanıyor ama ilginç şekilde göğe bakmaya devam edebiliyorum. O anda nasıl oluyorsa elimde tuttuğum kurşunumu hissediyorum. Parmaklarımı oynatmaya çalışıyorum. Olmuyor. Kurşun, sağ yumruğumla kaynaşmış. Bu şaşkınlık sayesinde göğüs sızım şevke dönüşüyor o anda. Yazmam elzem. Nefesimi tutuyorum. Yumruğumu göğe kaldırıyorum. Kurşunumu yıldıza uzatıyorum. Kaydığı noktayı hesap edip kolumdaki titremeyi asgari düzeye indiriyorum. Gürültü, sallantı, hararet ve lema eşliğinde son kurşunumla son noktamı göğe koyuyorum. Dileğim gerçekleşiyor. Sabahı ediyorum. *** Hemen her ay yapılan öykü etkinliği varmış sitede. Bu kısa öykü de mayıs ayı öykü etkinliği (#165617869) kapsamında yazılmıştır.
··
4.033 görüntüleme
erhan okurunun profil resmi
Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkıyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz!
Cahit Külebi
Cahit Külebi
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.