Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
·
26 saatte okudu
Bir oğula karşılık bir umut!
Marquez’in Nobel ödülü almasına zemin sağlayan ve kendisinin de “Kırmızı Pazartesi” eserinden sonra en başarılı bulduğu eseri. Marquez, bir horoz dövüşü sırasında kısa yoldan ve yasa dışı biçimde zengin olmaya çalışan oğulun hayatını kaybetmesi ile dramatik bir giriş yaptığı öyküsünün arka planına hazırlıyor okuru. Albay, hayatı boyunca ülkesine hizmet etmeye çalışmış bir asker olarak kritik bir yerde verdiği kararla yeni hükümet ile emekli edilmiş bir askeri temsil ediyor. Albay baba ne kadar vatansever ve sabırlı, gururlu bir adamsa oğul da o kadar sabırsız, illegal ve gururu rafa kaldırmış bir adam aslında. Yine de bir oğul ve ailenin gözünün bebeği! Ölümüyle ailenin üzerine kara bulutlar çökmüş, anne astım nöbetlerine gark olmuş, baba içine kapanmış ve oğullarından geriye kalan tek yadigar olan “horoz” ile yaşamaya devam etmeye çalışıyorlar. Horoz, bir metafor olarak düşünülürse hem oğullarını simgeliyor hem de ailenin gelecekte kazanma ihtimali olan horoz yarışı ile hayatta kalma parasını. Oğullarının ölümünün boşuna olmadığına inanmak isteyen baba horozu hayatta tutmak ve yarışa sokmak isterken anne, horozun oğlu için lanetli olduğuna inandığı için ona verilen her lokmayı gereksiz görerek ölüme terk etmek istiyor. Oğullarının yetimi olarak kalmış anne ve babanın aynı olaya ve aynı horoza ne kadar farklı bakabileceklerini gösteriyor bize Marquez. Bir evlat kaybeden anne ve babaların zaman zaman ayrılma noktasına gelmelerini de anlamamızı sağlıyor bu öykü üzerinden. Öykünün başında öyle derin bir yoksulluk ve aynı zamanda fedakarca bir sevgi görüyoruz ki derinden etkilenmemek elde değil. Ailenin evinde yiyeceği bırakın içecek kahve dahi 1 minik kaşık kadar kalmış. Belki de ailenin tek açlık bastıracağı maddesi bu iken albay, karısına bu kahveyi götürüp kendisinin zaten içtiğini söyleyerek karısına olan sevgisini iliklerimize kadar hissettiriyor. Karısı ise kocası albayın kararlarında onu hep pısırık görerek ve zaman içinde yoksulluğun da etkisiyle gittikçe sertleşerek gözümüzdeki değerini yitiriyor. Aklıma atalarımızın şu sözünü getirdi ister istemez: “Kadınj yoklukta, erkeği varlıkta tanır insan.” Gerçekten de öyle galiba. Evlerindeki her şeyi satmaya başlayan ailenin en son satmaya teşebbüs ettikleri eşyalar da manidar: saat ve resim. Saat, kendi zamanlarının artık var olmadığını ve yeni bir zamanda onların bu zamana ayak uydurmaya ihtiyaçlarının kalmadığını simgeliyor sanki. Saati almak istemeyen kasabalının ise sebebi, yeni çıkan saatlerin karanlıkta da parlaması. Oysaki ülkede sıkı yönetim gereği akşam olduğu zaman dışarı çıkma yasağı var ve herkes ışıklarını erkenden söndürüyor. Saatin ışığına gerek olmasa da geç saatlerde de yaşamın devam etmesine duyulan gizli bir özlem mi bu saatin özelliğine duyulan hayranlık? Resim ise estetik zevkin bir simgesi. Aile o kadar çok temel ihtiyacından mahrum ki estetik zevkler artık umursanmayacak durumda. İnsani özelliklerin nasıl kaybolduğuna bir kanıt bu resim. Horozun satılması istenen zengin adam, bizim eski Türk filmlerinde gördüğümüz pis ruhlu, zengin ama bencil bir kasabalıyı temsil ediyor. Horozun ederini vermeyip zaten eline mahkum olmuş aileyi sömürmeye çalışıyor. Gizliden gizliye arazileri yarı fiyatına kapatan bir sömürgeci de aynı zamanda. Bir yerde biri aşırı zenginse kasabalının uyutulduğu gibi uyumamak gerektiğini gösteriyor bize. Horoz yarışları halkın hem eğlencesi hem de illegal bir şey yapmaya duydukları bir başkaldırı niteliğinde. Horozun akibetimizi bilemeden tam tadında bitiriyor Marquez. Yıllar süren bir kokuşmuşluğa ve boyun eğmeye karşı direnişin, ümidin ve dik duruşun sloganı ise şöyle: “Elinin körü!”
Albaya Mektup Yok
Albaya Mektup YokGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 20208,5bin okunma
··
501 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.