Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

331 syf.
·
Puan vermedi
·
16 günde okudu
Kefeştetayyuş ille de Kıtmir Rap Rap
1998 Nobel Edebiyat Ödülü alan roman ansızın gelen körlükle tüm ülkedeki düzenin bozulması ile başlıyor. Akıl hastanesinde karantinaya alınan körlerin mecbur kaldığında medeniyetten uzaklaşarak nasıl bencilleştiğini okuyoruz. Kitap, nasıl olsa görmüyorum başkası da görmüyor diyerek tüm ihtiyaçlarını bulunduğu yerde gören insanları konu alıyor. Zamanla açlık, pislik, tecavüz ve cinayetlerle birlikte insanoğlunun nasıl vahşileşebileceğini gösteren roman bize insanlığın gerçek yüzünü yansıtıyor. Romanda, tüm körler akıl hastanesine kapatılır ve kaçmamaları için de hastaneyi askerler korur. Bir grup körün yatak başlarından yaptıkları silahları ortaya çıkınca hastanede ortaya kötülük üzerinden kurulan bir otorite oluşur. İyi ve kötünün ne olduğu aslında gücün kimde olduğuna bağlıdır.. Çıkan bir yangın ile kaçan çoğu kör, salgının tüm ülkeyi sardığını, hastanenin içinin ve dışının aynı olduğunu anlar ve hayvanlar gibi yaşamaya başlarlar. Kitap bize bazı metaforlar üzerinden sorgulamalar yaptırıyor. Kendi yapacaklarının yansımalarını çevresindeki insanlarda gören Doktorunun karısı, böylece hem insanları hem de kendini tanır. İnsanlığın en iğrenç taraflarını görür. Gören tek kişi olduğu için körlere bir nevi rehber olur. Gözyaşlarını silen köpeğin de tıpkı kadın gibi gözleri görüyor olması ve kötülüklere şahit olması insanın hayvan gibi davranırken, hayvanın ise insanlaşmaya başlamış olduğunu düşündürür. Kitap bize otoritenin umursamaz ve yalancı olduğunu, yalnızlaşmış insanın birleşmezlerse hayatta kalamayacağını anlatıyor. Adı geçmeyen tüm karakterlinde (Doktor, ilk kör ve karısı, koyu renk gözlüklü genç kız, şaşı çocuk ve gözü siyah bantlı yaşlı adamdan) nereye giderlerse gitsinler, ne yaparlarsa yapsınlar birbirlerinden ayrılmadığını ve bu yüzden hayatta kaldıklarını anlıyoruz. Kitabı okurken hikayeyler bağdaştırdığım, her dinde farklı dile getirilen meşhur Yedi Uyurlar efsanesini hatırlatmak istiyorum; Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş ve Kefeştatayyuş adlı yedi kişi Putperestliği bırakarak din değiştirir. Ancak hükümdar Dakyanus, bunu kabul etmeyerek herkesi putperest yapmak ister. Altı genç bu zorlamayı reddederek hükümdardan kaçar ve ibadet etmek için bir dağın yolunu tutarlar. Bu sırada Kefeştetayyuş adlı çoban ve köpeği Kıtmır de gençlere katılarak Yedi Uyurlar'ı oluştururlar. Dağa yaklaşan Yedi Uyurlar bir mağaraya girerler. Mağarada dua eder ve merhamet dilerler. O sırada hükümdarın askerleri bu gençleri mağaraya hapsederek onları ölüme terk eder. 300-309 yıl arası derin bir uykuya dalan gruba bu koca yıl sanki bir gece gibi gelir. Şehre inmek için yola çıkan Yemliha, karşısında bambaşka bir şehir görünce bir şeylerin ters gittiğini anlar. Onlar sadece bir gece uyuduklarını zannetmekte ve Decius tarafından öldürüleceklerini düşünmektedirler. Şehrin kapıları üzerinde haç görünce çok şaşırır ve yoldan geçen birine bu yerin gerçekten Efes olup olmadığını sorar. Gördüklerini arkadaşlarına bildirmek için sabırsızlanır, fakat daha önce, yanında bulunan ve Decius dönemine ait olan parayla yiyecek almak ister. Satıcı ve esnaf bu eski parayı görünce gencin hazine bulduğunu zannederler. Şehrin papazı ve vali onu sorguya çekerler. O da başlarından geçeni anlatır ve arkadaşlarını görmeleri için onları mağaraya davet eder. Efesliler tepeye tırmanırlar ve gençlerin hikâyesini anlatan iki kurşun levha bulurlar. Daha sonra mağaraya giren halk gencin arkadaşlarını sağ ve sakin bir vaziyette görür. Theodosios’a haber verilir, O da mağaraya gelir. Gençlerden biri yeniden dirilmenin gerçek olduğunu göstermek için Tanrı’nın kendilerini derin bir uykuya yatırdığını ve kıyametten önce dirilttiğini söyler. Daha sonra gençlerin hepsi ölüm uykusuna yatar. Bu efsanelere baktığımızda sadece mağaraların farklı yerlerde olduğunu ama tüm dinlerin aynı noktaya vardığını anlıyoruz. Kitaba tekrar dönecek olursak, köpekle birlikte kadro tamamlandıktan sonra yeni yaşamın tekrar kurulması evresine geçilir. Birbirlerini temizliğe açarak, yıkanarak bütün pisliklerinden arınmak isterler. Gören birey olmanın nasıl olduğunu sorgulanır. Bundan sonra birbirimizden ayrılırsak kötülüğün içinde kaybolabiliriz ama burada birlikte olursak kendi iyiliğimizi yeşertebiliriz, mesajını okudum. Kitapta en önemli nokta, Doktorun karısının hem körlerin dünyasına girerek kör gibi yaşamasını hem de gözleri gördüğü için kendi dünyasını yaşaması ve görmesi oluyor. Gerçeği görüyor olması onun için tam bir yıkımdır. “Yalnızca dehşeti görsün diye dünyaya gelmiş bir kadınım, siz o dehşeti hissediyorsunuz, bense hem hissediyorum hem de görüyorum.” Romandaki yedi kişinin de bu kör dünyada aradığı şey farklıdır. Kimi Tanrıya, kimi otoriteye, kimi ailesine güvenir. Kendileriyle ilgili göremedikleri, dokunamadıkları, adını koyamasalar da varlığını bildikleri bir şey vardır. Bu farkındalık kendilerini tanıyarak ortaya çıkmıştır. “Hepimizin içinde adını koyamadığımız bir şey var, işte biz oyuz.” Kitabın sonlarında yer alan şu cümle ise gerçekten de insanların körleşmeden önce zaten görmediklerini düşündüklerini göstermektedir: “Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.” Burada verilmek istenen mesaj açıktır. Bakmanın görmek olmadığının, körleşmeleriyle bile aslında kendilerini tanıdıkları için asıl görmeye başladıklarının kanıtıdır. Doktorun karısı üzerinden (tek kör olmayan) merhametin insanları kurtaracağını ortaya çıkan distopik ortamda hayatta kalabilmenin yolunun topluca hareket etmek olduğu anlayabiliyoruz. İnsanın doğasını kötülüğün içindeki birbirine tutunma ihtiyacını, farklıklarımızın yaşamımıza nasıl bir zenginlik katabileceğini ve bu kapsamda korunabileceğimizi anlıyoruz. Yeni uygarlığın, bencilliğinden ve ön yargılarından arınmış, sevgi dolu insanların üzerinden kurulabileceğini görüyoruz. Biz bu cehaleti yeneriz, yeter ki birbirimizi dinlemekten korkmayalım.
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103,7bin okunma
·
154 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.