Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

120 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Okuma öyküsü.
Felsefenin apaçıklık ereğine deneme serkeşliğiyle örtü çekildiğini düşündüm ilk. Hani deneme biraz da budur ya; acayip çıkarsamalar, analojiler… Özenle kurulmuş; heyecanlı, çarpıcı mı çarpıcı cümleler, peşi sıra ilerliyorum. Hoş bunlar tabii, güzel duyumlar, sıradan bir durumla karşı karşıya olmadığımın farkındayım ama durup ‘Ne oluyoruz?’ dahi demiyorum. Cümleler bitmiyor ki, hepsi çok güzeller. İşime de geliyor çokça, kapılmışım güzelliğin rüzgarına öyle esintiyle ilerliyorum. youtube.com/watch?v=8jTyKk8... Çarpılırmışım, hasta olurmuşum, hiç düşünmüyorum. Bir cümleden bir cümleye, bir cümleden bir cümleye, birdir bir oynar gibi yazıyorum. Yanlış oldu yazmıyorum, okuyorum, okumaların tam içindeyim. Derken yazarın bu düşünme işini iyiden iyiye hafife aldığını üstünü örtmeyi bırakın ‘yerin yedi kat dibine’ soktuğunu fark ediyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum ama fark ediyorum işte. (Bilinçaltı, muhtemelen kapaktan bazı şeyler çıkarmış olmalıyım.) Bende bir titreme, bir korku, bir heyecan, bir telaş, bir panik... Şimdi çuvalladık diyorum içimden, demek böyle bir yer varmış… Cümleler durmuyor elbette aynı güzellikte, aynı çarpıcılıkta önüne ne gelirse yakıp yıkarak sürüyor. (En fazla rakıdır günahımız, yatar çıkarız.) İçimden geçenlerin son hali bu. Takılıyorum peşlerine. Fakat durumumuz çok acayip, çok marjinal. Kronoloji, kaynaklar, belge, melge hak getire, bütün tarih yazarın zihninde olup bitiyor. Bunlar şundan önce olsaydı, şöyle olurdu, demek ki çıkarılacak sonuç bu. Ham gerçekliğin süresiz kaynağı gibi belleği var yazarın. Yani hazır elinin altındayım her an Hitler’in suçları üstüme kalabilir endişesiyle kalbim küt küt atıyor. Ben de boş durmuyorum. Nerede olduğumuzu, yerimizi bilelim, üzerimize kötülük bulaşsın diye kendimi temize çıkarma, günahımı başkasının üzerine yıkma peşindeyim. Atatürk’e yüklemeyi düşünüyorum, başöğretmene. Ne de olsa atamız, biz onun askeriyiz hem de öğrencisi. Leblebili leblebisiz, rakı rakıdır fark etmez herhalde. Bildiğim en meşhur rakıcı da o ayrıca. Ne işimiz olur bizim Hitler’le. Yazarın son hamlesiyle bir rahatlıktır çöküyor üstüme. O sıcakta ha eridim ha eriyeceğim derken sanki biri başımdan aşağıya bir kova soğuk suyu boca ediyor. Paçayı yırtıyorum. Bütün siyasetçiler; şurasından burasından bulaşanlar hepsi Hitler’e dönüşüyor. Son yirmi senedir oy bile kullanmıyorum, tövbe etmiş sayılırım, rahatlamam bu yüzden. Bilincim de gelişmiş, bulunduğumuz yer hakkında farkındalığımın gittikçe arttığını hissediyorum. Ne oldu, buraya nasıl geldik, bilmiyorum ama bir uçurumun başında dikilirken buluyorum kendimi. Yarın karşı tarafında kalabalık halinde birtakım insanlar var. Elleri kollarıyla işaret yapıp gel diyorlar, kimisi avazı çıktığı kadar gel diye bağırıyor. Gider miyim? Adımımı atsam uçurumun dibindeyim. “Rahatlatıcı bir felsefe benimseyenlerden, İyilik’e inanan ve onu ilah mertebesine çıkaranlardan kendimizi sakınalım.” Dinliyorum yazarın sözünü, sakınıyorum kendimi bu mendeburlardan. Hayatıma kast edenlere karşı iyi şeyler düşünebilir miyim? Koskoyu karanlıklardan damıtıp mazbut hiçliğimin en görünmez köşesinde sakladığım hıncı dışarı çıkarıp bunlara karşı kin besliyorum. Oysa hepsinin ellerinde çiçekler, uç uç böcekleri, yumuşak, cezbedici bakışları, dans eder gibi halleri… ifrit oluyorum bunlara. Lan bu kötülük ne güzel şeymiş! Her geçen cümleyle karanlıklanma yaşıyor, anlamı kavrıyor, hemen hemen yazarın fikrini de çakozluyorum. Şimdi biz ikimiz, yazarla ben; özümüz, sözümüz, tözümüz, tüm cevheri halimizle kötülüğü kuruyoruz. Salt kötülüğe ait kuramsal kurgunun fizibilite aşamasındayız. Önümüze gelen her yol ayrımında en kötü yolu seçiyor, kötüyle kötüyü çarpıştırıp en kötüyü buluyoruz. “Düşünmek, hünerli bir biçimde intikam almaktır; alçaklığını kamufle edebilmek ve kötü içgüdülerini perdeleyebilmektir.” Nicedir ayaklarım benim değilmiş gibi tuhaf bir çekim kuvvetinin etkisiyle adım atmadan ilerliyorum. Yazarın tavsiyelerinden birine daha uymuşum, artık düşüncenin bildiğim en yoğun şekillerini deniyorum. Sırf kötülük olsun diye. İçimde bizi biz yapan; haset, kin, kibir, hınç, intikam gibi duyguların coşkusuyla ilerlerken yazar beni efendisiyle tanıştırıyor. “Gözden düşmüş meleklikten yaratıcılığa soyunan, Yaratılış’ta görev alan Şeytan Tanrı’nın karşısına dikilir ve şu dünyada ondan daha rahat, hatta daha güçlü görünür; bir gaspçı olmadığı gibi efendimizdir de, evren insandan ibaret olsa Çok Yüksek’e baskın çıkabilecek meşru bir hükümrandır. Dolayısıyla kime bağlı olduğumuzu kabul etme cesaretini gösterelim.” Cehennemin dibini gördük. Şeytana yüzümüzü de gösterdik. Bana biri beddua etmiş olmalı.
Tarih ve Ütopya
Tarih ve ÜtopyaEmil Michel Cioran · Metis Yayıncılık · 2020595 okunma
·
323 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.