Gönderi

Türk Aydını
Yalçın Küçük "aydınımız Tercüme Odası'nda doğmuştur" diyor. Buna, belli ton farklılıklarıyla Attilâ İlhan'dan Cemil Meriç ve Ece Ayhan'a uzanan genişçe bir yelpaze içinde katılanlar olduğunu görüyoruz öteden beri. Ben bu yaklaşımı benimsemiyorum. Aydınımız 'Doğu-Batı' kavgasını yaparken ne Doğu'yu, ne de Batı'yı yeterince tanımayı denemiştir. Hakkıyla Swift'i ya da Rabelais'yi tanımış olsaydı bunca 'humour' yoksunu ve eleştiri düşmanı; Erasmus'u ya da Attar'ı tanımış olsaydı bunca 'kör pozitivist'; Feyerabend'i ya da Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi'yi tanımış olsaydı bunca fanteziden uzak; Karl Kraus'u ya da Sade'ı tanımış olsaydı bunca devlet, parti, kişi ya da töre fetişisti olmazdı. Zola'yı ya da Sartre'ı gerçekten okusaydı kavganin bunca dışında, bunca pısırık, bunca gemisini kurtaran kaptan olmazdı. Aydınımız, çoğu kez, Mete Tunçay'ın son derece doğru bir gözlemle saptadığı gibi Batı'nın yalnızca işine gelen yanını görmüştür; onun için de Marx'ı benimseyince Popper'i yakmaya, Popper'i benimseyince Marx'ı yasaklamaya kalkışmış; Aragon'un karşısına Barbusse'ü dikmiş; inandığını yüceltip inanmadığına bir daha dönüp bakmamıştır bile. Dahası: Batıyı tanıma uğraşında yaya kalınca ona köktenci izlenimi uyandıran bir üslûpla karşı çıkmış ve seçeneği göstermiştir: Doğu.
Sayfa 34 - Kırmızı, 2013Kitabı okudu
88 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.