Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ATSIZ'IN ANKARA'DAN GETİRDİĞİ HABERLER Atsız'ın kardeşi Nejdet Sançar, 27 Mayıs sırasında ve sonrasında, Ankara'da öğretmendi. Hanımı Reşide Sançar da aynı şehirde öğretmenlik yapmaktaydı. Nejdet Sançar, faal ve gayretli bir Türkçüydü. Güzel konuşur ve güzel yazardı. İnanç ve düşüncelerini yakın muhitlere yaymada, ağabeysinden ilerde sayılabilirdi. Beşerî münasebetlerinde, hattâ Türkçülükle ilgili konularda Atsız'dan daha esnek tavır alabiliyordu. Fakat bu tavrı, herhangi bir meselede tâvizkâr davranmak şeklinde yorumlanamazdı. Bu noktada, Atsız'dan hemen hiç farkı yoktu. Ankara'da bulunduğu için, politik gelişmeleri daha yakından takip edebiliyor ve Atsız'la sık sık haberleşiyordu. Atsız'a Ankara'dan intikal eden ve onun en fazla güvenilir bulduğu haberlerin kaynağı -sanırım- çoğunlukla Nejdet Sançar'dı. 1960 yazında Atsız, Ankara'ya gitti. İstanbul'dan, evinden, muntazam hayatından pek ayrılmayan Atsız için bu «önemli» veya «büyük» bir seyahat sayılabilirdi. Dönüşünde getirdiği haberler pek iç açıcı değildi. Millî Birlik Komitesi'ndeki CHP'li subaylarla onların karşısındaki (Atsız'ın ifadesiyle) «milliyetçi>> grup tam bir mücadele halindeydi. Komite ikiye ayrılmıştı. Kim ağır basarsa, memleketin ve ihtilâlin kaderini o eline geçirecekti. İsimler de yavaş yavaş belirmeğe başlamıştı. Milliyetçi MBK üyeleri Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Ahmet Er, İrfan Solmazer, Muzaffer Karan, Mehmet Özgüneş, Rifat Baykal, Emanullah Çelebi.... gibi isimlerdi. (Bunları, o günlerde bize gelen bilgilere göre yazıyorum. Sonradan içlerinden bazılarının CHP grubuna geçmiş olmaları veya belki o sırada da öyleyken bizim duyduklarımızın eksik, yahut yanlış olması şaşırtıcı sayılmamalıdır. Meselâ E. Çelebi ve M. Özgüneş bu üyelerdendir. Yine Numan Esin ve Muzaffer Karan gibi bazı üyelerin, 13 Kasım tasfiyesinde «14ler» bünyesinde yer almalarına rağmen, daha sonraki yıllarda milliyetçiliğin tam karşı kampında gözükmeleri başka bir olaydır. Sırası gelince o bahse de gireceğiz.) İsmet Paşa'nın talimatı ile hareket eden ve iktidarı CHP'ye vermek için çeşitli tertipler içinde bulunan grupta ise Osman Köksal, Sami Küçük, Cemal Madanoğlu, Mucip Ataklı, Sezai Okan vb. başı çekiyorlardı. Komite dışında kalan bazı subayların da aynı grupla paralel davranışlarda bulunduğunu işitiyorduk. Meselâ General Burhanettin Uluç (İzmir Valisi), General Muharrem İhsan Kızıloğlu (İçişleri Bakanı, daha sonra Vatikan elçisi) bunlardandı. Ayrıca Cemal Gürsel'in yaveri Albay Ağasi Şen'in, ihtilâlin 1 numaralı ismini, CHP'ye daha yakın kılmak için gayretlerde bulunduğu söyleniyordu. Gürsel'le İnönü arasındaki ilk siyasî buluşma, bu zatın Gürsel'in aracılığı ve telkinleriyle gerçekleşmişti. (daha o sıralarda bile) telkinlere ne kadar müsait olduğunu işittiğimiz için, bu söylentide inanılmayacak bir taraf görmüyorduk. «Paşacı»> (yani CHP taraftarı) MBK üyelerinin daha ağır bastığını gösteren bir gelişme, 1960'daki sıcak yazın sonuna doğru ortaya çıktı. Alparslan Türkeş'in hem MBK'nin «ağır topu», hem de Başbakanlık müsteşarı olması, çok kimsenin uykusunu kaçırıyordu. «Kudretli albay»ın kudreti böylelikle daha da artmaktaydı. O halde buna bir son vermek lâzımdı. Komite üyelerinin, aynı zamanda bir başka görevde bulunmamalarına dair «prensip kararı» teklifi o sırada ortaya atıldı. Fakat asıl hedef, tabiî ki Türkeş'ti. Nitekim birkaç gün sonra Türkeş'in Başbakanlık müsteşarlığından ayrıldığı bir emrivâki şeklinde- resmen açıklandı. Bu arada yurt çapında büyük sosyal operasyonlar yapılmaktaydı. «55 ağa» hareketi bunlardan biriydi. Doğu bölgesinde nüfuz sahibi bulunan «ağa>> lardan 55'i, yurdun çeşitli bölgelerine dağıtılmışlar, yani sürgün edilmişlerdi. Silahlı Kuvvetler içinde de bir başka işlem uygulanmağa başlamıştı. Orduyu gençleştirmek, üst rütbelerde yığılmayı önlemek, piramidi geniş tabana oturtmak gibi formüllerle açıklanan bu tatbikat sonunda binlerce subay «kendi istekleriyle» emekliye ayrılmıştı. Bunlara cazip ve teşvik edici ikramiyeler verilmekte, yüksek emekli maaşı bağlanmaktaydı. İstekli olmayanlardan gerekli görülenler de o yılın 30 Ağustos'unda emekliye ayrıldılar. Bu geniş tasfiye hareketi, bir komisyon vasıtasiyle gerçekleştirildi. Bu subaylara sonradan EMİNSU adı verilecekti. Bir başka tasfiye üniversitede yapıldı. Çeşitli kusurları veya yetersizlikleri olduğu ileri sürülerek, öğretim üyelerinden 147 kişinin bağlı oldukları üniversitelerle ilgileri kesildi. «Yedek subay öğretmenler» uygulaması da O dönemin hâtıraları arasındadır. Lise ve dengi okullar mezunları, diledikleri takdirde yedek subaylıklarıni ilkokul öğretmeni olarak yapabileceklerdi. Nihayet, basına da bir çekidüzen verileceği söylentileri yaygınlaşmağa başladı. Demokrat Parti'nin çürütülmesinde ve dolayısıyla 27 Mayıs darbesinin kolay gerçekleşmesinde basının önemli rolü olmuştu; bu muhakkak. Fakat, acaba basının bizzat kendisi ıslâha muhtaç değil miydi? O yaz birtakım teşebbüslere geçilmiş; İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'nin önderliğinde, basına yönelecek <<tedbir»>lere karşı geçici ve acele de olsa bazı «ön-tedbir»>ler alınmıştı. Bugün birçok gazetede klişeleşmiş olarak hâlâ görülen «Basın Ahlâk Yasası» ve bunu tatbik edecek «Basın Şeref Divanı» bu teşebbüsler arasındaydı. Ama, MBK üyelerinden bazıları -ki, bunlar en gençleriydi ve Türkeş'in çevresinden olarak tanınıyorlardı- «Bâbıâli'den de geçileceğini» açıkça ifade eden nutuklar vermeye başlayınca belli çevrelerin tahammül sınırları iyice aşılmış oldu. CHP propagandası, bütün bu gelişmeleri ustalıkla kullanmasını biliyordu. Haksız ve adaletsiz görünen, şikâyetlere yol açan icraatı Türkeş grubunun yaptırdığını ilân ediyor çeşitli imalarla MBK'nin milliyetçi kanadını yıpratmağa çalışıyordu. Bunda başarı sağlanmadığı da kolay kolay söylenemezdi. Basınla ilgili ihtiyatsız ve talihsiz beyanlar da -biri müstesna- hemen bütün günlük gazeteleri CHP tarafına büsbütün itmişti. Bu ortam içinde, Ankara'dan iyi haberler gelmesi zaten beklenemezdi. Ama Atsız, tahminimden de iyimserdi. O zaman bu iyimserlik bana ve çevremizdeki herkese sirayet ediyordu. Sebebini sorsalar bilemezdik. Ve zaten, gerçeğe dayanan bir tahminden ziyade, belki de bir temenniydi bu. O yaz sonuna doğru Atsız'ın evinde hemen her hafta, tatil günleri toplanır olmuştuk. Bazen konuşmaların sonunu alamıyor, akşam yemeğini de birlikte yiyorduk. Hep «memleketi kurtarmak»la, Atsız'in deyimiyle de «dünyaya nizam vermek»le meşguldük. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu halimiz hayli tuhafıma gidiyordu. Neydik, kuvvetimiz neydi, neyi başarabilmek iktidarındaydık; bunu düşündüğümüz pek yoktu. Yüreğimizdeki millet ve memleket aşkı ne kadar büyük olursa olsun, benliğimizi kasıp kavuran Türklük sevgisi ne derece yangına benzerse benzesin, neye dayanarak bu «yeni nizam>> gerçekleştirebilecektik? Bütün konuştuklarımız belki sadece fanteziden ibaretti. Ama ne gam; Atsız'la beraber olduktan ve onun engin ülkücülüğünü teneffüs ede ede yaşadıktan sonra...
·
294 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.