Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

56 syf.
·
Puan vermedi
Bu kitabı birkaç sene önce o zamanlar çok mutsuz, hayatından fazlasıyla şikayetçi ve bir o kadar da negatif olan bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak almıştım. Ama sonra biraz ofansif kaçacağını düşünerek vermekten vazgeçtim. Ben de okumadım çünkü her ne kadar felsefi bir altyapıya dayanıyor olsa da 'nasıl mutlu olacağımızın' bir algoritması varmış gibi davranılmasını saçma buluyorum. Herkes çok öznel, çok farklı ve nasıl mutlu olacağı herkesin kendi özelinde, o yüzden çoğu laf bir yerden sonra anlamsız kalıyor. Elbette bu üzerine konuşulmasın demek değil, daha çok benim önyargılı yaklaştığım bir konu. Peki niye şimdi okudum? O kadar mutsuzum ki son çareyi bu kitapta buldum... Hahahah elbette hayır. Kafamda sürekli dönen dişli çarklar ve hiç bitmeyen daimi sorgulama süreci tam şu sıralar mutluluk ve neşe kavramlarının "bağımsızlığı" üzerine yoğunlaşmıştı. Kaldı ki mutluyum da diyemezdim, amacım sınavlarımı verip bu yılı bitirebilmekti, ki bu da oldukça yorucu bir süreç. Bu nedenle yıllar öncesinden bende kalan ve burun kıvırdığım bu kitaba bir şans verdim. Şaşırtıcı bir şekilde kendimden parçalar bulabildiğim yerler oldu. Üstelik sanırım karşı çıktıklarımdan daha fazla. Kitaba dair bahsetmek istediklerime gelirsek, öncelikle şu cümleyle başlamak istiyorum: "Gerçekte insanın kendi güçlerini kullanmasından ve hissetmesinden başka hiçbir zevk yoktur ve en büyük acı, insanın güce ihtiyaç duyduğunda yokluğunu hissetmesidir." İlk okuduğumda oldukça anlamsız gelmişti, düşündüğüm ilk şey de 'hayır çok daha büyük acılar var' olmuştu. Oysa bu tarzım kitabın başında kitaba karşı duyduğum ön yargıyla ilgiliydi. Çünkü aslında düşündükçe buna katılıyorum. Şu şekilde, "güç" pek çok durumu açıklayacak şekilde entegre edebileceğimiz bir kavram, biraz dille oynuyoruz aslında. Kas gücü gibi basite indirgemeden düşünürsek anlam kazandığını görebiliriz. Örneğin pek çok insan sizi sevdiğinde (ya da saygı duyduğunda) bunun size verdiği güç -manevi ya da maddi-, iyi bir konumun size verdiği güç veya sevdiğiniz birini kaybederken elinizden hiçbir şey gelmediğinde hissettiğiniz o çaresiz güçsüzlük hissi. Çoğumuz bu hislerin ve gelgitlerin içinde yaşıyor aslında. Kimi içindeki gücü kimi hükmedici ezici bir gücü arıyor. Bunu sevgide bulan da var, maddiyatta da. Ve herkeste farklı anlam ifade etse de hepimizin içinde bir "güç" isteği var. Kitapta savunulan düşünceler Hayat Kuralı No.x şeklinde bölünerek verilmiş. Ben Hayat Kuralı No.5'i (Acının doğal bireysel ölçütü) sevmiştim. Hakkında bahsetmeyeceğim ancak: "Ölçüsüz sevinç de çok şiddetli acı da sadece aynı kişide bulunabilir. Her ikisi de karşılıklı birbirine bağımlıdır ve ayrıca ortaklaşa olarak da ruhun neşesine bağlıdır." Bence sevinç/neşe kapasitemiz aslında duyduğumuz acılar kadar büyüktür, çünkü bir duygunun yerini aslında başkası doldurur. Kitap genel olarak aralara serpiştirilmiş şekilde "Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir." cümlesini savunuyor. Ki ben bu cümleyi ilk gördüğümde yanına Ellerimde Çiçekler şarkısını not düşmüştüm. :D Çünkü bence bunun aklı başında olmakla çok da ilgisi yok, hayatı nasıl yaşamak istediğimizle ilgili. Amacınız hiç acı çekmemekse, evet bunu uygulayın elbette ama duygularımızdan ibaret olduğumuz hayat döngümüzde bence bu, insanın kendisini sınırlaması ve sıkıcılaştırması demek. Örneğin hoş olanın peşinden gitmemek uğruna duygularımızı neden köreltelim ki? Aman acı çekmeyeyim diye aşık olmaktan vazgeçseydim hayatım çok daha anlamsız olurdu. Ve evet hala her aşık olduğumda bu bana acıdan başka bir şey getirmiyor, ancak ben yaşadığımı hissetmekten geri kalmıyorum. Bu farklı konulara farklı şekilde uygulanabilir olsa da bence insan acı vermeyendense (mutsuz bir huzurdan) kendisini özgür kılanın peşinde olmalıdır. Hem ruhen hem de bedenen. Yoksa elbette ben de olmayacak işlerin peşini asla bırakmayarak kişinin kendisine acı çektirmesini savunmuyorum. Ayrıca bir yerde hayal gücümüzü dizginlememiz gerektiğine dair bir öğüt vardı. En saçma bulduklarımdan biri bu olsa gerek. "Olmayacak hayallerin peşinden koşma." Ömrü boyunca kim bilir kaçımız bunu duydu, belki de hepimiz. Evet bazen sınırlarımız ve aşamadığımız duvarlar vardır hayatta, bu gerçek. Ama çoğu duvar da aslında insanların bize ördükleri ya da bizim kendi kafamız içinde yarattığımız duvarlardan ibaret. Hayal gücü insanı inanılmaz özgürleştiren bir şey. Hayal kurmadığım bir dünya düşünemiyorum. Hayatımda kapladığı yeri kelimelerle anlatamam, kötü geçen bazı günlerde sadece gece olsa da kendi fantastik dünyama çekilebilsem diye bekliyorum. Hoş gerçi geceleri gerçek dünyaya dair hayaller kurmayı sevmem. Ama hayal gücü benim hep hayatımdaydı ve başardığım çoğu şeyi buna borçluyum. Şimdi de sevdiğim bir kısımdan bahsedeyim: "Mevcut anın tadını hep olabildiğince neşeyle çıkarmak: Bu, hayat bilgeliğidir." Buna kesinlikle katılıyorum çünkü bu benim yaşam tarzım. Küçükken bir gün anneme sarılırken, günün birinde artık ona sarılamayacağımı -o zamanlardaki minik beynimle- idrak edebildiğimden beri paylaşılan her an, her sarılma benim için daha anlamlı. Diğer bir sevdiğim bölüm ise Hayat Kuralı No.23 (Ömre dair). Bu bölüm oldukça kısa aslında ama insanın yaşı ilerledikçe (etrafımdaki çoğu insanın bile) aynen o şekilde yaşamaya yönelmesi beni korkutan bir gerçek. Bu, insan ömrünün ilk yarısını mutluluk arayışı ikinci yarısını ise huzuru seçme şeklinde ayıran bir bölüm. Gençliğin içimizde yaktığı ateşin sönmesi de diyebiliriz buna bana sorarsanız. Ben o ateşin hiçbir zaman sönmemesini isteyenlerdenim, ve kendisi için buna inanmayı tercih edenlerden. Sadece canımı sıkan ve aklımı kurcalayan nokta şu, bu isteğim ileride yapayalnız kalacak olmam anlamına geliyorsa bile bunu seçebilecek gücü kendimde bulabilecek miyim? Aslında kısa gözüken bu kitap üzerine tartışılabilecek çok fazla konu var. Ama tahmin edin ne yok? Tartışacak insan. :) Daha yazmak istediklerim de var aslında ama bir yerden sonra bu kendi kendime konuşmalarım yorucu oluyor, şu anda da yoruldum. Sonradan istersem gelip yorumlarıma güncelleme yapabilirim. Ancak bitirirken kitabın son yani 45.kuralından da (ki bu bölümde yazar mutluluk özneldire bağlayarak aslında benim en başında savunduğum noktaya çıkmıştır) bahsetmek istiyorum. "En büyük mutluluk, kişiliktir." İnsanın kendisiyle mutlu olması hiç kolay değil. Ben sanırım şanslı olanlardanım, üstelik bu gruba katılmam çok da eski değil. Kısacası aslında mutluluk bizim yarattığımız, bizim yüklediğimiz anlamla ve davranışlarımızla vuku bulan bir kavram. Bence peşinden koşulmaya da değer uğurda bazı şeylerden vazgeçmeye de. Herkes için öznel ve farklı. Ve maalesef bazıları için bir illüzyondan ibaret. Bir kitap -bu kitabı- okuyarak hayatımız değişmez mutluluğun anlamını ne kavrayabilir ne de mutlu olabiliriz. Mutluluk esasen insanın kendi içindeki yolculuğunda kavrayabildiği bir şey. Bir sürecin ürünü, sürecin parçası belki de kendisi. Son olarak, mutlu olmak ve neşeli olmak asla aynı şey değil. Herkesin yanında ve her koşulda neşeli olabilirsiniz ama çoğu zaman mutlu değilsinizdir. Neşeliliği edinir mutluluğu ise keşfedersiniz. En azından benim bakış açım değişene kadar bu şekilde.
Mutlu Olma Sanatı
Mutlu Olma SanatıArthur Schopenhauer · Can Yayınları · 202013bin okunma
·
323 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.