Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

176 syf.
6/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
jean baudrillard'ın 1990 yılında yazdığı kitap. okuma yapması oldukça zor diyebilirim. kalemle okuma gerektiriyor. bazı paragraflarda tekrar baştan döndüğüm oldu. bunun sebebi baudrillard'ın bazı kavramları bildiğimiz anlamıyla değil, kendi tanımlarıyla kullanması. mesela öteki kavramı bildiğimizden çok farklı bir anlamda kullanılıyor. kitabın adından da anlaşılacağı üzere 'aşırı fenomenler üzerine bir deneme'. kavramlar aşırı tanımlarıyla kullanılmış ve anlam da düşündüğümüzden çok daha derinlerde yüzüyor. kitap 22 farklı bölüme ayrılıyor. bu bölümlerden ilki orji ve sonrasında özgürlük patlaması üzerine analizler yapılmış. tüm özgürlükleri elde ettiğimizde artık orji sonrasına geçeceğimizi ve bir simülasyon içerisinde kısırdöngüye gireceğimizden bahsediyor. tanrının veya bir şeylerin yok olmasının ölümle değil, hızla çoğalarak gerçekleşeceğinden bahsettiği kısım da burası. cinsel özgürleşme döneminde en az üreme ile en çok cinsel ilişki vurgusu ve bedenin bir metastaz yeri olması tespiti derinlemesine işlenmiş. bunun ardından proletaryanın bir sınıf olmadığını ve bu yüzden sınıflı bir toplumu yıkamadığını iddia ediyor baudrillard. trans-estetik adlı ikinci bölümde ise sanatın her yerde çoğaldığını fakat ruhunu yitirdiğini vurgulamış baudrillard. kitabın en beğendiğim yerlerinden bir tanesi estetik ve sanat kavramlarını geçmiş-günümüz (1990'lar) kıyasıyla yaptığı bu kısımdı. baudrillard eskiden sanatın bir karşıtlıkla var olduğunu fakat günümüzde ortaya çıkan akımların bir karşıtlıktan ziyade, bir farklılıktan doğduğunu belirtiyor. özgün bir yaratıcılığın kalmadığını, bizim de bu akımları kolaylıkla benimseyebildiğimizi ifade ediyor. dünyanın tüm sanayi makineleri estetikleşti, dünyanın tüm anlamsızlığı estetik tarafından güzelleştirildi, derken buna vurgu yapıyor. batının tüm emeği ve estetiği göstergeleştirmesi, grafik haline getirmesinin altını eşiyor baudrillard. bunun da insanı, birbirinden farkı olmayan simülasyonlara ittiğini söylüyor. bunun yanı sıra andy warhol'un campbell çorba kutuları üzerinden görüntü, çağdaş dünya ve plastik sanatlar üzerinden birtakım analojiler geliştiriyor. yine bu bölümün sonunda hiper-gerçeklik üzerinden yaptığı tespit üzerine düşünülesidir: 'gerçeklikten kurtulunca, gerçeklikten daha gerçek olabilirsiniz.' üçüncü bölümde trans-seksüel kavramı üzerine birtakım analizler var. haz olarak cinselliği umursamama anlamında bir trans-seksüellik. baudrillard burada aranan şeyin artık bir güzellik ya da cazibe olmadığını, görüntü olduğunu vurguluyor. bu vurgulamayı kitabın ilk başlarında da son kısımlarında da yapıyor. zaten kitabın genel kurgusu bunun üzerine işliyor. görüntüler ile o görüntülere sahip olan anlam arasında boşluğu irdeliyor baudrillard ve buna kötülüğün şeffaflığı diyor. bu bölümde italya'da milletvekili olan bir porno yıldızı cicciolina örneği verilerek ilerliyor baudrillard. estetiğin travestilerinden ressam andy warhol üzerine ve çocukların ideal bir gelecek için düşledikleri michael jackson örnekleri verip duruyor. bu kısımlarda kitabı durdurup, ekstra araştırmalar ve bilinmesi gerekenleri öğrenmek gerekiyor. baudrillard bu kısımda, politikayı ve cinselliği haddinden fazla içselleştirdiğimiz için biz okuyucularına politikanın travestileri diye sesleniyor. dördüncü bölümde trans-ekonomik bölümü var ve burada wall street ile ilgili, ilginç olanın felaket değil, felaketin belirsizliği üzerine vurgu yapıyor. burada baudrillard'ın victor segalen üzerinden verdiği bir örnek üzerine düşünmeyi hak ediyor. 'segalen, dünyanın bir küre olduğunu gerçekten anladığımız andan itibaren yolculuk diye bir şeyin kalmadığını söylüyordu; çünkü bir kürenin üzerindeki bir noktadan uzaklaşmak bu noktaya yaklaşmaya başlamak demekti.' beşinci bölüm aşırı-iletken olaylar üzerine yazılmış. bu bölümde terörizm, aids ve kanser üçgenin alıp götürüyor bizi baudrillard. terör, aids ve kanser gibi virüslerin mantık tutarlılığının bir parçası olduğunu iddia ediyor ve bunların bir tür gerekliliğinden bahsediyor. entelektüellerin kendilerini ahlaki, politik ve felsefi bilinç alanıyla sınırlı tutmasını eleştiriyor. bu bölümün sonunda bir paradokstan, möbiüs şeridinden bahsediyor. özellikle araştırılmayı hak eden iyi bir mesele. altıncı bölüm işlemsel temizlik üzerine. bu kısımda baudrillard yapaylık dönemine girildiğinden, istemenin değil istetmenin, yapmanın değil yaptırtmanın önemine vurgu yapıyor. 'cinsel zevk almak yetmez, ötekilere zevk aldırmak gerekir.' cümlesiyle bunu özetliyor. bölümün devamında jogging üzerinden birtakım performans değerlendirmeleri yapılıyor. sonu olmayan bir şeyin durmak için bir nedeni da olamayacağını savunuyor baudrillard. bölümün sonunda reklamların, bir ürünün değil de reklamın kendisine olan bir övgü ya da enformasyonun bir olaya değil de enformasyonun kendisine olay olmaya terfi etmesine bir gönderme olabileceğine değiniyor. yedinci bölüm fotokopi ve sonsuz. kitabın en vurucu düşüncesi burada geçiyor olabilir: 'insanlar akıllı makineler yaratıyor ya da düşlüyorlarsa gizliden gizliye kendi akıllarından umut kestiklerinden ya da dehşet verici ve gereksiz bir aklın ağırlığı altında ezildiklerindendir.' baudrillard devam eden kısımda, bir antropolojik soru olan insan mıyım bir makine mi, sorusuna bir yanıt verilemeyeceğini söylüyor. sekizinci bölüm korunma ve zehirlilik. insanın yok edilişinin, mikropların yok edilişiyle başladığını savunuyor baudrillard. ötekiliğin yokluğu, virüsün mutlak ötekiliğini yaratır. insanı delilikten kurtaracak olanın nevrozdur. felaket adını verdiğimiz bu ani kasırgalar bizi felaketten koruyan şeylerdir. iyinin de kötünün de hızlı çoğalmaya borçlu olduğunu savunur baudrillard. kanserde metastaz, politikada fanatizm, biyolojide zehirlilik, enformasyonda dedikodu. baudrillard yine bu bölümde modayı veba kadar zararlı bir meseleye indirgemiştir. 'moda ortadan kaldırılamaz bir fenomendir; çünkü o anlamsız, viral, ani ve anlamın aracılığından geçmemektedir. dokuzuncu bölüm olan itki ve tepkimede ani tepki, ret ve alerjinin özel bir enerji biçimi olduğundan bahsedilmektedir. baudrillard bu bölümde artık bizi hiçbir şeyin tam anlamıyla tiksindirmediğini, eklektik kültürümüzde kabul edilemeyecek hiçbir şey olamayacağını söylemektedir. onuncu bölüm terörizm aynası. bu bölüm diğer bölümlere göre biraz daha akıcı idi. brüksel'deki yaşanan heysel faciası üzerine düşüncelerini ifade ediyor baudrillard. modern terörizmin medya yolu ile gerçekleştirildiğini ve artık terörü yaşamasak da bunu televizyon sayesinde hissettiğimizi ifade etmektedir. olimpiyatların soğuk savaş stratejisi haline getirilmesini de şiddetli şekilde eleştirmiştir. spor, ilkesinden bir kez saptırıldı mı, her tür amaçla kullanılabilir. on birinci bölümde peki o halde kötülük nereye gitti? sorusuna cevap aranmaktadır. burada baudrillard terörizmin, kötülüğün trans-politik aynası olduğunu iddia etmektedir. burada üçüncü dünya ve humeyni üzerinden birtakım çıkarımlarda bulunulmuş. yine burada farklı okumalar ve araştırmalar yapmak zorunda bıraktı baudrillard beni. on ikinci bölüm ölüler sergisi. bu bölüm heidegger'e ilişkin boş bir tartışmanın kendi özgü bir felsefi anlamının olmadığı meselesiyle başlıyor. auschwitz'de ve hiroşima'da öldüğümüzü kanıtlamak istiyor olduğumuzu ifade ediyor. ayrıca 1917'deki ermenilerin katledilmesinden de söz ediyor. tarih, tarih varken anlaşılmalıydı, heidegger'i vakit varken ihbar etmeli veya savunmalıydık diyor baudrillard. hak vermemek elde değil. bir davanın ancak suçun hemen ardından gerçekleştirilmesiyle eğitici olabileceğini savunuyor ve holocauste dizisi ve shoah filmiyle bunu gördük diyor. holokost inkarı ile tanınan ingiliz robert faurisson'a da değiniyor baudrillard. soykırımı unutmak olanaksız olduğundan tek çıkışı inkarda bulan faurissoncu paradoksun bizlere iğrenç gelebileceğini ifade ediyor. bu bölümün devamında glastnost'un sscb'deki anlamı sorgulanıyor. on üçüncü bölüm enerjinin yazgısı. burada enerjinin, modernliğin tüm sanayi ve teknik düşlerini besleyen, fanatik bir yansıtma türü olduğuyla ilgili bazı detaylara giriliyor. yine bu bölümde günümüz dünyasına doğru bir eleştiride bulunuyor baudrillard. 'insan türünün maruz kaldığı tehlikeler, eksiklikten kaynaklanan tehlikeler olmaktan çok aşırılıktan kaynaklanan tehlikelerdir. burada yeni ekolojik politik kavramının günümüzde kabul edilmiş ana politika olduğundan da bahsediyor baudrillard. on dördüncü bölüm lanetli pay teoremi. daha önce de bahsettiği bir kavram bu baudrillard'ın. şu cümle bu kavramı iyi özetliyor: 'kendi lanetli yanını temizleyen her şey kendi ölümünü imzalar. lanetli pay teoremi budur. baudrillard bu kısımlarda georg wilhelm friedrich hegel alıntısıyla ilerliyor. 'ölmüş olanın kendi kendine hareket eden yaşamı içinde dolu dolu yaşıyoruz.' on beşinci bölüm kendi cehennemi. ruh ve protez kavramları üzerinden açıyor baudrillard bu kısmı. daha sonra klonlama meselesini kod adını verdiği ana kalıplarla oldukça detaylı irdeliyor. ensest ilişkinin ve bunun türevlerini, bir yasağı delmek olarak ifade ediyor ve bu meseleyi derin bir şekilde analiz ediyor. bu bölümün son paragrafında guido ceronetti'nin ensest ilişki ile ilgili çok kısa bir öyküsü de yer alıyor. on altıncı bölüm farklılık melodramı. ötekini keşfetme, araştırma ve icat orjisini yaşadığımızı söylediği bu kısımda iki yanlı, arayüzeyli, interaktif bir pezevenklikten bahsediyor baudrillard. deliliğin dışlanma statüsünü kırdıktan sonra incelikli psikolojik tuzaklara düşmesi üzerine birkaç şey söylemiş. burada ırkçılık üzerine muazzam bir tespit yapmıştır baudrillard. 'öteki öteki olduğu, yabancı yabancı kaldığı sürece ırkçılık yoktur. öteki farklı hale geldiğinde, yani tehlikeli biçimde yakınlaştığında ırkçılık ortaya çıkmaya başlar. ötekini uzakta tutma merakı da bu noktada uyanır.' ırkçılığın öteki olma fantezisi ve takıntısı olduğu iddia etmektedir. ötekiliği ve farklılıkları ılımlı biçimde yönetebilmek bir ütopyadır baudrillard'a göre. bu bölümde sudanlı halkların iletişim gereksinimlerini incelemek için görevlendirilen birinden bahsediliyor. oldukça düşündürücü bir hikaye karşımıza çıkıyor. sudan'da yaşayan yoksul insanlara hintdarısı yetiştirmeyi öğretmek ve tarım konusunda bu insanlara yardımcı olmak amacıyla bir kişi gönderiliyor. bu kişi video köylere video ve teypler sokuyor. yerel mafya teypleri ve kasetleri ele geçiriyor ve bu kasetlere porno yüklüyor. bu halkı, hintdarısı ekiminden ve tarım yöntemlerinden daha fazla memnun ediyor. burada baudrillard bakış açısını geliştiriyor ve şunu söylüyor: 'farklılığınıza saygı gösteriyoruz, örtük biçimde, siz az gelişmişler, elinizde bundan başka bir şey kalmadı, sakın bunu da bırakmayın.' bu bölümde yine hernan cortes ve yerlilere de değiniyor. insanlar her türlü öteki olanları yok ediyorlar. eğer öteki dedikleri de hıristiyan ise daha fazla hıristiyan oldukları için yok ediliyorlar. burada islam dünyasına da bazı göndermeler yapıyor. on yedinci bölüm uzlaşmazlık. tüm kültürlerde, günümüzde üçüncü dünya'nın batı ile, japonya'nın batı ile, avrupa'nın amerika ile uzlaşmazlıkları üzerine değinilmiş. fas, japonya ve islam'ın asla batılı olamayacağını vurgulamaktadır baudrillard. yamyamlık üzerine farklı bir bakış açısı geliştirmiş ve bazılarına var olma hakkında fazlası, ölme prestiji verildiğini ifade etmiştir. on sekizinci bölüm kökten egzotizmdir. segalen alıntıları ile sürdürülen bu bölümde asıl vurgu yolculuk üzerinedir. fotoğraf, figüran ve görüntü üçleminde baudrillard birtakım çıkarımlarda bulunuyor. özellikle fotoğraf çekme kavramı ile ilgili yaptığı şu tespit üzerine düşünmeyi yine hak ediyor: 'fotoğraf çekme isteği belki de şu saptamadan kaynaklanır: bütünsel bir perspektif içinde, anlam açısından bakılan dünya oldukça hayal kırıcıdır. ayrıntıda ve aniden yakalanarak görüldüğünde ise her zaman kusursuz bir apaçıklık içindedir.' on dokuzuncu bölüm venedik takibi. hoşuma en çok giden bölüm burası olabilir. rastgele birini takip ettiğimizde takip edilen öteki, aslında kendi yolumuzdur diyor baudrillard. biriyle karşılaşmak istemiyorsanız, onu takip etmeniz gerekir diyerek labirent ilkesinin tersiyle konuşmuştur. yirminci bölüm viral konukseverlik. kitabın en kısa bölümüydü burası. herkes ötekinin yazgısıdır diyerek konuyu açıyor baudrillard ve herkesin gizli yazgısının ötekini yıkmak olduğuna vurgu yapıyor. arthur schnitzler alıntılarının yapıldığı burada insan-mikrop öyküsü anlatılıyor. mikrop ile insan arasında hem ortakyaşarlık hem de kökten bağdaşmazlık vardır. yirmi birinci bölüm irade sapması. ötekinin sırrı, kendim olma imkanının bana asla verilmemiş olmasıdır diyerek başlıyor bu bölüme baudrillard. bu kısım bana herakleitos ve antagonizma felsefesi üzerine daha önce okuduklarımı hatırlattı. her halükarda, insanın kendini denetlemesindense, başka biri tarafından denetleniyor olması daha iyidir. insanın kendi tarafından ezilmesi, sömürülmesi, işkence görmesi ve kullanılmasındansa başka biri tarafından ezilmesi, sömürülmesi, işkence görmesi ve kullanılması daha iyidir. yirmi ikinci ve son bölüm tuhaf cazibe olarak nesne. baudrillard kitabı, geriye kalan tek şeyin nesnesin acımasızlığı ve nesnenin irredantizmidir diyerek kapatıyor. 'ben yabancılaşmış değilim. kesinlikle ötekiyim. bundan böyle arzunun yasasına değil, kuralın tümden yapaylığına boyun eğiyorum. kendime özgü arzunun bütün izini kaybettim.' öteki kavramını iyice açtığı son bölümde şu cümle de kitabın sonu olarak karşımıza çıkıyor: 'öteki, kendimi sonsuza dek yinelememi engelleyendir.'
Kötülüğün Şeffaflığı
Kötülüğün ŞeffaflığıJean Baudrillard · Ayrıntı Yayınları · 2012480 okunma
·
445 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.