Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

264 syf.
10/10 puan verdi
·
10 günde okudu
"Şol gökleri kaldıranın Donatarak dolduranın “Ol!” deyince olduranın Doksan dokuz adı ile.” İçimi yeni doğan bir bebeğin yanakları kadar yumuş yumuş yapan, kitabı okuduğum süre zarfınca beni İskoçya'da, Londra'da,kırlarda, sakura ağaçlarının altında yürüten, aylarca beklenen yaz güneşi gibi içimi ısıtan, uçmayı özleyen yaralı bir kuşun derman bulmasına vesile olan şifalı sözleriyle sarıp sarmalayan, yaşadıklarını karşımda birer çayla hatta çay değil muhabbetinin kırk yıl süreceği kahveyle anlatan, gönülde solmayan çiçekler açtıran, samimiyetinden bir an olsun ödün vermeyen Mümine Hanımefendiye olan sevgim ve teşekkürlerimle söze başlamak isterim. İncelemelerim de kitabın içeriğinden daha çok bana kattıklarından, kendimi bulduğum noktalarından bahsettiğim satırlar yer alıyor bu da dahil olmak üzere :) Mümine Hanımefendi hayatında kendi yaşadığı olayları, Allah' ın her an bizimle olduğunu bazen bir yaprak ile bazen bir rüzgar ile bazen taze pişirilmiş bir kek ile bazen açık bir kapı ile bazen bir radyo programı ile nasıl hatırlattığını naif üslubuyla anlatıyor. Kitabı okuduğunuzda neden bu örnekleri verdiğim daha manidar olacaktır,süprizi bozmayayım... Kitabı ve Mümine Hanımefediyi kendime bu kadar yakın hissetmemi hayata bakış açımızın,sevmedim bu kelimeyi hayatı seyretmiyorum ki ben yaşıyorum hemen düzeltiyorum, daha doğrusu hayatı selamlayıp yaşayışımızı benzer buluşumda görüyorum. Bu yaşayışın harelerini gönüllerinize yansıtabilmek adına da kısa kısa örnekler vermek istiyorum. Gün geliyor takıldığım taşta, gün geliyor duyduğum bir şarkıda, gün geliyor yol kenarına savrulup kurumuş bir çiçekte buluyorum Allah'ın kulunun her daim yanında olduğunu ve varlığını gösterişini... Henüz ilkokula başlamamıştım. Mahallede çocuklarla yerden yüksek oynuyorduk. Hem de şarkılı yerden yüksek. Çok severdim, en sona kalmayı ebeyle bir oraya bir oraya koşmaya bayılırdım. Mahalle dedim ama aslında dar bir sokaktı oyun oynadığımız yer, çok dik bir yokuşun sonundaydı(aşağısında) bizim ev. Dedemin sırtında taşıdığı taşlarla, duvarlarını elleriyle ördüğü iki odalı bahçeli müstakildi yuvamız. Bahçe duvarı giderek yükselirdi dış kapıdan evin kapısına doğru. Duvarın dibine kurulmuş soba da annem ekmek pişirir, yoldan geçen selam veren herkese sıcak ekmek ve çaman verirdi. Çocuklar da bayılırdı annemin pişirdiği ekmeklere. Eee oyun acıktırıyor eve girseler anneler bir daha göndermeyecek vakit geç oldu diye, en iyisi bizim evin orda oyun oynamaktı; annem ekmek yaparsa sıcak sıcak yumulmak için :) Herkes oyunda yanmış sokağın karşısında kalmışken ebe ortada ben sokağın diğer tarafında tek başıma kaçmak için fırsat kolluyorum. Sonra bangır bangır bir müzik sesi yokuşun başından duyuluyor. Hepimizin kafası oraya dönüyor ve başlıyor çocuklar aaa orda kaldı geçemez ki geçemez ki diye, biliyorum ki arkasında azrail varmışcasına gelen o hızlı araba karşıya geçmeye çalışırsam bana çarpacaktı doğru olan beklemekti ama ben, benle kimse alay edemez diye çocukça bir hırsla arabadan kurtulacağımı sanarak attım kendimi yola. Ne mi oldu? Şaşırmadık tabi ki araba çarptı bile bile yürünür mü ecele yürüdüm işte çocuk aklımla. Araba bana çarptığı için değil de korkudan bayılmıştım, yerde taklalar atarken gözümü açıp başım dönünce haliyle. Çocuklar korkudan kaçışmış bizim Buse de anneme koşup "Araba çarptı öldü galiba" diyince annem terlik ayakkabı demeden ve dahi ayağında çorabı olmadan o müstakil evin dikenli, taşlı, yakılacak kerestelerin belki de çivilerinin düştüğü o bahçede yalınayak koşarak gelmiş yanıma. Sonra hastane karakol derken eve dönmüştük. Elhamdülillah birkaç minik sıyrıktan öte bir şey olmamıştı. Ama o gün çok iyi öğrenmiştim. Doğrudan başka yol yoktu. Eğer yanlışa bile bile yürüyorsan bunun bir cezası vardı.Bu hayatta başkasını değil, aklını vicdanını dinleyeceksin diye... İlkokula yeni başlamıştım. Okula başlayalı en fazla bir hafta olmuştur. Yeni önlük,yeni çanta ve en önemlisi hayalini kurduğum o toz pembe ayakkabılar... Ablam üniversiteye o yıl başlamıştı,bursundan ayırıp hediye olarak almıştı. Yürürken ayaklarımı yere basmaktan çekinerek yürüyordum eskimesinler diye. Gerçi ben hep bulutların üstündeymişim gibi yürüdüm ama bu sefer daha da temkinliydim. Anneannem o ay bizde kalıyordu. Eli ayağı tutuyordu ama ne yemeğini yapabiliyor ne de bastonsuz adım atabiliyordu. Ablamlar okuldan çok geç dönüyorlardı, eve en erken gelen bendim. Annem hastaneye gidecekti,eh haliyle anneannem evde tek olacaktı. Annem sıkı sıkı tembihledi defalarca hatırlattı o gün "Annem sakın geç kalma, anneannen dışarı çıkıp seni arayamaz geç kalırsan merak eder kadıncağız. Biliyorum sen oyalanmazsın ama arkadaşlarınla sohbete dalma, Mehmet Ali amcandan (hem mahallemizin bakkalı hem babamın askerlik arkadaşı hem de çoook eskiden komşumuz) şeker almaya uğrama olur mu" diye. Tamam anne dedim söz verdim. Okula gittim dönüşte de boyum kadar adımlar ata ata yürümeye başladım. Okuldan eve sadece dümdüz yürümem gerekiyor yalnızca bir kere karşıdan karşıya geçmem şart tam bakkalın karşısında. Hızlı hızlı yürürken bir anda burnuma gelen o yüzleri buruşturan hoşnutsuz koku başımı döndürmüş ve midemi bulandırmıştı. Yok yok altıma yapmamıştım, mahallenin kanalizasyon borusu patlamış ortalık dere gibi olmuştu. Mehmet Ali amcanın oğulları İbrahim ve Mehmet abi taşları üstüste koymuş bir de uzun tahta parçaları atarak geçici bir köprü yapmışlar. Suya çocuklar girmesin diye sırayla tek tek tahtadan çocukları geçiriyor kendileri de o suların içinde ayakta durmanın savaşını veriyorlardı. Olayın hayretiyle bir dakika kadar sıra bekledim ama sonra annemin sözleri içimde yankılandı. Anneannem korkup telaşlandıysa ya diyip boyuma o yürümeye kıyamadığım ayakkabılarıma aldırış etmeden suya daldım ayakta zorlukla duruyordum.Anneanneme meraktan bir şey olur rahatsızlanır korkusuyla her şeyi unutmuştum. Dedemleri hiç göremedim, babaannemi de hayal meyal hatırlıyorum o yüzden anneannem onların özlemini de dolduruyordu. İbrahim abi suda cebelleştiğimi görünce elimden tuttu karşıya geçirdi hemen. Hem onca çocuğun içinde o suya battığım için çok utandığımdan hemde anneannemi üzdüysem korkusundan ağlayarak koştum eve. Gelince seslendim "anneanneee ben geldim merak etme elim yüzümü yıkayıp geliyorum." Çok şükür ki beklenilen "Tamam kızım, sağ olasın beni merakta koymadın sözümü dinledin." cümleleri geldi oturma odasında yattığı kanepeden. Bir anlık bir gülüş sardı ama sonra önlüğün ayakkabının nasıl yıkanacağı sorunu kapladı içimi. Bir hışımla çıkardım ama lavabo boyumu aşıyordu parmak uçlarımda çeşmeyi açtım kenardaki sabunu boca edip çitilemeye başladım önlüğü henüz hiç kurumadığından yıkanınca temizim havası veriyordu. Sıra ayakkabılara geldi ama onlar pek iflah olacak gibi değildi birini yıkadım sıra öteki tekine gelmişti ki annem geldi. Olayları anlattım annemin önce bir kahkaha patlattığını sonra da dolu dolu gözlerle bakıp sımsıkı sarılışını hatırlıyorum. Sonra Allah anneannemin sevgisi o pembe ayakkabıların sevgisine ağır basınca bana daha güzel pembe ayakkabılar nasip etmişti. İşte o günde anlamıştım ki sevgi çoğalan bir şeydi. Çoğaldıkça güzelleşen, merhamet güzel bir şeydi hindibağı gibi hafif, uçuşan ve narin... Suya batmadıkları gibi hiçbir kötü kalbe girmeyen nadide bir cevherdi. Her şeyi daha çok sevdim daha çok bağlandım verdiğim sözleri sevdiklerimi kaybetmek uğruna tuttum. İşte ben de böyle bir deliyim. Yaşadığım güzelliklerin onun birer yansımasından ibaret olduğunu, şerrin içinde nice hayırların gizli olduğunu görmek için çabalayan bir deli. Çiçekleri dikmeyi,koklamayı en çokta onlarla konuşmayı seven, belki bir çocuğu güldürebilirim diye yanında her daim minik bir şeker taşıyan, gökyüzüne hayran, seher vakti ötüşen kuşların zikrine şahit olan, ayağım bir taşa takılsa etrafta ezdiğim bir karınca yuvası mı vardı diye ordan oraya savrulan, yağmurdan kaçarken ıslanan ayakkabılarıma kızmaktansa suyun üzerinde zıplayan, yaşı kaç olursa olsun ağaç tepelerinde gezip dağ tepe demeden dolaşan keçi, gittiğim camilerde, müzelerde taşlara bilhassa seccadelere dokunan(onları ziyaret eden ruhlara selam edebildiğimi hayal eder kendimi öyle hissettiririm), mezarı bir yolun kenarında olsun da gelen geçen gönlü güzel insanların hayır duasına nail olan insanların hatrına ölümü getiren bir mezar taşı olmayı Allah'tan niyaz eden, çöreği böreği çayı kahveyi seven dinlediği şarkıyı hiç usanmadan günlerce dinleyen, okuduğu kitabı öğrendiği bilgiyi herkesle zorla paylaşan :), yolda şerit çizgisinin üzerinde yürüyüp çizginin dışına basınca yandığına inan, sevdiklerinin sevdiklerini sevmeye çalışan bir mücahedeci, koku hafızasının sınırlarını zorlayan bir hatıra çılgını. Mutlu olduğum anlarda çevremde en yakın ve en belirgin kokuyu defalarca koklar zihnime o anı kazımaya çalışırım. Hatıra defteri tutar hayatımda ilk kez ve belki de bir kez konuştuğum bana bir şeyler katan insanlara birer satır da olsa bir şeyler yazdıran bir postacıyım. Küçükken kendi alfabesiyle oluşturduğu hatıra defterini gömdüğü yeri unutan ;) Gittiği yerlerdeki peçete,şeker ya da tuz paketlerine tarih ve not bırakıp saklayan bulunduğu şehrin her an herhangi bir kütüphanesinde karşılaşma olasılığınızın yüksek olduğu bir gezgin, hayalleri yeğenleri(3ve5ve8 yaşında) ile yarışan uçuk bir hayalperest, üzgünkende mutluyken de şıp diye ağlayıveren azıcık fazla melankolik, insanın içinde kâinatı, kâinatın içinde insanı ve her daim Allah'ı arayan bir tevafuk sever olarak sizleri selamlıyor kıymetli vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkürlerimi sunuyorum. Gönlünüz gibi geçsin ömrünüz, nur olasınız. Rahmanın affına muvaffak olan kullardan olmak duasıyla...
Anda Sırlanmış Hayat
Anda Sırlanmış HayatMümine Yıldız · Tuti Kitap Yayınları · 2019187 okunma
··
10,6bin görüntüleme
özlem okurunun profil resmi
Uzaklara götüren, hayli samimi bir yazıydı, eseri okurken dahi alıntılarla hissemize düşen payda ne denli sevdiğiniz, bütün olduğunuzda aşikar. :) Kaleminiz, dualı diliniz vefasını bulsun.🍀
Turna okurunun profil resmi
Allah razı olsun Özlem Hanım amin inşallah, bilmukabele.
Turna okurunun profil resmi
Passenger-Golden Leaves İnce Saz- Sesimi Duy isterdim Kitapta yer alan ve günlerdir dinlediğim sözleri melodisi saran şarkılar 🌸
erhan okurunun profil resmi
Çocukluk anılarını okuyunca aklıma max dondurmasının zamanında verdiği kartlar aklıma geldi. Bana güç veriyor diye kartı elimde sıkıca tutarken halihazırda 10 üzerinden 9 olan hızımı 11 yapmak adına kaslarımı zorlayıp bayır aşağı koştuğum an aklıma geldi. Bu koşmaların biri sonucunda kafamda 12 dikiş belirmişti. :)
Turna okurunun profil resmi
12 dikişi okuyana kadar koca bir tebessüm vardı yüzümde,umarım yalnızca tatlı bir anı kalmıştır dikişlerden geriye. Bana güç veriyor diye kartı elinizde tutmuşsunuz, ben Süper Babaanne izleyip onun gibi hızlı koşucam diye bir poşet keçiboynuzu yediğimi hatırlıyorum :) Ahh bu hayalperestlik...
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.