Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

354 syf.
7/10 puan verdi
·
6 günde okudu
1913-1917 yılları arasında, fiilî gücün İttihat ve Terakki'nin elinde olduğu sıralarda sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı olan Sait Halim Paşa'nın birtakım denemelerini barındıran Buhranlarımız kitabı, eseri hazırlayan Yakup Öztürk'ün, eserin yazarı ve içeriğiyle ilgili kaleme aldığı uzunca bir giriş kısmından ve Said Halim Paşa'nın 7 konu üzerindeki denemelerinden oluşmaktadır. Kitabın geriye kalan büyük kısmı ise eserin Osmanlıca aslını barındırmaktadır. Said Halim Paşa, eserde ele aldığı konulara oldukça öznel bir tutumla yaklaşmakta ve kendisinin tanık olduğu zamanın toplumsal, siyasal vs. sorunlarını aktardıktan sonra, bu sorunların çözümü için sunduğu çare ve yöntemleri teker teker okuyucuya açıklamaktadır. Paşa, genel yapı itibarıyla ülkemizdeki sorunların Batı'yı sorgusuz sualsiz aynen taklit etmekten, İslâm dininin emir ve yasaklarından uzaklaşmaktan veya bunları yanlış yorumlayıp yaşamaktan, Osmanlı'nın baskıcı bir biçimde beliren son döneminden çıkmak isteyen yenilikçilerin ve toplumun düştüğü hatalardan vs. kaynaklandığını bildirmektedir. Daha önce de belirttiğim üzere oldukça öznel yargı ve değerlendirmeler içeren Paşa'nın üslubu okuyucuya birçok yerde kendi penceresinden bakma fırsatı da sunuyor ve okuyucu "acaba gerçekten böyle midir, bu sorunun çözümü sahiden de bu mudur?" gibi sorular sormaktan geri kalmıyor. Bunun sonunda kuşkusuz okuyucu kimi zaman yazara aynen katılabileceği gibi kimi zaman da ona katılmaktan şüphe ediyor. Ben de kitabı okurken birçok fikirde (örneğin Batı'yı taklit, sosyolojik tespitler vs.) yazarı çoğu yönden haklı bulsam da olanlara çözüm olarak sunduğu bazı hususlarda (örneğin şeriata bağlanmak gerektiği, kadınların toplumsal konumu, gerek dinî gerekse millî olarak içe dönük yaşamak gerektiği vs. hususlarında) yazara katılmadığım, katılmayı istemediğim kısımlar çokça oldu. Paşa'nın sunduğu fikirler belki kendi yaşadığı dönem ve toplumda umut vadetse de bugün içinde bulunduğumuz gerek dünya gerekse ülke şartları bakımından içiboş olmaya mahkumdur denilebilir. Belki de Paşa bugün yaşasa, kendi fikirlerinin bazılarında ıslaha gitmeyi düşünürdü :). Sonuç olarak yarı beğenip yarı beğenmediğim bu eser, dönemin durumunu birinci elden öğrenebilmek için eşsiz ve okunması gereken, ama ortaya koyduklarına biraz daha eleştirel bakmakta fayda olacak olan bir eserdir diyebilirim. Şimdi kitapta teker teker ortaya konulan konu ve içeriklerine dair kısa bir özet geçeceğim. Bu yüzden alt kısım büyük oranda spoiler bulundurmaktadır. Ancak özellikle belirtmekte fayda var ki bunlar benim içeriğe dair düşüncelerim değil, bizzat yazarın düşüncelerinin özetidir. Böylelikle yazarın düşüncelerini bir de kendi bakış açınızdan değerlendirebilirsiniz... 1) Meşrutiyet 1876 Anayasası aslında devletin temsilcisi konumunda olan görevlilerin, padişahın gücüne denk bir güce kavuşmaları için halk adına tertipledikleri bir girişimdir. Bu şekilde hem padişahın keyfî yönetiminden kurtulacak hem de kendilerine geniş bir ıslahat alanı oluşturacaklardı. Ne var ki sonradan bu anayasa yenilikçiler tarafından yeterli görülmeyerek aşırıya gitmek denilecek bir biçimde değiştirilmiş, anayasanın bu yeni halinin ülkeyi huzura kavuşturacağı umudu beslenmiş, ama ne var ki otoriter bir yönetimden bir anda bu kadar özgürlükçü, sesi kısık bir yönetime geçişle birlikte devlet kademeleri idare edilmez bir hale gelmiş ve sonuç olarak ülke kurtların sofrası haline gelmiştir. Tüm bu hezimetlerin sebebi şudur: Anayasamız Batılı toplumlarda fayda sağlamış yasalardan kopya edilerek alınmış, uygulayıcılar bu yasaların Batılı toplumlarda gösterdiği pozitif etkinin kendi toplumumuzda da göstereceği yanılgısına kapılmıştır. Fakat toplumların sosyolojik ve siyasal yapısının birbirinden farklı olduğu, dolayısıyla ihtiyaç duydukları yasama ve yeniliklerin de farklılık göstermesi gerektiği ayrıntısını gözden kaçırmanın sonucu olarak konulan yasalar ve getirilen yenilikler bizde fayda göstermemiş, aksine daha büyük sorunlara yol açmıştır. 2) Mukallitçiliklerimiz Her toplumun kendine mahsus düşünce ve ihtiyaçları vardır. Bu mahsusiyet olmasaydı sosyoloji zoolojiden ayırt edilmezdi. Bu nedenle bir toplumu refaha erdirmek için bambaşka bir toplumun tecrübelerine göre hareket etmek onarım değil yıkım getirecektir. Örneğin Osmanlı siyaset alanına Batı'da olduğu gibi birbirine düşmanlık derecesindeki siyasi partileri yerleştirmek ve bundan yükselme ve medeniyet beklemek boş bir umuttan ibarettir. Çünkü Batı'nın geçmişten gelen siyasi mekanizmasıyla Osmanlı toplumunun siyasi mekanizması aynı değildir ve dolayısıyla homojen yapıya sahip Avrupa toplumlarında iş gören parti sistemi heterojen yapıdaki Osmanlı'da da iş görecek diye beklenemez. Ki yaşanılan ve gelinen nokta da bunu göstermektedir. 3) Buhran-ı Fikrimiz Osmanlı aydınlarının büyük hatası, Batı'ya imrenme değil doğrudan Batı'yı taklit etmekti. Durum böyle olunca bu aydınlar, kendi toplumlarının değerlerini ve geçmişten gelen birikimlerini göz ardı ederek tamamen Batı'ya yönelerek kurtuluşu onların her şeyini olduğu gibi benimsemekte gördüler. Örneğin kanunlarımızda, herhangi bir hususta görülen bir çarpıklığı düzenleyip ıslah etmek yerine onu kökünden kaldırıp yerine Batı'daki kanunların aynısını getirmeye çalıştılar. Yani Batılılaşma'yı yanlış anladılar veya abarttılar. Sonuç olarak bu tarz bir yaklaşımın bedelini, zaten geride olan toplumumuzun iyice gerilemeye yüz tutmasıyla ödemiş olduk. Halbuki yapılması gereken şey, kendi toplumumuzun iç yapısını tam olarak anlamayı başardıktan sonra, bu toplumun ihtiyaç duyduğu şey her ne ise, ona uygun bir yeniliği, gelişmeyi vs. Batı'nın özverisini, disiplinini, çalışkanlığını, bilimselliğini ve akılcılığını örnek alarak toplumumuza yerleştirmek olmalıydı. 4) Buhran-ı İçtimaimiz Osmanlı toplumu zamanla ciddi derecede bozulmaya uğramıştır. Bunların sebepleri olarak şunlar belirlenebilir: -Yabancı Etkiler: Avrupa ve Batı toplumlarından belki özentilikle, belki taklitle gelişigüzel alınan bazı davranış biçimleri. -Eski Kurumlar: Ülkenin millî varlığını destekleyen eski ve en işe yarar kurumlarının göz açıp kapamadan terk edilmesi. -Toplumsal İlkeler: Toplumsal olarak siyasî ve idarî konulara ilgisiz kalmak ve bunun sonucunda ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak için gerek bireysel gerekse toplumsal çalışmayı terk. -Eşitlik: İnsanların eşitliği konusunda Batı'nın eşitlik modelinin Osmanlı toplumuna da uygun olacağı konusunda yapılan yanlış analizler. Batı toplumları avamlaşmak, Doğu toplumları ise havaslaşmak zorundadır. -Toplumsal Şartlar: Bireylerin ve bu bireylerin bir araya getirdiği toplumumuzun ahlâkî eksiklikleri, bencil, liyakatsiz, kayıtsız, sorumsuz ve tembel oluşu toplumsal kalkınmada bizleri hep başarısızlıklara sürüklemiştir. -Kadınların Özgürlüğü: Batılı kadınlar gibi yaşamak isteyen kadınlarımızın toplumun geçmişten gelen kurulu bir yapısı olduğunu görmezden gelmesi ve Batılı kadınlarla aynı şartları taşıdıkları ve dolayısıyla aynı şekilde yaşamaları gerektiği sanısına kapılması sonucunda ortaya çıkan kadın-erkek çatışması. Halbuki Osmanlı toplumsal yapısında oluşan, veya oluşmuş gibi gözüken kadın-erkek eşitsizliği herhangi bir tarafın hakkının gasp edildiğini değil, toplumsal sorumluluklarının farklı olduğunu ve dolayısıyla özgürlüklerinin de farklılaşmış olduğunu gösterir. 5) Taassub Hristiyan Batı, Müslüman Doğu'ya tarihin her döneminde saldırmış ve bunu kendince haklı sebeplere dayandırmak istemiştir. Bu sebeplerin belki de en önemlisi olarak görülen "İslam dünyasının bağnaz, iflah edilmez bir toplum olduğu iddiası" asılsızdır. Saldırganlıklarını böyle bir iddiaya dayandırmaları, ancak Hristiyan aleminin, Müslümanların kendi dinlerine olan sevgi ve saygısını çekemezliğiyle açıklanabilir. Zira Müslümanlar ne Hristiyanlara ne de başka dinlere inanan insanlara düşmanca bir kaygı beslemiş, aksine bütün insanlığı kucaklamak amacıyla harekete geçmiştir. Hristiyanların Müslümanları gerici, ilerlemenin önündeki engel, taassuba düşmüş ve kendilerine düşman bir topluluk olarak yaftalamaları dikkatlice incelendiğinde anlaşılacaktır ki bu izlenimler, aslında Hristiyanların kendilerinin kana susamış, bencil ve düşman duygularının aynadaki yansımasından ibarettir. Çünkü Müslümanların Hristiyanlara yaklaşımında görülebilecek nefret ve güvensizlik duygusu, ancak Batı'nın Doğu üzerinde yüzyıllardır uygulayageldiği baskı ve zulümlerin tezahürüdür. 6) İnhitat-ı İslâm Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiyye (İslâm Dünyasının Gerilemesi Hakkında Bir Deneme) Batılılar, Doğu'nun içinde olduğu geri kalmışlığı ve cahilliği oldukça yanlış bir biçimde yorumlayarak bu durumu İslâm şeriatının temel ilke ve inançlarına yüklemişlerdir. Bu suçlamayla karşı karşıya kalan Müslümanlar ise kendilerini ve dinlerini savunmak için Batı'nın saldırılarına karşılık vermeye çalışmışlardır ve sonuç olarak bu iki taraf arasında amansız bir düşmanlık patlak vermiştir. Filhakika bir toplumun gerilemesi veya ilerlemesi tamamen dinî inançlara bağlanamayacağı gibi tamamen dinî inançlardan da arındıralamaz. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken husus şudur ki İslam toplumlarının derin bir çöküş yaşamasının sebebi İslâm değil, onların İslâm'ı yanlış anlayıp yanlış yaşamış olmasıdır. Zaten bu toplumların tarihlerine bakıldığında ne zaman İslâm'a uygun bir hâl almaya yüz tutmuşlarsa ilerlemeye başlamış, ne zaman İslâm'dan uzaklaşmışlarsa da gerilemeye duçar olmuş oldukları farkedilecektir. Tüm bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda Müslüman toplumların dirilişe geçmesi için dinlerini zamanın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak doğru bir biçimde yorumlayıp yaşamaları, halk ve aydın tabakaları arasındaki uçurumu oldukça kapatıp deyim yerindeyse hem aristokrasiyi hem de demokrasiyi canlı tutmaları ve hedef birliği halinde olmaları, toplumu oluşturan tüm bireylerin Müslümanların en iyisi olma arzusu taşıyarak sorumluluklarını yerine getirmeleri, Batı toplumlarını ne taklit derecesinde ne de düşmanlık derecesinde takip etmeleri; aksine onlardan kendi sınırları ölçüsünde yararlanmak için çabalamaları ve İslâm dünyasında birer şube niteliğinde olan farklı toplumların her birinin kendilerine karşı olan özel görevleriyle birlikte diğer toplumlara karşı olan genel görevlerini eksiksiz yerine getirmeleri gerekmektedir. 7) İslâmlaşmak İslâm toplumların kurtuluşu ancak tam anlamıyla İslâmlaşmalarındadır. İslâmlaşmak denilen şey ise, İslâm'ın inançlarını, ahlâk, toplum ve siyaset anlayışını daima zaman ve çevrenin ihtiyaçlarına en uygun bir biçimde yorumlayarak bunlara gereği gibi uygun hareket etmekten ibarettir. İslâm'ın inanç anlayışı, tek olan Allah'a ve O'nun peygamberine tereddütsüz iman etmektir. İslâm'ın ahlâk anlayışı, mutluluk için gerçeği sevmek ve onu araştırmakta, insanın şahsî mükemmeliğini gerçekleştirmek amacıyla "hür olma"nın bir sorumluluk olduğunu bilmesinde, herkesi içine alan bu özgürlüğünse herkes arasında eşitliği doğurduğunun farkında olunmasında, insanlar arasındaki bu eşitliğe saygı kadar bazı kimselerin diğerlerine üstün olabilme ihtimaline de saygı düşüncesinde olmakta kendini gösterir. İslâm'ın toplum anlayışı, yine insanlar arasında özgürlük, eşitlik ve kişisel üstünlüğe saygı ilkesini taşır. Bunun bir sonucu olarak toplumun üst tabakaları alt tabakaların hakkını gözetmek ve içinde yaşadıkları şartları iyileştirmek; toplumun alt tabakaları ise üst tabakaların kişisel üstünlüğüne saygı ve takdir göstermek zorundadır. İslâm'ın siyaset anlayışı ise, kavga ve düşmanlık gibi duygulardan arınmıştır. Siyasal egemenliğe sahip olan kimse şeriata uygun davranacak, bütün haklara sahip olduğu ve diğer kimselerin itaatini isteme hakkını kendinde bulundurduğu gibi, bütün fiillerinin denetimde olmasını kabul edecek, toplumun çıkarlarına en uygun olanı seçmek ve topluma yeteri kadar refah sunmak sorumluluğunda olacaktır.
Buhranlarımız
BuhranlarımızSaid Halim Paşa · Kapı Yayınları · 202129 okunma
·
306 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.