Hegel'in köle-efendi diyalektiği bir ölüm kalım savaşını betimler. Daha sonra efendiye dönüşen taraf ölümden korkmaz. Öz gürlük, tanınma ve egemenlik arzusu onu çıplak yaşam derdin den kurtarır. Gelecekteki köleyi Başka'ya tabi olmaya iten de ölüm korkusudur. Köleliği ölüm tehdidine tercih eder. Çıplak ya şama sarılır. Bu mücadelenin sonucunu belirleyen bir tarafın fiziksel üstünlüğü değildir. Daha çok, "ölme becerisi"6 belirleyicidir. Ölme özgürlüğü olmayan taraf yaşamını tehlikeye atmaz. "Kendiyle birlikte ölüme kadar gitmek" yerine, "kendi olarak ölümün içinde durarak" kalır.7 Ölümü göze almaz. Böylece köle olur ve çalışır. Çalışma ve çıplak yaşam birbiriyle yakından ilişkilidir. Ölümün negatifliğine verilen tepkilerdir ikisi de. Çıplak yaşamın savunu su bugün iyice şiddetlenerek sağlığın mutlaklaştırılması ve fetiş leştirilmesine dönüşüyor. Modem köle sağlığı bağımsızlığa ve özgürlüğe tercih eder. Nietzsche'nin sağlığın kendi başına bir mutlak değeri temsil ettiği "son insan"ına benzemektedir bu haliyle. Bir "büyük tanrıça" mertebesine yükseltilir: "Sağlığa hür met edilir. 'Mutluluğu icat ettik' der son insanlar ve göz kırparlar."8 Çıplak yaşamın kutsandığı yerde, teoloji terapiye boyun eğecektir. Ya da, terapi teolojikleşir. Çıplak yaşamın performans kataloğunda ölüme yer yoktur. Ama kişi köle kaldığı ve çıplak yaşama dört elle sarıldığı sürece, efendiye tabi kalmaya devam eder: "Oysa, bir hırsız gibi sinsice yaklaşan - ama yine de bir efendi gibi gelen o sırıtan ölümünüzden hem mücadele edenler hem muzafferler eşit derecede nefret eder."
Sayfa 27