Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

NÂZIM HİKMET CELİLE HANIM'I NİÇİN TERK ETTİ? BEŞİR AYVAZOĞLU Yahya Kemal, Nâzım Hikmet'in annesi Ayşe Celile Hanım'a deliler gibi âşık olduğu halde niçin âni bir kararla evlenmekten vazgeçmişti? Bozgunda Fetih Rüyası'nı yazarken bu sorunun cevabını bulabilmek için çok uğraştım. Bana sorarsanız, belli başlı kaynaklarda ileri sürülen sebeplerden hiçbiri yeterince tatmin edici değildir. Ne var ki mevcut bilgilerle yetinmek zorundaydım: Yahya Kemal bir haneberduştu; düzenli bir evlilik hayatına gelemez, bir ailenin sorumluluğunu üstlenemezdi. Üstelik savaş büyük bir mağlubiyetle sonuçlanmıştı ve gelecek belirsizdi. Açıkçası, nerede akşam orada sabah yaşamaya alışmış sorumsuz şair, deli gibi sevdiği ve aynı şekilde karşılık gördüğü bir kadını -kendisine bir gün ihanet edebileceği yolunda birtakım bahaneler icad ederek- yüz üstü bırakmıştı. Kanaatim bu merkezdeydi; hatta kitabın bir bölümünde, Celile Hanım'ın tarafını tutarak Ahmet Haşim'in ağzından Yahya Kemal'i ciddi bir biçimde yargılamıştım. Aykut Kazancıgil beyefendi aradı; kitabımı okuduğunu ve beğendiğini söyledikten sonra, Yahya Kemal'in Celile Hanım'dan niçin ayrıldığı konusundaki görüşünü anlattı . Aykut Bey'in hadiseyi yakından takip edenlerden duyduğuna göre, Teşkilât-ı Mahsusa tarafından ikaz edilen evhamlı şair, Ayşe Celile Hanım'la ilişkisini derhal kesmişti. Peki, sebep? Sebep, hem Mehmed Nazım Paşa'nın (Nâzım Hikmet'in baba tarafından dedesi), hem de Ayşe Celile Hanım'ın meşhur İngiliz muhibbi ve propagandisti Said Molla'yla yakın ilişki içinde olmalarıdır. Milli Mücadele’ye muhalefetiyle tanınan Alemdar gazetesinin 23 Mayıs 1919 tarihli nüshasında, Türkiye'de İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin cemiyet merkezinde yapılacak toplantısına katılmaları istenen üyeler arasında ikisinin adı da yer alıyor. [Bu konuda şu kaynağa bakılabilir: Dr. Fethi Tevetoğlu: Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 61 vd.] Alemdar'ın 25 Mayıs 1919 tarihli nüshasında da cemiyetin Yönetim Kurulu ilân edilmiştir. Bu listeye göre, Mehmet Nâzım Paşa, Türkiye'de İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin birinci başkanıdır. 16 Temmuz 1920 tarihinde yapılan genel kongrede ise Said Molla birinci başkan olarak seçilir. Mehmed Nâzım Paşa'nın adı da daimi âzâlar arasında geçmektedir. Bilindiği gibi, Nâzım Hikmet, ilk şiirlerinden bazılarını, bir bakıma İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin yayın organı olan Alemdar'da yayımlamış, hatta bu gazetenin açtığı bir şiir yarışmasında birincilik kazanmıştır. Dâmat Ferid Paşa'nın yaveri Tarık Mümtaz Bey [Göztepe) tarafından çıkarılan Ümid mecmuası da genç Nâzım'ın şiirlerini yayımladığı dergilerden biriydi. Millî Mücadele'yi destekleyen Darülfünunlu gençlerin İstanbulcu Ümide tepki duydukları için Anadolucu Dergâh mecmuasını çıkardıklarını Mustafa Nihat Özön söyler. Nâzım'ın millî duygularla yazdığı şiirlerini aile çevresine yakın kişiler tarafından çıkarılan Alemdar'da ve Ümid mecmuasında yayımlaması son derece tabiidir. Ancak bu ilişkinin, bazı yakın akrabaları Anadolu'daki mücadelenin önde gelen isimlerinden olmasına rağmen, Nâzım Hikmet'in mimlenmesine yol açtığı anlaşılıyor. Dört Ümid'çi genç şairin, yani Nâzım Hikmet, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya ve Vâlâ Nureddin'in Ankara'ya gitmek üzere İnebolu'ya geçtiklerinde tepeden tırnağa aranıp sorgulanmaları başka türlü açıklanamaz. Nitekim Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz geri gönderilmiş, Nâzım ile Vâlâ ise, Hüseyin Hüsnü Paşa, İsmail Fâzıl Paşa, Ali Fuat Paşa [Cebesoy) ve Samih Rifat gibi hatırlı ve güçlü akrabalar sayesinde Ankara'ya ulaşmış, fakat takipten kurtulamamışlardır. Spartakistlerle ilişkilerinin hemen tesbit edilmesi de ne kadar sıkı takip edildiklerini gösterir. Demek istediğim şu: Bir ara, İkdam'da çıkan bir yazısı yüzünden, İngilizlerle münferit sulh isteyen Yakup Cemil'le ilişkisi olabileceği gerekçesiyle aranan ve korkulu saatler yaşayan Yahya Kemal'in İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ni kurmaya çalışan Said Molla'yla ilişki içindeki Ayşe Celile Hanım'dan uzak durması gerektiği kulağına fısıldanmış olmalıdır. 'Cânân dediği lâşe'yi boynundan nasıl silkip attığını anlattığı Deniz şiiri 1 Nisan 1919'da yayımlanmıştır. İngiliz Muhibleri Cemiyeti'nin kuruluş tarihi ise 20 Mayıs 1919'dur. Bu yazıyı, Nâzım Hikmet'i yargılamak için yazmadığımı özellikle belirtmek istiyorum. Niyetim iki büyük şairin biyografilerine küçük bir katkıda bulunmak.Haa, bu bilgilere daha önce sahip olsaydım, Bozgunda Fetih Rüyası'nın bazı bölümlerini farklı yazardım." Yahya Kemal'i ; Nâzım Hikmet gibi Necip Fazıl da sevmez. Hocası olmasına karşın ondan pek söz etmemesi, söz ederken de önemseyen bir tavır sergilememesi, dikkat çekicidir. "Yahya Kemal, benim sınıfımın tarih hocası idi ve bütün şöhretleri mektebimizin öğretmenler kadrosunda toplayan Bahriye Nâzırı Cemal Paşa'nın koruduklarındandı. Üstat, bir yıl içinde Le Cid (Lö Sid) destanından başka bir şey anlatamamış, hatta onu bile nihayetlendirememişti. Ağzı köpürerek büyük bir vecdle anlattığı bu destanda Lö Sid tam ayağını üzengiye atıp eyere sıçramak üzereyken boru çalar, Yahya Kemal askerce olmasına çalıştığı bir temenna çakarak sınıftan kaçarcasına çıkar ve öbür derste ‘Nerde kaldık?' diye sorup ʻlö Sid ayağını üzengiye atiyordu'cevabını alınca hikâyesine yine öncesinden başlar ve hep aynı noktada (Lö Sid ayağını özengiye atarken) fırlayıp giderdi. İstikameti de Büyük Ada... Mektebin kayıkhanesinden denize nefis bir futa indirilir. Yahya Kemal onun arkasına kurulur, daha arkadaki çavuşun 'Al beraber kürek' kumandasiyle Büyükada'ya doğru süzülürdü. Büyükada'da oturan Nâzım Hikmet'in annesine doğru... Bu bakımdan Nâzım Hikmet'i himaye ettiği ve şairliğini desteklediği söylenirdi. Yâni Nâzım'ın ilk şairliği, meşhur bir şairin dürtüklemesi ve belletmesi yolundan başlıyordu. Bizimse şairliğimiz, hamdolsun, böyle bir desteklemeden uzaktı. Ve zaten ne onunki, ne de benimki, henüz yerine oturabilmişti. Seneler sonra yakın temasım olan Yahya Kemal ile Bahriye Mektebi'nde, benim sanat bakımından herhangi bir temasım olmak şöyle dursun, hatta bütün bu dedikodulara karışık garip tipi, dalgın hâli ve kayıtsız edası yüzünden kendisine zıt tavırlarım olmuştur. Eyüp oyuncağı sarışın bebek suratlı Nâzım Hikmet'i de, çocukluğunun ilk şiir himayesine anne hatırı yüzünden sağladığı fikriyle küçümser olmuştum. Günlerden bir gün, mektepte, birkaç derstir görünmeyen Yahya Kemal'in hasta olduğu rivayeti çıktı. Peşinde bu hastalığın ne olduğu, şu tarzda dillere düştü: 'Yahya Kemal intihara kalkmış... Nâzım Hikmet'in annesi yüzünden... Zehir içmiş!.. Tedavideymiş!.. Nihayet, Yahya Kemal çıkageldi. Sınıfça, kendisine bir muziplik yapmak için tertibat almıştık. O, sınıfa girince, müthiş bir “Bak' kumandasıyla ayağa kalktık. Yahya Kemal, şaşkın ve perişan, cali (yapmacık) bir heybetle 'oturunuz!' emrini verdi. Herkes oturdu, ben ayakta kaldım, Ne istiyorsunuz, niçin oturmuyorsunuz?' 'Sınıf namına maruzatım var!' 'Buyurunuz! “Kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk. Sınıfın teessürlerini bildiririm! Yahya Kemal öfkeyle yerinden fırladı, karnesini çıkardı ve (ç) leri (j) diye telâffuz ederek sordu: 'Nümeronuz kaj?' 'Bin kaj?' '54 efendim...! Ve hakkımda 'silk-i celil-i askeriyeye zıt edep ve terbiye' suçundan müthiş bir rapor yazıp kumandanlığa verdi. Bahriye Mektebi'nin saatle girilen 'kodes' isimli tahta dolabında galiba birkaç saat kaldım. Mütarekeye bir yıl kala komünizm ihtilâli patlak vermiş, mütareke olmuş. Bahriye Mektebi'nin haşmet devresi kapanmış, Nâzım Hikmet mezun olmuş ve biz Harp sınıflarına geçmiştik."
·
310 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.