Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İhtilal Bahsi
Sözlüklerde; (Bir devletin siyasi, sosyal ve iktisadi yapısını veya yönetim şeklini değiştirmek amacıyla hukuk kurallarına ve yasalara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan değişiklik biçiminde tanımlanan ihtilal sözcüğü, Arapça 'halel' kökünden türemiş olup, esasen 'bozukluk, bozulma, karışıklık, düzensizlik' anlamlarına gelmektedir. Mesela Osmanlı Türkçesinde 'ihtilal-i dimağ’ kafa karışıklığı; ‘ihtilal-i nizam' düzen bozukluğu; 'ihtilal-i nutuk' konuşma problemi anlamlarında kullanılmıştır. 'Tarihte Kanlı veya Kansız İhtilaller' adlı eserden anladığımız kadarıyla bazı ihtilaller düzeni kökünden değiştirmek maksadını taşırken, bazı ihtilaller de sadece mevcut iktidarın tasfiyesi amacıyla yapılmıştır.Tarih boyunca birçok ihtilalin (yerine göre, inkılâp veya devrim sözcükleri de kullanılıyor) eylem kadrosundan ziyade, ideoloji kadrosu sayesinde gerçekleştiği görülür. (Tabiî ki eylemciler olmadan devrim gerçekleşmez fakat ideoloji kadrosu işin temellerini atmak gibi esaslı bir görevi yerine getirir.) Yüzyıllar boyunca, devrimci adamlar, ülkedeki ve dünyadaki kötü gidişi fark etmiş ve ömürlerini bundan kurtulmanın yollarını göstermeye adamışlardır. Yöntem olarak da genelde 'sanat' tercih edilmiştir. Örneğin Fransız ihtilali söz konusu olduğunda J.J.Rousseau, Voltaire, Diderot; Rus İhtilali için Puşkin, Bakunin, Herzen; Türk Devrimi için Ziya Gökalp, Namık Kemal; Alman nasyonal-sosyalist ihtilali için Hegel, Schopenhauer, Nietzsche bu ideoloji kadrosundan sayılabilir. Bu arkadaşlar ülkenin gidişatını beğenmeyip kafalarındaki düzeni kitaplara yazmışlar; bazı genç ve hızlı arkadaşlar da bunları okuyup ortalığı karıştırmışlardır. Ama suçu sadece bu sanatçılara ve düşünürlere atmak çok da doğru olmayabilir. Çünkü yapılan tarihi araştırmalar, ilkokul öğretmenlerinin de en az sanatçılar kadar bu işlerden sorumlu olduklarını ortaya koymuştur. Dikkat edilirse, ihtilal yapmaya yeltenen birçok eylemci ya kördür ya cücedir ya topaldır ya da hem kel hem foduldur. Dünya tarihinde bir dönem, resim dersinde sulu boya getirmediği için ilkokul öğretmeninden tokat yiyen her cücenin, büyüyünce ihtilal yapıp diktatör olmaya kalktığı görülmüştür Bu noktada kimi tarihçiler, haklı olarak, dünya üzerindeki birçok dikta rejiminin gizli müsebbibi olarak ilkokul öğretmenlerini göstermişlerdir. (Örnek; Sezar, Napolyon, Hitler, Stalin vs.) Ayrıca, bilenin malûmudur ki 'diktatörlük' ve 'ihtilal' kavramları ayrılmaz iki kardeş gibidirler. Çünkü ihtilal sonrası ortalık yatışıncaya kadar bir süre ülkeyi sert adamların yönetmesinde fayda görülür. Neden? Çünkü halk henüz değişimi içselleştirememiştir. 'Halka rağmen halk için yapılan bu devrimin halk tarafından iyice anlaşılabilmesi amacıyla gerekirse bir süre sıkı tedbirler uygulanmalı; yeni rejimin menfaati icabi gerekirse kelleler uçurulmalıdır. Bunun için 'devrim mahkemeleri’ kurulmalı ve 'sürecin nazik şartlarına uygun' olarak bazı insanlar asılmalıdır. Eee, o ihtilal telaşında oturup yeni bir anayasa yapamazsın ya! Yeni ve 'demokratik' bir anayasa yapılana kadar, birinin ağzından çıkan her söz, kanun olmalıdır. Kimdir bu? İhtilalin lideri! Ya da kral ya da başkan ya da çavuş ya da her ne haltsa! Zaten ihtilalin lideri bir tür 'yarı tanrı'dır. Yemez, içmez, yediklerini çıkarmaz, evlenmez, çoğalmaz, tektir, eşi ve benzeri yoktur, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter, yanılmaz, yanıltılmaz, sorgulanmaz, dudaklarından çıkan her söz kanundur. Bu yarı tanrı yarı insan ucubelerin 'büyüklüğünü' tescil etmek için seçilen en yaygın yöntem, resim ve heykellerinin her yere konmasıdır. Devlet binalarında, okul bahçelerinde, şehir meydanında, mahallenin bakkalında-kasabinda, ders kitaplarında ve hatta gazoz kapaklarında bunların resimleri vardır. Kendilerini bizzat görmek pek mümkün olmasa da, her yere konan resimleri ve heykelleri sayesinde halk indinde bir 'tanrı-başkan' efsanesi yaratılır. (Örnek: Rus ya'da Stalin'in ve Irak'ta Saddam'ın resim ve heykelleri.) Bu anlamda, bir ülkede ihtilal olduğunda, üç meslek erbabı çok sevinir. Bunlar; mezar kazıcıları, ressamlar ve heykeltıraşlar dır. Mezar kazıcılarının sevinme nedeni şudur: bu diktatörler birçok kişiyi ister istemez asmak durumunda kalırlar ve tabii ki ölülerin gömülmesi gerekir. Ressam ve heykeltıraşların neden sevineceği ve diktatörler sayesinde köşeyi nasıl döneceği ise, yukarıdaki açıklamalardan anlaşılmış olsa gerektir. (Her yere resim ve heykelleri konuluyor dedik ya!) Pretoryen diktatörlük olarak da adlandırılan askeri diktatörlük aslında ‘maddi tatmin’ ve ‘manevi tatmin' olmak üzere iki sebeple ortaya çıkar. Maddi tatminde, silahlı kuvvetlerin, ayrıcalıklı durumlarını korumak ya da güçlendirmek için yönetime el koyması söz konusudur, Bilindiği üzere bir ülkede en yüksek maaşı silahlı kuvvetler alır ve ülkenin imkânlarından en geniş ölçüde onlar faydalanır Bu ayrıcalıklı durumlarıyla ilgili bir problem hissettiklerinde hükümetle ters düşerler Bazı ülkelerde gece yarısı başbakanı ve maliye bakanını tutuklayıp, maaşlarına zam sözü aldıktan sonra sabaha doğru serbest bırakan subayların olduğu, kulislerde dolaşan söylentiler arasındadır Manevi tatmin meselesi ise daha karışık görünmektedir. Yine 'Tarihte Kanlı veya Kansız İhtilaller' kitabının yazarına göre, manevi tatmin söz konusu olduğunda, silahlı kuvvetler, vatani iç veya dış tehditlere karşı korumak ya da rejimi ve rejimin ideolojisini halk adına savunmak gibi bir iddiayla yönetime el koyabilir. Bu durumda, gece yatakta ereksiyon problemi yaşayan bir general, sabah olmadan kışlayı toplayıp "Rejim tehlikede anasını satayım!" diyerek ihtilal yapmaya kalkışabilmekte, kimse de "Nerden çıkardın birader rejimin tehlikede olduğunu?" diye soramamaktadır Çünkü 'ülkeyi ve rejimi iç ve dış tehditlere karşı korumak' son derece soyut, tanımlanması ve çerçevesinin çizilmesi son derece zor bir ifadedir. İhtilal yapmayı başarmış ve düzeni değiştirmiş adamlar hakkında henüz yeterince tarafsız ve bilimsel bir araştırma yapılabildiği söylenemez; ama ihtilal yapmaya kalkışıp da başarısız olan subaylar hakkında yapılan bilimsel bir araştırma bizi şu sonuçlara götürmektedir: Hevesleri kursaklarında kalan bu hevesli subayların yüzde otuz ikisi, ihtilal teşebbüsünden bir önceki gece maalesef iktidarsızlık problemi yaşamışlardır. Yüzde on altısı, çocuklarının elinden televizyon kumandasını almak isteyip alamamış; yüzde on dokuzu, karısından ya da kayınvalidesinden ʼçok pısırık olduğu’ yolunda azarlar işitmiş; yüzde dokuzu da bu tip kişisel ya da ailevi bir sorun yaşamadığı halde, İsrailli ve Amerikalı efendilerine verdikleri sözler gereği bu teşebbüslerde bulunmuşlardır. Biz yukarıdaki bilgilerin bilimsel ve güvenilir olup olmadığı konusunda net bir kanaate ulaşabilmiş değiliz; takdir yüce okuyucunundur. (Fakat -asker ya da polis- eline silah verilen insanların 'meşru' sinırlar içerisinde nasıl kalacağı meselesi, yönetim konusunda afa yoran mütefekkirleri, hep zora sokmuştur.) ilk ihtilalcilere gelince. Bilinen ilk ihtilalciler Pisistratus, Spartaküs ve Julius Caesar'dır. (Hepsinin de ortak özelliği asker kökenli olmaları – insan beline silahı takınca psikolojisi değişiyor demek ki.) Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim. Tarihte bilinen 1) Pisistratus: Dini siyasete alet eden ilk politikacı olarak da bilinir Çünkü ülke yönetiminde söz sahibi olabilmek için, bir köyden boyu iki metreye yakın, güzel bir kadın bulmuş ve insanüstü bir varlığa benzeyen bu kadını bir güzel süslemiş, ona zırhlı elbiseler giydirip başına çiçekler ve defne dallarından yapılmış taçlar takmış, sonra onu bir atlı arabaya bindirerek beraberinde Atina'ya doğru yola çıkarmıştır. 'Tanrıça Athena'nın kendisine yardım için gökten indiği' şeklinde bir söylentinin de halk arasında yayılmasını sağlamış ve şehrin askeri koruyucusu olan Athena'nın kendi tarafında olduğu izlenimini uyandırarak bu sayede halkı ve hükümeti psikolojik baskı altına almıştır. 2) Spartaküs: Bir başka meşhur devrimci de Spartaküs'tür. Heyecanlarını kontrol etmeyi bilmeyen müzmin bir agresifolan Spartaküs, Isparta'da bir abaküs fabrikasında çalışan bir işçinin ilk oğlu olduğu için Spartakus ismini almıştır. Çocukluğundan beri asker olmaya özendiği için, abaküs fabrikasını ve Isparta'yı bırakıp Ordu'ya girmiş, fakat Fatsa dolaylarında yakalanarak gladyatörlere köle olarak satılmıştır. Romalı efendiler, bu köleler sayesinde çok müthiş bir sefahat yaşamaktaydılar. Her türlü zor işte çalıştırılmaları yetmezmiş gibi, bu köleler, efendilerinin zevk ve eğlencelerine de hizmet etmekte, hatta müsabakalarda birbirlerini öldürmek zorunda bırakılmaktaydılar. Kızgın demirlerle sırtlarına ya da göğüslerine damgalar ve numaralar basılmakta, kaçmasınlar diye kalın zincirlerle birbirlerine bağlanmaktaydılar. Efendilerin en çok hoşlandığı eğlence biçimi, bu kölelerin, vahşi hayvanların önlerine atılıp paramparça olmalarını izlemekti/(İşte insan haklarının, medeniyetin, özgürlüğün beşiği olduğu söylenen Avrupa'nın temeli budur arkadaşlar.Kahramanımız Spartaküs de bu kölelerin arasına düşmüş fakat diğerleri gibi boyun eğmeyi değil, başkaldırmayı tercih etmiştir. Yetmiş kadar köleyle bir isyan başlatmış, Romalı lejyonlara karşı çok önemli başarılar elde etmiştir. Zamanla, ülkenin dört bir yanından, ezilenler Spartaküs'ün ordusuna katılmaya başlamışlardır. Ancak bilinmeyen bir nedenle Spartaküs birdenbire Ordu'dan ayrılarak baba memleketi Isparta'ya dönmüş ve tekrar abaküs fabrikasında çalışmaya başlamıştır. Birkaç sene sonra da ani bir kalp krizinden vefat etmiştir. Mezarı bulunamamıştır. 3) Julius Caesar: Son derece meşhur bir başka ihtilalci de, Julius Caesar'dır. Bu arkadaşımız da orduda subayken uzun mücadeleler verdi ve sonuçta Roma'nın hâkimi oldu. Mısır kraliçesi Cleopatra ile bir aşk yaşadı; Mısır'ı fethetti, mısıryağı ihracatına başladı ve bu arada Cleopatra'yı Roma'ya getirerek kırk gün kırk gece süren bir düğün yaptı. Bu evliliğinden doğan çocukların zenci olması üzerine, karısının kendisini aldattığından kuşkulandı ve karısıyla kızlarını öldürterek Misır piramitlerine gömdürdü. Hayatının geri kalan kısmında kendisini ülkesine adayan Sezar, Roma'da birtakım reformlar yaptı; israfı önlemek için tedbirler aldı, köylere yol, su ve elektrik götürdü, mülkiyet hakkını güvence altına aldı, katma değer vergisini kaldırdı, zorunlu ilköğretimi sekiz yıla çıkardı, üniversitelerde başörtüsünü serbest bıraktı, araçların ön camına yapıştırılan taşıt pulu uygulamasına son verdi, trafik işaret ve işaretçilerine uymayanların ehliyetlerine el koydu, nihayet o ünlü 'Sen de mi Brütüs?' sözlerini söyledi ve öldü. İşte ihtilal ve ihtilalcilik budur. (Kahramanımız Homeros'un da Zıvana'da bir dönem Devrimciler Odası Başkanlığı yaptığı bize ulaşan rivayetler arasındadır. İhtilaller hakkında değişik kaynaklardan daha farklı bilgiler edinilebilir. Bakınız: ‘İhtilaller Hakkında Daha Farklı Bilgiler' Emekli Orgeneral Atik İki, Değişik Kaynaklar Yayınevi, Basım yeri: İstanbul. Basım tarihi: 28 Şubat 1997.)
Sayfa 260 - İz YayınlarıKitabı okudu
·
764 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.