Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Gelin şimdi şöyle yapalım.Mutlu bir evlilikten konuşalım. Farkında mısınız, okuduğumuz hikâyelerde, izlediğimiz filmlerde, aşk, kavuşma noktasına kadar anlatılıyor genelde. Nasıldır; önce kızla oğlan birbirini görür, beğenir, âşık olurlar; sonra zalim baba ya da muhteris anne bu aşka engel olmaya kalkar, ya kız zengindir oğlan fakir, ya kız bir işçi parçasıdır oğlan fabrikatör çocuğudur falan fişman, büyük zorluklara katlanılır, büyük acılar çekilir, büyük hasretlerden, kederlerden sonra, nihayet âşıklar kavuşur, evlenirler ve hikâye biter. Eee? Sonra ne olur? Ulan işin acı ve keder kısmını anlatmakta ne var; her normal insan o acıyı bir şekilde yaşıyor zaten. Bilmediğimiz kısmı anlatsana sen bize. Evlendikten sonra napıyor bunlar. Yazarlar kitaplarında, yönetmenler filmlerinde işin o kısmına değinmezler. Neden? Çünkü belki de, gerçek bir aşkla evlendikten sonra ne olduğuna dair bir fikirleri yoktur. Çünkü belki de, mutlu bir evliliğin ne olduğunu bilmezler. Çünkü belki de, aşk dolu bir evliliğin, huzurlu bir evliliğin ne olduğunu bilmezler. Okuyucular ve izleyiciler de, aşkı, bir 'ayrılık ve kavuşma süreci' olarak anlarlar. Öyle gerçekten: birbirini bu kadar seven bu kızla oğlan evlendiler de sonra nooldu kardeşim? En çok arzulanan şey bir araya gelmekti, eee, bir araya gelince nooldu? Şimdi benim size bunu anlatmam gerek. (Mahremiyet sınırları malûm: o yüzden, beklentiniz büyük olmasın. Hah ha.) Ulan âşık oldun, evlendin, mutlu bir yuvan var, şimdi de hava mı atıyorsun, diyenler olabilir. Hayır efendim, hava atmıyorum: ben ülkeme hizmet ediyorum. Nasıl mı? Şöyle: Bu alçak yazarlar kitaplarında aşkı hep kavuşma noktasına kadar anlatınca; bu alçak yönetmenler filmlerinde aşkı hep evlenme noktasına kadar gösterince, insanlarda çok dehşet bir zihinsel şartlanma oluyor: aşk denince insanların aklına hep şöyle sahneler geliyor: Bir kızı seversin, güzeldir, tatlıdır, kafelerde buluşursun, kaçamak sinemalara gidersin, yağmur altında dolaşırsın, deniz kenarında bir parkta sıcak bir çay içersin, sonra cesaret edip ailesinden istersin kızı, mutlaka bir aksilik çıkar, vermezler, ayrı düşersin, uzun zaman göremezsin, geceleri fotoğrafına bakıp dertli dertli sigara içersin, üstelik paran da yoktur, bir başka yere çalışmaya falan gidersin, gurbet, hasret, köküne kadar keder, sonra her şeyi göze alıp tekrar çıkarsın kızın ailesinin karşısına, yine vermezler kör olasıcalar, bir sürü kavga gürültü olur, yine ayrılık, yine hasret, yine gözyaşı, yine 'bir teselli ver' durumları, kız da verir teselliyi, seni seviyorum, annem babam umurumda bile değil, gideriz buralardan, bir kasabaya yerleşiriz, ben gerekirse çamaşıra bulaşığa giderim, geçiniriz, nayır nolamaz, senin o kendini beğenmiş küstah zen rin evlerinde hizmetçilik yapmana izin veremem, ben çalışı rim, gerekirse odun kırarım, yük taşırım, hamallık yaparım, boyacılık yaparım, simit satarım ama seni ezdirmem dersin, sonra kavilleşirsin kızla, şu gün şu saatte falanca pastanenin önüne gel, ben otobüs biletlerini alırım, yaşlı bir amcam var, onun yanına gideriz, o bize yardım eder, kız da 'erkek kız'sa kavlini tutar gelir, otobüse binilir, haliyle, kız pencere kenanna oğlan koridor tarafına, kızın başı oğlanın omzunda, şoför de bir kaset atar teybe: toprak olur taş olurum, sonra kamera genç âşıklardan pencereye, oradan da yola odaklanır ve ekranda bir yazı: son. Ve böylece, zannedilir ki aşk, bir kızı sevmektir, gizli saklı kafelerde, sinemalarda onunla buluşmaktır, onu istemek, alamamak, acı çekmektir, yasak koyucu ailelerden habersiz, yağmur altında dolaşmaktır, deniz kenarındaki bir parkta sıcak bir çay yudumlamaktır, biraz ayrılıktır, kederdir, biraz zorluktur, mücadeledir, sonra işler bir şekilde yoluna girer, ya aileler ikna edilir, ya kaçılır, neyse işte, sonunda âşıklar kavuşur. Aşk budur. Çocukluğundan otuz yaşına kadar bu filmleri izleyerek büyümüş bir insandan, evlendikten sonra, aşka dair bir performans bekleyebilir misin şimdi? Çünkü aşka dair tüm sahneler, evlenmeden öncesine aittir. Adamın aşk anlayışında, evlendikten sonrasına dair bir şey yok ki! Şok geçiriyor çiftler! Nooldu? Ulan daha dün kafede gözlerine baktığım kız, bugün belinde bulaşık bezi, bulaşığı yıkamış, sonra makineden çamaşırları alıp asmış, şimdi de ortalığı süpürüyor. Eee? Aşk nerde? Valla abi bilmiyorum aşk nerde: okuduğum hiçbir kitapta ya da izlediğim hiçbir filmde sevgili böyle tasvir edilmemişti de, şaşkınlığım biraz ondan. Sevgililer hep kafelerde, sinemalarda, parklarda, daha doğrusu 'dış mekânlarda' rastlanılan yaratıklar olunca, insan evdeki kıza nasıl muamele edeceğini bilemiyor. Bu yüzden evlilik öncesi, çıkma ya da flört denen süreçte çok mutlu olan çiftler, evlenince potturabiliyorlar; çünkü kızın da erkeğin de aşka dair ‘öğrendiği/bildiği' sahneler hep evin dışında çekilmiş. Yönetmenler niyeyse kapalı mekânlarda gehelde 'ayıp sahneler' çekmişler. Eee bizim çiftler de eve/kapalı mekâna girince, akıllarına cinsellikten başka bir şey gelmiyor; çünkü başka bir şey öğretilmedi onlara. Evde naapılır? Anladin işte. Canım o da bir yere kadar! İşte bu nedenle, karşı cinsle evde sadece bedenini paylaşabilenler bir süre sonra mutsuz oluyorlar. Evde de kalbini paylaşabilse, belki mutlu bir yuvasi olacak. Ama dediğimiz gibi, bize öğretilen aşk, sadece kafelerde, parklarda, pastanelerde, sinemalarda geçtiği için, evde kalbini paylaşmayı, evde âşık olmayı bilmiyor insanlar. Şarkı bile yapıldı bununla ilgili: evlilik aşkı öldürüyor! Peh! Salak! Evlilik aşkı öldürmüyor: sana öğretilen aşk, hep evlilik öncesine ait olduğu için ve evlenince aşkın nasıl sürdüğüne dair bir bilgiye sahip olmadığın için, eline yüzüne bulaştırıyorsun tabi. O yüzden, müslüman müelliflere bir önerim olacak: ey müslüman müellifler! Kardeşlerim! Vatan sizden hizmet bekler. Nedir o hizmet? Evlilikte aşk Evet konumuz bu: evlilikte aşk! Hep kavuşma noktasında bitti aşk hikâyeleri. Bu yüzden, sevgili halkımız aşkı yanlış anladı: kızla erkeğin kavuşana kadar (evlenene kadar) geçirdikleri süreç olarak anlaşıldı aşk. Ve bu yüzden, evliliğin aşkı öldürdüğüne dair söylentiler bile çıktı. Şimdi gelin, biz evlilikte aşkı anlatalım. Anlattığımız aşk sahneleri evlilik sürecinde cereyan etsin. Güzel bir aşk hikâyesini anlatıp anlatıp da "...ve sonunda kavuştular." diye bitirmeyelim lütfen. Kavuştuktan sonraya dair, evlendikten sonraya dair aşk sahneleri anlatalım: sevgiliyi 'evdeki eş' olarak tasvir edelim. Bu sayede, çiftler evlendikten sonra dışarda' aşk aramayacaklardır ve aile kurumunu tehdit eden yüzlerce tehlikeden biri bertaraf edilmiş olacaktır. Aile kurtulursa vatan kurtulacaktır arkadaşlar. Ve herkesin ağzındaki o cümleyi artık ben de söyleyip rahatlamak istiyorum: söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır. Hah ha. Nihayet ben de söyledim bunu. Hadi size bir şey daha söyleyeyim o zaman.
Sayfa 327 - İz YayınlarıKitabı okudu
·
713 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.