Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

640 syf.
5/10 puan verdi
·
12 günde okudu
Bismillah. - Kitaba ve Yazılış Hikayesine Dair Tahrif Hareketleri üç cilt ve iki bin küsur sayfadan oluşan hacimli bir kitap. Yazarın son dönemlerinde kaleme aldığı kitaplarındandır. Hatta vefatından 5-6 sene önce çıkan bir söylentiye göre, dördüncü cildi de yazıyordu. Ama nasıl olduysa dördüncü cilt çıkmadı. Ya söylenti asılsızdı, ya tamamlayamadı ya da yaşlılığından dolayı uğraşamadı. Esasen en başta kitabın tek cilt olarak ve sadece güncel tahrif hareketlerini kapsamına alacak şekilde telifi düşünülüyor. Fakat sonra ilk fitnenin -ki açıklayacağız- zuhurundan itibaren günümüze kadar bütün Tahrif Hareketleri’ni işlemekte karar kılınıyor. Onun için olacak, Tahrif Hareketleri kitabının ismine “Geçmişten Günümüze..” diye önad gibi bir detay eklenmiş. Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı diye iki kutba ayrılan dünya, Soğuk Savaş sonrasında tek kutuplu duruma geçiş yapıyor. Medeniyetin bu dönemde aykırı bulduğu ve “kızıl tehlike” şeklinde nitelendirdiği komünizm sahadan çekilince, tek kutuplu dünyanın en azından görüntüsünü bozan İslam dünyası “yeşil tehlike” diye yaftalanıveriyor ve bu tehlikeyle bir mücadeledir başlıyor. Bu mücadele zaman içerisinde çok kılık değiştiriyor. Yazarın kitabı yazmakta olduğu zamanların biraz öncesinde “dinler arası diyalog” kılığıyla meydandaydı. Takdimdeki ifadelere bakarsak, böyle bir hengâmda yazar “dilsiz şeytan” hadisine mazhar olmama gayretiyle Tahrif Hareketleri macerasına girişiyor. Ciltlerin ilk baskıları sırasıyla 2010-11-12 yıllarında yapılmış. Demek ki dinler arası diyalog modası ve bu modanın dinamoluğunu yapan topluluğun forsu birkaç yıl daha devam edecek, ondan sonra tarihe gömülecektir. Hatta Fethullah Gülen ve avenesini konu alan üçüncü cilt 2012 senesinde baskıya veriliyor. O dönemde birçok (olumsuz manada) saf Müslüman’ın “hocaefendi”si olan Gülen, bir yıl sonra ülkede kendisine en çok sövülen isimlerin bayrağı omuzlayanı haline gelecektir. Yani ilgili cilt baskıya verildikten bir yıl sonra. Eserin yazıldığı dönemde ülkenin siyasi-sosyal atmosferini hatırlatmak maksadıyla bi’ hafızayı yoklayalım dedim. - Tahrifin Neliği ve Kitabın Gayesi: Mısıroğlu kitabın önsöz ve mukaddime kısımlarında birkaç sayfa ile sınırlı da olsa, İslam tarihinde tahrif ve fırkalaşmanın mahiyetiyle alakalı nazari görüşler sunuyor. Eserin didaktik muhtevasından ziyade bu kısımları daha fazla önemsiyorum. Tahrif nedir, neden vardır, varlığının hikmetleri nelerdir… Sorularına verilen cevaplar söz konusu fırkalara bakışımızın derinlik-sığlık derecesini belirleyecektir. Fakat bu bap birkaç sayfayla geçiştirildiği için -en azından bu cilt- ansiklopedik bir esere daha çok benziyor. Gelgelelim ileride sorunlar kısmında değineceğimiz üzere, hem ‘eser’ olma hem de ‘ansiklopedi’ olma yönüyle birçok sorun içeriyor. Yazara göre, İslam tarihindeki fırkalaşma da her türlü fırkalaşma gibi, Allah’ın câmiu’l-ezdâd (zıtları birleştiren) sıfatının tecelli etmesi hikmetine mebnidir. Hakk’ın zâtında bâtıla yer olmasa bile, âlemde hakikatin tezahürü için bir de bâtılın varlığı zorunludur. Hak ve batıl arasındaki mücadele fani alem var olduğu müddetçe birbirini yok etme şeklinde değil, galebe çalma şeklinde tezahür ediyor. Bazen hakikat gizli kalıyor ve batıl açığa çıkıyor; bazen de batıl gizli kalıyor, hakikat açığa çıkıyor. Fakat hakikatin açık olduğu zamanlar daha çoktur. Çünkü Allah, rahmetinin gazabını geçtiğini müjdelemiştir. Kitabın da iddia ettiği ve ispatlamakla kendini mükellef tuttuğu üzere, hak-batıl mücadelesinin en büyük tezahür alanı din tarihidir. Din tarihinde batıl kutbunun mücadelesi “fırka”lar etrafında mütalaa edilir. Kelime anlamı olarak f-r-k kökünden olup, ayrılma, farklılaşma demektir. Bu farklılaşmanın derecesine göre fırkaların batıllığı şiddetlenir veya hafifler. Bazı fırkalarda bu derece öyle bir artar ki, o fırkanın İslam ile hiçbir ilgisi kalmaz. Ayrı bir din haline gelen ve “gulat” diye tabir edilen fırkalar buna örnek verilebilir. Mısıroğlu tahrifi “dahili tahrif” ve “harici tahrif” olarak ikiye taksim ediyor. “Dahili tahrif”, fitne ve fesat çıkarmak suretiyle dini bizzat dinin içinden bozmaya çalışan her faktörü içerisine alır; “Harici tahrif” ise, siyasi ve askeri aletleri kullanarak dini dinin dışından bozmaya çalışan faktörleri içerir. Mısıroğlu İslamcı mücadele içerisinde Necip Fazıl gibi devrimi değil, tekâmülü savunanlar arasında bulunuyor. Tabiat hadiseleri gibi, siyasi ve toplumsal yapılarda da patolojik bulunan ani radikal değişimlerden ziyade yavaş, adım adım gerçekleşen bir tekâmül ile Müslümanların diğer milletler üzerinde hâkim duruma geçeceğini söylüyor. Bunu da Allah’ın nurunu tamamlayacağına dair vaadine dayandırıyor. Bu ilahi vaadin gerçekleşeceğine ilişkin itikada tüm Müslümanlar gibi Mısıroğlu da çok sağlam inandığı için, bu sergilenen ehl-i sünneti savunma gayreti, yangına ağzında su taşıyan karıncanın gayreti gibi görülmelidir. Yazar da benzeri beyanlarda zaten bulunuyor. “Yangının sönmesi vaaddir de, en azından elim boş durmasın” kabilinden bir telif. Zaten “tahrif”in sebeplerini kategorize ettiği bir bölümde “kader”i bu meyanda en başta konumlandırmış. Kader. Kitabın gayesi, takdim kısmında aynen yazarın ifadesiyle, “İslam’ı değil, ehli sünnet itikadını muhafazadan ibaret..” olduğu bildirilmiştir. Fakat bu ifade ile kitabın muhtevası arasında iki büyük çelişki görüyoruz. Bu cildin yaklaşık üçte biri İslam’dan kopup gitmiş ve ayrı bir din haline gelmiş fırkalar hakkında bilgiler içeriyor. Bu bilgileri kitabına derç eden bir kimseden, ehl-i sünneti müdafaadan ziyade mezhepler tarihi veya firak kitabı yazdığını iddia etmesi beklenebilir. Diğer büyük çelişki ise, bu cildin içerisinde işlenen birçok fırkaya karşı gaye ittihaz edilen ehl-i sünneti “müdafaa”, hakikatte yok gibi bir şeydir. Yazar kendine göre, tahrifçilerin zırvalarını “cevap verilebilir” ve “cevap verilmez” olarak işaretleyip, kendisini cevap vermeye ve müdafaa etmeye muktedir gördüğü alanlarda (bkz. Besim Atalay) onlarca sayfa müdafaa yapmış, ama muktedir görmediği alanlarda, daha önce yapılmış meşhur, klasik çalışmalardan alıntılar yapıp öylece bırakmış. Mesela Afgani, Abduh, Reşid Rıza üçlüsünün tahrifleriyle alakalı bir iki sayfa yazmışsa yazmış, gerisini bu konuda yazan muhtelif müelliflerin eserlerinden iktibaslar oluşturuyor. Halbuki Cemaleddin Afgani’nin tahrifi Besim Atalay’ın (ki adını bile birçokları duymamıştır) tahrifinden daha önemsiz değildir ki, Atalay 40 sayfaya yayılmasına rağmen Afgani birkaç sayfaya sıkıştırılabilsin. Cildin sonunda, son sözden önceki son paragrafta (s.598) “bunca yanlış görüşü red ve cerh ederken esas aldığımız ehl-i sünnet ve’l-cemaat inançları…” demiş, ama yazar cerh derken “bu batıl mezheb..” gibi vasıflamaları kastetmiyorsa, içerikte cerhi çok seyrek görüyoruz. Bu birkaç cerhin yazara ait olup olmadığı üzerinde ayrıca durulmalıdır. - İçerik ve Düzen İlk cilt üç bölüme ayrılıyor; 1) İlk fitne ve tezahür şekilleri 2) İslam alemi ve Türkiye’de sair sebeplerle ortaya çıkmış tahrif hareketleri 3) Naslardan hüküm çıkarma zaruretinden doğan mezhepler. Bunlardan biraz bahsedelim; 1) İlk bölümde söz konusu edilen “ilk fitne”; “tezahür şekilleri” ve “doğurduğu batıl mezhepler” etrafında inceleniyor. Mısıroğlu’na göre ilk fitne Cevdet Paşa ve onun görüşünde olanların aksine, Hz. Osman zamanında değil, Hz. Peygamber zamanında zuhur eder. Vahiy kâtiplerinden İbn Ebi Serh’in bir ayetin devamını nübüvvet-i Muhammediye’nin nurundan feyizyâb olmak sayesinde doğru bildikten sonra meydana çıkıp peygamberlik iddia etmesi kitapta ilk fitne olarak değerlendiriliyor. Fakat ilk büyük fitnenin Hz. Osman’ın kanının mushafa sıçramasıyla başladığını Mısıroğlu da kabul etmektedir. İbn Ebi Serh’in çıkıp peygamberlik iddia etmesi, peşi sıra infirakı doğurmadığı ve özellikle de cari asır asr-ı saadet olduğu için Hz. Rasulullah Efendimiz sağ iken “fitne vardı” demeye çoğumuzun dili varmıyor olabilir. Muhakkik tarihçiler Mısıroğlu’nun aksine İbni Ebi Serh vakasını fitneden saymamışlardır. Aynı bölümde Hz. Osman’ın şehit edilişine kadar, merkezinde İbn Sebe’nin bulunduğu bir Yahudi-münafık cemaatin Kûfe-Basra-Mısır üçgeninde yürüttüğü faaliyetler ele alınmış. İbn Sebe’nin kim olduğuna dair ortadaki tartışmalar bir yana, ortaya çıkardığı üç bid’at inanç şekli tespit edilmiş; 1) Ricat: Geri dönme demek. Madem Hz. İsa geri dönecek, Hz. Muhammed ondan büyüktür, öyleyse o da geri dönecek, gibi bir kıyas tavrıyla ortaya çıkmış, başta Muhammed dediği için suret-i haktan görünmüş, sonra Ali demiş, sonra Muhammed Mehdi demiş ve onun geri döneceğini iddiaya kadar vardırmışlar. Ricat meselesi aşağı yukarı her gulat fırkada, özellikle de önderlerini standartların dışında tazim edenlerde kesinlikle bulunuyor. 2) Vasiyet: Gadir Hum vakasında Hz. Peygamber Hz. Ali’yi vasi olarak tayin etmiştir. Her peygamberin vasisi var. Muhammed (a.s) hepsinden büyük, onun da vasisi vardır derler ve on iki imamcılık Şia’sında ve imamet inancı ihdas eden diğer Şia fırkalarındaki iman umdesi olan imamete, vasiyet inancı böylece zemin teşkil etmiştir. 3) Hulul: Allah’ın Ali’ye girdiğini, dolayısıyla Hz. Ali’nin Allah olduğuna inanmaktır. On iki imamcılıktan ziyade Batınî-Gulat fırkalara serpmiş bir inanç tarzıdır. “İlk fitnenin tezahür şekilleri” kısmında Haccac’ın Kûfe valiliğine kadar süren dönemde cereyan etmiş hadiseler bir tarih kitabı edasıyla anlatıldığı için incelemeyi doğrudan ilgilendirdiğine kani değilim, geçelim. “Fitnenin doğurduğu batıl mezhepler” kısmı dikkati caliptir. Hilafet meselesinden doğan fitne iki batıl mezhep meydana getiriyor: Hariciyye ve Şia. Hariciler üzerine çok eğilmemiş, 10 sayfa tutuyor. Fakat Şia kısmı gereksiz uzatılmış, aşina olmayanları sıkacak derecede uzun bir bölüm. Öyle ki, aşağı yukarı 200 sayfalık bir yekûnu var. Burada kısaca ifade edersek, Şia’nın oluşumuna tesir eden müessirler, Şia mezhebinin kolları (Batıniyye, İmamiyye, Zeydiyye, Tasavvuf Şia’sı…) diye 200 sayfa boyunca sınıflandırılarak anlatılmış. 2) Bu bölümde İslam dünyasında zuhur etmiş dört büyük tahrif hareketi (Ekber Şah, Ahmediye, Babilik-Bahailik, Vehhabilik) ve Türkiye’de zuhur etmiş veya Türkiye’ye ziyadesiyle tesir etmiş tahrif hareketleri (Afgani-Abduh-Reşid Rıza üçlüsü, münferit birkaç çağdaş tahrifçi ve Kemalizmin dinde reform tahrifi) serdedilmiş. Yazarın hakkını şu noktada teslim etmek gerekir; kendisini Kemalizm eleştirmen/münekkidi olarak tanımlayamasak da, ki kendisinin de böyle bir iddiası yoktur ve olamaz, ilgilendiği dönemde vuku bulan hadiselerin canlı şahidi olan kişilerle birebir görüşmekte, belge toplamakta ve bu dönemde verilen eserleri araştırmakta ve savunduğu görüşleri destekleyecek malzemelerin tedarikinde gayet mahir bir zattır. Bu mahareti ikinci bölümde, Türkiye’deki tahrif hareketlerini işlerken ayan beyan ortadadır. Fakat en az Kemalist reform hareketinin tahrifi kadar önemli olan Afgani-Abduh-Reşid Rıza üçlüsü hakkında bu bölümde yeteri kadar yer ayrılmamış (20 sayfa) olması büyük bir eksikliktir. Açıkçası, Mısıroğlu’nun bu ve benzeri konular üzerine o kadar uzun eğilebilecek kadar ehil olduğunu zannetmiyorum. 3) Bu bölümde çok klasik firak kitaplarında bile kendine yer bulan Kaderiye, Cebriye, Mürcie ve Mutezile batıl mezhepleri ile Eşari ve Maturidi hak mezheplerine yer ayrılmış. Bölüm genellikle kalıp ifadeler ve başka tarihçileri tekrar etmeyle itmam edildiği için meseleler hakkında genel bir bilgi edinmek için okunabilir. Fakat çok parlak kazanımlar elde etmeyi hedeflememek lazım. Bunlar her kitapta bulunabilecek, hatta önemli bir kısmı doğrudan iktibas edilmiş olan malumatlardır. - Bazı Sorunlar Buraya kadar zaten birtakım sorunlar zikretmiştim. Fakat daha derli toplu görünmesi açısından birkaç sorunu daha maddeler halinde bu başlık altında beyan ettim: • İlk cilt 640 sayfa. Okurken çok gözüme battığı için oturdum, saydım; alıntılar toplamı yaklaşık 230 sayfa yapıyor. Bu, “cümlelerin 1/3’ünden daha fazlası yazarın cümlesi değil” anlamına gelir. Alıntı yapılan eserler de belki bugün Tahrif Hareketleri’nden daha kolay elde edilebilecek eserlerdir. Bir çok kere denk geldim; “x fırkası” diye başlık açılmış, hiç açıklama yapılmadan o sahada uzman bir zattan alıntı yapılmak suretiyle “falan zât diyor ki..” şeklinde devam ettirilmiş. Dolayısıyla bu miktarda bir alıntı hangi eser olursa olsun, özgünlüğüne zarar verir. Bu yüzden Tahrif Hareketleri’nin orijinalliği hakkında tereddütlerim var. • Fırkaların herkesin ağzında sakız olan, tahkik gerektirmeyecek kadar bedahet ifade eden farik vasıfları hakkında yapılan alıntılar haricinde, bir alıntı yapılırken alıntılanan mevzuun ince elendiğini zannetmiyorum. Mesela son bölümde Mutezile mezhebinden bahsederken, Muhammed Ebu Zehra’dan alıntıladığı bir bilgiye göre, İmam Ali Zeynelabidin’in oğlu İmam Zeyd, Vasıl b. Ata’nın dostudur ve Mutezile mezhebine meyleden görüşleri vardır. Görünce şaşırıyorsunuz, “ehli beyt büyükleri bizde ehl-i sünnet büyüğüdür?” diyorsunuz. Sonra Bağdadi’nin “El-Fark Beyne’l-Firak”ını karıştırıyorsunuz. Orada da diyor ki, İmam Zeyd Mutezile mezhebinin görüşlerini cerh etmek için bir risale bile telif etmiştir. Bu vaziyet bize gösteriyor ki, alıntı yapılacak kaynaklar taranmış, fakat tahkik edilmemiştir. Kadir Mısıroğlu’nun uzmanlık alanı olmadığı için bu konularda onu suçlayacak değiliz, ama kitap için bunlar ciddi nakıslardır, bunları söylemeliyiz. • İslam tarihi gibi nazik noktaları bulunan bir tarih sahasında söz söyleniyorsa, kılı kırk değil, kırk bin yaracak titizlikle kelimeler seçerek cümle kurmak gerekir. Kadir Mısıroğlu her nedense, sahabe arasında maalesef vuku bulan ihtilafları söz konusu ederken, vefat eden sahabiler hakkında “telef oldular” gibi nahoş bir ifade kullanmaktan imtina etmiyor. Bu kelime ölüm sonrası bir hayata sahip olmadığı sanılan hayvan cinsi yaratıkların ölümünü kastederek söylenir; telef olmak, bir ân parçası süresince de olsa Muhammedi nuru sahibinin gözüne bakarak ahzeden ve evliyalığın en yüksek mertebesine bir nazarla ulaşabilen mübarek sahabeler kadrosunun ölebileceği bir ölüm şekli değildir. Öldü demeye insanın dili varmazken, hayvanat cinsi için kullanılan “telef oldu” sözünü bu insanlar için kullanmak akıl ve izana hiç uymaz. Bu üzücü detay bu cildin 73. sayfasında, ayrıca Hilafet kitabının ilgili bölümünde dikkatimi çekti. Benim için büyük bir üslup sorunudur. … İnceleme, yazarın Bektaşilik ve Kalenderilik gibi tasavvufi cereyanlar hakkında yazdığı, kimisi mesnetsiz, kimisi de mesnet sayılmaması gereken mesnetlere dayanan laflarının tenkidi ile devam edecektir. Şimdilik burada kalsın, gerektiği zaman güncellerim.
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 1
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 1Kadir Mısıroğlu · Sebil Yayınevi · 2011129 okunma
··
3.069 görüntüleme
Hakan okurunun profil resmi
"Ben buna inceleme dersem, benim incelemeler bana gücenir." dediğin inceleme bu muydu gerçekten? Ben merak edip bakma gereği duyan yüce beynimden özür diliyor, umutlarımı bir kez daha yıkan ithal muzları da lanetliyorum.
fbetül okurunun profil resmi
İncelemen çok iyi üstadım yine yapmasi gerekeni yapmış okumak nasip olsun banada inşaAllah
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.