Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Her yer puttu; üstelik bu putlar cahiliye Arabistandaki gibi taştan tahtadan değil, etten kemiktendi. İnsan kendisine dahi kendisi ile kavga etmeden teslim olmamalıyken, kimileri tereddüt etmeden birilerine kul köle oluyorlardı. Diplomayla belgeyle tezle evrakla resmi mühürle adam olunduğunu sanılıyordu… Birileri birilerine kim olması gerektiğini öğretiyor, o birileri de olmamaları gereken kimliğe yaklaşmanın korkusu ile yaşıyorlardı. Kitapçının ışıl ışıl vitrinini temaşa eden dudaklarında kırmızı boya kurumları biriken iki liseli genç kız dizilerden internetten öğrendikleri kitapları arıyorlardı. Kapağında Allah ismi olan kitaplar, Kuran-ı Kerim’den daha çok önemseniyordu. Televizyonlarda ve her yerde kitlelerin afyonu olan futbol ve evlendirme programları kültür sanat programlarını yok etmişti. Dar kesim kirli beyaz gömleğinin içinde sıkışan bir adam, feri sönmüş gözlerini yormaya hacet görmeyip kitapçıda çalışan yeni yetmeye salonun mobilyalarına uygun renkte kapakları olan kitapları getirmesini istiyordu. Kapitalizm minareleriydi gökdelenler. Bu minarelerde oturan her kişi kutsaldı. Otomobilinden inerken toprağa basmadan bir başka otomobile veya parlak bir asansöre en olmadı bir yürüyen merdivene değerdi ayakkabıları bundandı ki ayakkabıları hep cilalıydı, hep güzeldi, kaza bela olurda parıltılarına halel gelirse, ayakkabılarını dilleriyle yalayıp yeniden parlatacak adamları vardı sürüce… Silah fabrikaları ve kitapçılar yan yanaydı. Beş yıldızlı otellerin milyarlık iftar sofralarında oturan hoş kokulu hanımlar ve beyler oruçlarını açmak için ezanı bekliyorlar, arada dışarı çıkarak sigara içip geliyorlardı. İftar sofrasının olduğu yerde dev ekran plazma televizyonda trilyonlar kazanan din adamları asgari ücretle çalışan insanlara kanaat etmeyi anlatıyorlardı. Son model ciplerini Eyüp sultanın önüne park eden genç kız; arabadan inmeden evvel mutlaka dikiz aynasında makyajını tazeliyor; bilmem hangi marka cehennemden aldıkları dokuz yüz ekmeklik güneş gözlüklerine hohluyorlardı. Mönüden seçtikleri alangirli yemek isimlerini garsona söylerlerken, kafalarında saçtan başka hiçbir şey yoktu. İki buçuk saat boyunca meşin masanın üstünde dönen kelimelerin sayısı onu geçmezdi. İçten içe birbirlerini mütemadiyen diri tuttukları haset, nefret, kin ve cinsel arzuları dışında dünyaya ya da kendilerine mânâ katabilecek en küçük bir belirtiden nakıstılar. Sanıyorlardı ki uyumak, yemek, içmek, sevişmek, dans etmek, zengin olmak yetiyordu. Yetmiyordu, var olmak yetmiyordu, insan olmak için. Başörtüsünü düzeltirken bacaklarına yapışan, etini sıkan daracık pantolonunun etinden daha fazlasını saydamlaştırdığını biliyor muydu kız. Oturdukları rezidanslar da yapay deniz ve ağaçlarla yaşarken çöp kutuları için dövüşen adamları hiç görmüşler miydi. Üzüm grisi akşamın omuzlarında parlayan yıldızlar ne çok efkârlanmışlardı, dilleri olsa neler söylerlerdi neler…
·
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.