Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

376 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
19 günde okudu
Akif Emre "Tek ve Tenha"..
Akif Emre İncelemesine İnceleme “Tek ve Tenha” Hafızlık yaptığım kursun danışmasına üç gazete gelirdi. Sabahları hocaların eline geçmeden önce gazetelere göz atmak için koşa koşa danışmaya giderdim.  Bir sabah Yeni Şafak’a baktığımda Beşiktaş’taki ofisinde iki poğaça ile aramızdan ayrılan birisi vardı… Vuslata erdiği günün ertesinde Akif Abi’yle tanışmıştım. İlerleyen süreçte Hamza Abim elime bir kitap iliştirdi: “Mürtağrip Aydınlar Yüzyılı”; yazar “Akif Emre”.  İlk kitabı okuduğumda hayretler içerisindeydim, hayran kalmıştım. Muhafazakarlık nedir? İslamcılık Nedir? Sorularının cevabını farklı bir cepheden ele almıştı Akif Abi. İslamcıların gömlek değiştirişi, değerlerinden vaz geçişi bu kadar güzel anlatılabilirdi. İlerleyen süreçte Akif Abi’nin yeni çıkan her eserini kitap listemin en başına ekledim. Sağ ve Sol kavramlarının bize ait olmadığını İsmet Özel’den, Muhafazakarlığın da bize ait olmadığını Akif Emre’den öğrendim. Müslümanlar muhafazakar mıdır? Muhafazakar neyi muhafaza eder? Neyse geçelim… Belli şahsiyetler vardır. Onları okuduğunuz zaman artık onların cümleleri, onların kelimeleri ile dünyaya bakmaya başlarsınız. Herhangi bir meseleyle karşılaşınca tepkinizi o yazarların dilleriyle ortaya koyarsınız. Yaşadığımız çağda dik duran bir Müslüman gördüğünüz zaman “sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde” demek gibi mesela. Akif Emre’yle belli bir ünsiyet kurduktan sonra sözleri de dilimize pelesenk oldu. (Bu yazıda da İsmet Özel’e atıfta bulunduktan sonra rahatça devam edebiliriz.) Hatırlıyorsanız daha önce çıkan “Fotoğrafın Ötesi” kitabının da tahlilini bu sayfalarda ben yapmıştım. Dursun Çiçek yine güzel bir kitapla karşımıza çıktı. Kitabın kapağına ilk baktığımda Akif Emre’nin o ağacın altındaki duruşu Ömer Faruk Dönmez’in “Yolcu ve Burjuva” adlı kitabının son satırlarını hatırıma getirdi: “Baş eğmeden diz çökmeden bu dünyada bir ağacın altında gölgelenip gidecek gibi…” Dursun Çiçek’in bu kitabına şerh-haşiye geleneği zaviyesinden bakarsak kendisinin artık Akif Emre’nin şârihlerinden olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Kimi yerlerde görüşlerini özetleyerek, kimi yerlerde kendi görüşlerini katarak, kimi yerlerde Akif Emre ile olan sohbetlerinden alıntılar yaparak Akif Emre külliyatına üç yüz kırk sayfalık hoş bir eser kazandırmış oldu Dursun Çiçek. Emeğine sağlık… Şehir-Mekanlar, Portreler, Yollar-Yolculuklar ve Duruşu… Akif Emre’yi şehirler-mekanlar, portreler, yollar-yolculuklar ve duruşu üzerinden okuyabiliriz kanaatindeyim. “Omzunda fotoğraf makinesi veya cebinde kayıt cihazı, çantasında çizgisiz defteri ve kalemi sürekli gezdi, seyahat etti. "Çizgisiz Defter"ine not aldı ve bunların görüntülerini, gelenekle, geçmişle, özle ilgili "Göstergeler"ini bize bıraktı” diye ifade ediyor Dursun Çiçek, Akif Emre’yi.. Akif Emre’nin seyahat ettiği yerlere baktığımız zaman çok geniş bir coğrafya ile karşı karşıya kalırız. “Sınır tanımaz, Dünya onun için çizgisiz, sınırsız bir defterdir.” Benim okuduğum kadarıyla Güney Amerika hariç dünyanın her yerine adımını ulaştırmış. Belki de çağdaş bir Evliya Çelebi diyebiliriz. Bu yaptığı seyahatleri şuurlu bir gözlemci olarak yaptığına yazılarını okuyan her insan gibi ben de şehadet ederim. Dursun Çiçek Hoca bu seyahatlerin arka odasını/planını şöyle açıklıyor: “Akif Emre'nin yolculukları tesadüfi yolculuklar olmadı hiçbir zaman. Tarih bilinci, onun gideceği mekânları biraz da zorunlu olarak belirledi. Belgeselini yaptığı veya fotoğraflarını çektiği şehirler onun için bir ize ve temsili bir anlama sahipti.” Akif Emre’nin iyi bir gezgin olduğu su götürmez. Gezerken bir yandan da bir zamanlar İslam’ın diriltici rüzgarının ulaştığı her yerde İslam’dan arda kalan işaretler, nüanslar arar, velev kırık bir minare ola… Kudüs, Bosna, Endülüs, İstanbul gibi şehirler Akif Emre’nin göz bebekleridir. Endülüs’te Moriskoları gündeme getirir ve İstanbul’dan İspanya resmine tarihine çomak sokar… Elhamra’yı överken hamaseti tarih edinmez ve gerekli açıklamayı yapar: “Elhamra bir medeniyeti olduğu kadar çürümeyi de hatırlatmıyorsa tarih eksik yazılıyor demektir.” Bu kadar sözden sonra bizim Dolmabahçe’ye de selam etmeden geçmeyelim. İmanımız gibi savunmamız gereken aziz belde Kudüs her Müslümanın olduğu gibi Akif Emre’nin de fikir dünyasının merkezindedir. Ona göre “Kudüs, Müslüman bilincin sürekli diri tutması gereken bir emanettir. Hatta Müslümanların yeryüzünde varlık iddiasını sürdürmesinin en temel göstergesidir.” Ona göre “Kudüs'ün tutsaklığı aslında İslam dünyasının bedenen ve zihnen rehin alınışını hatırlatmalıdır.” Kudüs’ü twitterda gündem oldukça hatırlayanlara, sabah akşam Beytü’l Makdisi, Mescid-i Aksa diye paylaşanlara tabi ki söylenecek kelam yok. Bir Filistin mitingi sırasında ekrana çıkan Şeyh Ahmed Yasin’i görünce bu amca kim diyen genç arkadaş geldi aklıma. Geçelim efendim, geçelim… Akif Emre Kudüs’e gider ve bir tanı daha ortaya koyar: “Tarihte hiçbir şehirde Kudüs'te olduğu kadar efsanelerle hakikat çarpışmadı. Hiçbir şehir Kudüs gibi "geleneğin" temsilini üstlenmedi” der. Bir gün şehirler üzerine konuşurken Dursun Çiçek’e söylediği gibi: “Kudüs'ü görmeden şehir ve mekân üzerine yorum yapma. Orayı gördükten sonra bütün fikirlerin değişecek…” Bosna, Aliya ve Mostar onun için Batı’da açan yeni bir bahardır. Bosna ve Aliya ilişkisi Avrupa’nın kalbini İslam’a ısındıracak imkânın ta kendisidir bir bakıma… Akif Emre’nin adı anılınca müstakim bir duruş, Müslümanca duruşuyla kavramlara, şahsiyetlere, mekanlara itidal ile bakan bir portre çıkar gözümüzün önüne. Okudukça hayran kaldığım bir özelliği var Akif Emre’nin herkesi veya her şeyi olması gereken yere oturtuyor. Buna İslami literatürde “adalet” denir. Adil olan kimseye de hikmet ehli. Bugün ne kadar da muhtacız bu kavramların içini dolduracak cesetlere… Siyasette Abdülhamid ve Erbakan’ı, fikirde Mehmed Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç üzerine konuşan Akif Emre şehir ve mimari de ise Turgut Cansever’i merkeze alır. “Mehmet Akif’i Abdülhamid’e olan muhalifliğinden ziyade Cumhuriyet’in yeni tutumuna ve önderlerine karşı olan muhalifliğince ele alan” Akif Emre, Mehmet Akif’i “yeni Türkiye’nin her bakımdan paradoksu” olarak tanımlar. Ümmetçi bir bakış açısına sahip olan Akif hakkında şu sözlerle lafı gediğine koyar: "Ulus devlet sınırlarını aşan bir idealin peşinde koşarken yeni bir ulus devletin "milli şairi" olmanın dayanılmaz çelişkisini yaşadı…” Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Mehmet Akif öyle bir şair ki eğer onun döneminde yaşasaydım. Onun ye’se düştüğü yerde ye’se düşer, umutlandığı yerde umutlanırdım. Necip Fazıl’ı “tek başına bir ordu” olarak nitelendiren Akif Emre, onun “bir neslin vicdanı olduğunun” altını çizer. Bugün yaşadığımız süreçte “Divanelere muhtacız” sözüyle Necip Fazıl’ın “fikir öfkesine” ihtiyacımızın olduğunu, günün Müslümanlarına yeniden hatırlatır. Ancak bu kadar övgüden sonra Necip Fazıl’ın dimağlarımızdaki yerini işaret ederken onu kutsamaz ve birilerini kızdıracak olsa da Büyük Doğu’yu dönemin de şartlarını göz önüne alarak okumak gerektiğini “kuşatıcı bir gelecek tasavvuru ortaya koymaktan çok, mevcut durum muhasebesi ve tarih hesaplaşmasını gündeme getirdiğini” ifade eder. Sezai Karakoç’un “çağını aşan düşünür” olduğunu “İslâm dünyasının Sezai Karakoç'un medeniyet eksenli mesajını dinlemeye ihtiyacı olduğunu” ifade eden Akif Emre onu bir de “çağının vicdanı olan şair” olarak nitelendirir. İktidarlarla ilişkileri bakımından Akif Emre’yle Üstad’ı çok benzetiyorum. Bilmem katılır mısınız? Turgut Cansever’i şehir ve mimaride kendine usta edinen Akif Emre ustasını “mimarlığın maddi olduğu kadar ahlâkî, estetik ve metafizik boyutlarını göstererek nasıl bir dünya kurmanın gerektiğini ve bunun ilkelerini öğretmeye çalışan” bir öğretmen olarak tanımlar. Dursun Çiçek Hoca da Akif Emre ile Turgut Cansever’in arasındaki ilişkiyi şöyle ifade ediyor: “Bilhassa şehir ve ev, mekan ve medeniyet fikrinde Turgut Cansever Akif Emre için hem bir iz hem de bir fikirdir.” “Turgut Cansever yeryüzünde başka örneği olmayan, kendi kendini sömürgeleştirmeyi başaran bir ülkenin unuttuklarını hatırlatmaktadır." diyen Akif Emre onun muhafazakarlaşmaya kurban edilmemesi gerektiğine de dikkat çekmeden geçmez. Bu sözleri ustasına da vefadır bir bakıma. Erbakan Hoca’yı “Müslümanları içinde eritilmeye çalışıldığı sağ/muhafazakar bağlamdan kurtarmaya çalışmıştır” diye niteleyen Dursun Çiçek, Akif Emre’nin Erbakan’a olan bakışını şu alıntıyla önümüze koyar: “Erbakan İslami hassasiyetleri önceleyen kitleyi, Demirel'in temsil ettiği merkez sağ/muhafazakar çizginin içinden çıkarıp bağımsız siyasi bir kimlik kazanmalarını sağlamıştır…” Günün  birçok siyasisini de kast ederek Erbakan için şunları da söylemişti: “Erbakan''ın Müslümanlığı pek çok kimseye fazla geldi.” Diyeceksiniz ki hiç mi Erbakan’a dair menfi bir tavrı yok. Tabi ki var. Akif Emre bu adaletli adam esirger mi hiç? Bu konuya dair görüşleri kitabın “iz’ler / portreler” bölümünde… Abdülhamit Han’ı değerlendirirken onun İslamcılık ile olan ilişkisini tebrik eder. Ancak değerlendirmelerinde ne Kemalist hezeyana ne de İslamcı hamasete eyvallah der Akif Emre. Her zamanki gibi itidal çizgisini gözeterek “Kızıl Sultan'a karşı çıkarken Yeşil Sultan icat etmeye gerek yok” yorumunu yaparak konumunu belirlemiş olur. Bu tutum kendi döneminde İslamcılardan bile tepki alabilecek bir tutumdur. Ama Akif Emre bunu göze alacak dirayete sahiptir vesselam… Kitabın İslamcılık ile ilgili bölümüne gelecek olursak bu bölüm çok su götürür. Bu sebeple İslamcılıktan ve Türkiye’nin bugününden kısa olarak bahsederek şunları söyleyelim: Akif Emre her zamanki gibi evvela “İslamcı-Muhafazakar-Modernist İslamcı-Müslümancı-Kültürel İslam- Siyasal İslam-Yerlilik-Yerellik” gibi kavramları ortaya koyar ve meseleye dair görüşlerini serdeder. “Muhafazakarlaşmayı bir kuraklaşma ve İslamcılık ideallerinden vaz geçiş” olarak gören Akif Emre 1980’den sonra İslamcılığın perspektif değiştirip muhafazakarlaştığını iddia eder. Aynı zamanda “muhafazakarlaşmanın İslâmcılığın diri, düşünsel ve aksiyoner karakterini tehdit eden büyük kırılmalardan biri” olarak görür. Müslümanların “hafıza yitimi” ile yaptığı bu davranışların çelişkilerini ortaya koyduktan sonra en son şu cümleyi de söylemekten çekinmez: “muhafazakarlaşan İslamcıların tahribatı modernist İslamcılarınkinden daha büyüktür…” Muhafazakar değerleri üzerine yaşamaz. Onun için değer denilen şey işlevsel olabildiği sürece değer kazanır. Halbuki İktidara gelen Müslümanları “İktidar çürütücü olabilir. İktidarın gücü ve iğvasından bir Müslüman nasıl korunabilir?” sorusu titretmeliydi… Belki bir başka bahara… Benim okuduklarımdan ve dinlediklerimden anladığım; iltifatın iktisada tâbi olduğu bu günlerde “Erciyes Dağı” gibi dimdik duruşu olan bir adammış Akif Emre. Rahmet ola…   Zeyl: Akif İnan “Mescid-i Aksa” şiirini ilk defa Akif Emre ve arkadaşlarının çıkardığı bir dergide yayınlatıyor. Bu hatırayı Akif Emre, Akif İnan üzerine yazdığı bir yazıda bize aktarıyor. Kitabın adıma imzalandığını Cuma namazı sonrası Soner Abi’den gelen bir mesajla öğrendim. Kitabın çıktığını biliyordum ancak başlığa dikkat etmemiştim, dikkatle baktım; “Tek ve Tenha Akif Emre”. Cuma sonrası çay geleneğimizi icra ederken gözüm çay ocağının derme çatma kütüphanesine ilişti. Bir de baktım ki Akif İnan’ın “Şiirler” kitabı. Hazır görmüşken alıp “Mescid-i Aksa” okuyayım dedim. Ne göreyim “müminden yoksunum tek ve tenhayım” mısrası… Akif Emre Mescid-i Aksa gibiydi, tek ve tenha…  17 Mart 2022    
Tek ve Tenha Akif Emre
Tek ve Tenha Akif EmreDursun Çiçek · Muhit Kitap · 202112 okunma
··1 alıntı·
2.936 görüntüleme
Fâtih okurunun profil resmi
Kalemine sağlık azizim. Akif Emre'yi bizim neslimizin fazlaca tanımasını çok isterim. Tek zeylim Necip Fazıl'ın bütüncül bir sistem kurup kurmadığını Salih Mirzabeyoğlu okuduktan sonra yapmak gerektiğidir. Akif Emre ve Dursun Çiçek abi (en azından Dursun abi) Kayseri Büyük Doğucularından, Dursun Abi Salih Mirzabeyoğlu hakkındaki Üstadın ifadelerine "Üstadın yanına kim gelse ona böyle övgü dolu sözleri olurdu" cinsinden bir yorum yapmıştı bi mecliste. Ancak Mirzabeyoğlu'nun Rapor yazıları, Üstadın el yazısıyla ona yüklediği misyon ve "Necip Fazıl'la Baş Başa" isimli eseriyle "hakkımda yazılmış tek harika kitap" övgüsü ve her şeyden önce bizzatihi külliyatı durumun tersini gösteriyor diye düşünüyorum.
Salih Mirzabeyoğlu
Salih Mirzabeyoğlu
şu yeni çıkan eseri okumanı canı gönülden isterim.
Ahmet Mücahit okurunun profil resmi
Teşekkür ederim üstad. Bakacağım inşallah. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.